
Eski dediğim bundan 50 yıl önce hayat bir başka güzeldi. Zengin fakir ayrımı bu kadar değildi. Hayatımızın her anı doğa ile iç içeydik. İyi komşuluk, akrabalık ilişkiler bir başkaydı. Az ile yetinir, yarınlara güvenle bakardık.Aileler kalabalık, imkanlar kısıtlıydı. Büyüğe saygı küçüğe sevgi vardı. Dede, nine, amca, hala, bibi, kirve, konum, komşu, askerlik, hac, umre arkadaşlığı, akrabalık, komşuluk ilişkileri, bir başka güzellikte idi. Küçük bakkal dükkanları bize koca bir dünya gelirdi. Bakkal dükkanlarında veresiye alır deftere yazdırırdık. Bakkal dükkanları yaşlıların oturup sohbet ettiği bir hayat üniversitesiydi adeta. Düğünler küçücük komlarda çalınır, 3 gün 3 gece eğlenilirdi. Yiyip içtiğimiz her şey organik olup kendimiz üretirdik. Hormonlu genetiği ile oynanmış meyve, sebze, tavuk, et yoktu. Türkiye’nin bütün tarları ekilir, yaylarında koyun sürüleri, meralarında inek ve mandalar doğal ortamında, Türkiye kendi kendine yeten dünyada 7 ülkeden birisiydi. Meyve ve sebzeleri dalından koparır yerdik. Dalından kopardığımız domatesin kokusu günlerce elimizden çıkmazdı. Kışlık yiyeceklerimizi de kendimiz üretir, ekmeğimizi eyvanda kendimiz pişirirdik.Evlerimiz dünyanın en sağlıklı inşaat malzemesi olan kerpiçten yapılırdı. Kerpiç evler yazın serin kışın sıcak olurdu. Tezekle yaktığımız sobanın tadı ve zevki bir başkaydı. Evlerimiz küçük gönüllerimiz büyüktü. O zaman çok kardeş olurdu paylaşmayı bilirdik. O kalabalığa rağmen odanın birisini süsleyip konak odası yapardık. İnsanlara konağa bir başka değer verirdi. Biraz durumu iyi olanlar iki katlı altı üstü balağana evler yapardı. Şimdi evler büyük gönüller küçülmüş, cüzdan şişkin cebe akrep girmiş, akrabalık, komşuluk, kirvelik diye bir şey kalmamış, kardeş kardeşi tanımıyor, anneye babaya, büyüğe saygıda eskisi gibi değil. Çocukları dışarı bırakmaktan, sevmekten korkuyoruz.Çocuklar küçük yaştan hayatın içinde doğa ile baş başa büyürdü. Bizler plastik Çin oyuncakları ile büyümedik. İçtiğimiz suyu kendimiz bulak kazarak, saati gölgemizi sayarak bulurduk. Yediğimiz ekmeği annelerimiz sırtımızdaki sofraya bağlardı. Müzik aletimizi söğüt ağacından, oyuncaklarımızı şekerpancarı ile çamurdan, topumuzu kaşarladığımız inek kılından yapardık. Küçük yaştan bağ, bahçede, hayvan otlatmaya hayatın içinde ailemize destek olurduk. Hayatı sanal değil gerçek yaşardık.Eğitimde imkanlar kasıtlı ancak kaliteli ve disiplinli bir eğitim vardı. Okula, okuyana, öğretmene bir başka değer verilirdi. Öğretmenlik mesleğinin itibarı çok büyüktü. Servis, anaokulu, kantin, rehber öğretmen, besleme çantası yoktu ama eğitim hem çok disiplinli hem de kaliteliydi. Annelerimiz bezden çanta diker, siyah önlük, beyaz yakalık takardık. Saçlar kısa tırnaklar kesilmiş olurdu. Beslenme çantamız yoktu okulda yarım çay bardağı fındık içi, küçük üçgen peynir, çeyrek lavaş ekmek, süt tozundan kaynatılmış, herkesin tek bardaktan içtiği süt verilirdi.Milli bayramlar önemli anma ve bayramlarımız bir başka güzel kutlanırdı. Yerli malı haftası unutulmaz batıralar bırakırdı. Her sabah andımızı okumak, milli ve dini bayramları coşku ile kutlamak ayrı bir güzeldi.Bizim nesil bütün yokluk ve yoksulluğa rağmen yılmadık, çocuk yaştan itibaren çalıştık, kanaatkardık, paylaşımcıydık, doğaldık, zorluklardan yılmadık, çoğumuz gurbet ellere savrulduk, kurtulanlar annesine, babasına, kardeşlerine ve yakınlarına yardım ettiler. Askerliğimizi yapıp vergimizi verdik, kural ve kanunlara uyduk. Bizler bizden önceki nesil gibi yokluk, yoksulluk, zorluklarla büyüdük. Karşılıksız sevdik, umut etik, mücadele ettik, hayatın zorlukları bizi yıldırmadı çünkü bizler bu vefalı neslinin son örneği bir altın nesildik.DOĞUKAN BEY