Açılış konuşmasını yapan Avukat Cafer Zor, ”Tarih boyu Bilim adamları dışlanmış dönem toplumda etkili olan bazı dini hocalar, kiliseler bilime ve bilim adamına düşünürlere filozoflara karşı gelmişlerdir” dedi.
Yöneticiliğini Avukat Cafer Zor’un yaptığı Felsefe, Bilim ve Mevlana konulu sohbette konuşan Kenan Karadağ şunları söyledi: “Bilim hepimizin bildiği gibi evreni ve olayları gözlem ve deneylere dayanarak açıklayan pozitif bir sistematik, felsefe ise sezgilere ve insan diyalektiğine dayalı bir sistematiktir. Felsefenin dini, ırkı ve mezhebi olmaz. Felsefe tartışma, sorgulama ve yorumlamadır. Felsefe aynı zamanda mitolojiden kopuştur.
Kim olduğumuz, nereden geldiğimiz ve sonumuzun ne olacağı, maddenin mi ruhu yarattığı, ruhun mu maddeyi yarattığı türünden arayışlar insanoğlunun yüzyıllardır cevabını aradığı gizemli sorulardır. Felsefe de genellikle bu minvalde yapılmıştır.
Bütün bu arayışlar neticesinde
- İdealist (teist) felsefe
- Materyalist felsefe
- Bilinmezcilik (agnostizm)
- Panteistik felsefe (doğa veya tüm tanrıcılık)
- Metafizik felsefe veya Aristoteles'çi felsefe gibi anlayışlar ortaya çıkmıştır.
Konumuz bilim ve felsefe olunca Antik Yunanı es geçemeyiz. Batı felsefesinin en önemli kaynağı ve Antik Yunan felsefesinin mimarı olan Sokrates hakkında birkaç cümle kurmazsak bu sunum eksik kalır. Sokrates, Atina'nın geleneksel tanrıları ile alay eden ve hayata doğalcı ve akılcı felsefeyle bakan ve doğa felsefesini spekülatif ve soyut bir durumdan somut ve pratik bir felsefeye dönüştüren biriydi. Bu yüzden 500 kişilik bir jüri ekibi Sokrates'i yargılamış ve 220’ye karşılık 280 oyla ölüm cezasına çarptırılmıştır. Bu karar karşısında Sokrates ise Atina'lıları aydınlatan ve onlara kendi çıkarları peşinde koşmak yerine onlara erdemliliği ve bilgeliği öğreten birisi olarak kendisinin belediye sarayından ücretsiz yemekle ödüllendirilmesini talep etmiştir. Tabi ki beklenen olmadı. Neticede baldıran zehri içirilerek yaşamı sonlandırıldı”
Sohbette ikinci bölümde ise Kenan Karadağ, Mevlana'nın kimliği hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra aynı dönemde yaşayan Hacı Bektaş-i Veli ile anlayış farklılıklarını ortaya koyarak şöyle dedi: “Bunlar o günün koşullarında Anadolu'ya ruh üfleyen mutasavvıflardır. Önemli olan nasıl bir üfledikleri, nasıl bir etki yarattıkları ve üfledikleri ruhun ne kadar küresel olduğudur.
Mevlana; biat ve itaat kültürünün tohumlarını ekip bilim ve felsefe karşıtlığı yaparken Hacı Bektaş-i Veli de kardeşçe üretip, kardeşçe paylaşıp kardeşçe yaşamayı öğütlemiştir. Onun için Bektaşilik Anadolu'nun ruhu ve hafızasıdır.
Bir esnaf örgütlenmesi olan Ahilik ve kurucusu Ahi Evran ile Mevlana'nın bir karşılaştırmasını yaparsak, bunlar birbirini hiç sevmezdi. Mevlana sarayın ve zenginin sufisiydi. Aristokrasiyi severdi. Beleşten vakıf tahsis edilmesini severdi. Ahi Evran ise işti, emekti, terdi. Mevlana üst tabakadır. Ahi Evran halktır. Mevlana sözdür. Ahi Evran iştir. Mevlana ibadeti iş haline getirmiştir. Ahi Evran ise işi ibadet haline getirmiştir. Mevlana'nın arkasında Selçuklu ve Moğol saraylarından dostları vardır. Ahi Evran'nın ise Ahileri ve Türkmen halkından başka kimsesi yoktur.
Mevleviliğin günümüze kadar varlığını sürdürmesi hususundaki bir soruya da şöyle cevap verdi. Mevleviliğin temel ahlak kuralı ve dünya görüşü olan gücü ve iktidarı elinde tutana kayıtsız şartsız biat etme anlayışı bütün yöneticilerin işine gelen bir durumdu. Bu yüzden sultanlar ve padişahlar da Mevlevilik anlayışının devletin hayrına olacağını düşünerek onları el üstünde tutmuş, onlara yüksek devlet memurlukları vermiş ve devlet bütçesinden kaynak sağlayarak her vilayette Mevlevi evlerinin açılmasını desteklemişlerdir. Böylelikle bu kültür Anadolu'ya kök salarak günümüze kadar artan gücüyle gelmiştir”
Son bölümde de Kenan Karadağ, Mevlana'nın bilim ve felsefeye bakış açısını yine Mevlana'nın kendi eseri Mesnevi'den örneklerle açıklamaya çalıştı. Bilim ve felsefe karşıtlığı hususunda şu beyitlere yer verdi:
“Bilim adamları hendese (geometri) bilgisinin, astronominin, hekimlik ilminin ve felsefesinin inceliklerini bilirler. Bilirler ama bunlar bu dünyaya ait bilgilerdir. Bunlar insanı yedi kat göğe çıkaracak yolu göstermezler. Aslında bütün bu bilgiler ahır yapma bilgileridir. Bu bilgilerle ahırda öküzün ve devenin rahat yaşaması sağlanır. Bu aptallar hayvanlar birkaç gün rahat yaşasın diye ahır yapma sanatını öğreten bu bilgilere gizli şeyler, ince hünerler adını takmışlardır. Tanrı yolunu ve bu yolun varılacak menzillerinin bilgisini bu ahır yapanlar bilmezler. Onu ancak arifler akılları ile değil gönülleri ile bilirler. (Mesnevi cilt 4, beyit 1516-1520)
Felsefeci aklınca düşüncelere dalar, fikirler yürütür, zanlara kapılır da cansız sandığı varlıkların dile gelmelerine, konuşmalarına inanmaz. Ona de ki sen git de başını duvarlara vur. (Mesnevi cilt 1, beyit 3278)”
ve yine benzeri birçok beyitten örnekler sunarak bu bölümü tamamladı.
Son olarak da “Moğol istilasına karşı direnirken öldürülen Ahilerin malı, mülkü ve vakıfları Moğol'ların safında yer alan Mevlevilere dağıtılmıştır” diyerek sunumunu tamamladı ve ardından soru cevap kısmına geçildi.
Yöneticiliğini Avukat Cafer Zor’un yaptığı Felsefe, Bilim ve Mevlana konulu sohbette konuşan Kenan Karadağ şunları söyledi: “Bilim hepimizin bildiği gibi evreni ve olayları gözlem ve deneylere dayanarak açıklayan pozitif bir sistematik, felsefe ise sezgilere ve insan diyalektiğine dayalı bir sistematiktir. Felsefenin dini, ırkı ve mezhebi olmaz. Felsefe tartışma, sorgulama ve yorumlamadır. Felsefe aynı zamanda mitolojiden kopuştur.
Kim olduğumuz, nereden geldiğimiz ve sonumuzun ne olacağı, maddenin mi ruhu yarattığı, ruhun mu maddeyi yarattığı türünden arayışlar insanoğlunun yüzyıllardır cevabını aradığı gizemli sorulardır. Felsefe de genellikle bu minvalde yapılmıştır.
Bütün bu arayışlar neticesinde
- İdealist (teist) felsefe
- Materyalist felsefe
- Bilinmezcilik (agnostizm)
- Panteistik felsefe (doğa veya tüm tanrıcılık)
- Metafizik felsefe veya Aristoteles'çi felsefe gibi anlayışlar ortaya çıkmıştır.
Konumuz bilim ve felsefe olunca Antik Yunanı es geçemeyiz. Batı felsefesinin en önemli kaynağı ve Antik Yunan felsefesinin mimarı olan Sokrates hakkında birkaç cümle kurmazsak bu sunum eksik kalır. Sokrates, Atina'nın geleneksel tanrıları ile alay eden ve hayata doğalcı ve akılcı felsefeyle bakan ve doğa felsefesini spekülatif ve soyut bir durumdan somut ve pratik bir felsefeye dönüştüren biriydi. Bu yüzden 500 kişilik bir jüri ekibi Sokrates'i yargılamış ve 220’ye karşılık 280 oyla ölüm cezasına çarptırılmıştır. Bu karar karşısında Sokrates ise Atina'lıları aydınlatan ve onlara kendi çıkarları peşinde koşmak yerine onlara erdemliliği ve bilgeliği öğreten birisi olarak kendisinin belediye sarayından ücretsiz yemekle ödüllendirilmesini talep etmiştir. Tabi ki beklenen olmadı. Neticede baldıran zehri içirilerek yaşamı sonlandırıldı”
Sohbette ikinci bölümde ise Kenan Karadağ, Mevlana'nın kimliği hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra aynı dönemde yaşayan Hacı Bektaş-i Veli ile anlayış farklılıklarını ortaya koyarak şöyle dedi: “Bunlar o günün koşullarında Anadolu'ya ruh üfleyen mutasavvıflardır. Önemli olan nasıl bir üfledikleri, nasıl bir etki yarattıkları ve üfledikleri ruhun ne kadar küresel olduğudur.
Mevlana; biat ve itaat kültürünün tohumlarını ekip bilim ve felsefe karşıtlığı yaparken Hacı Bektaş-i Veli de kardeşçe üretip, kardeşçe paylaşıp kardeşçe yaşamayı öğütlemiştir. Onun için Bektaşilik Anadolu'nun ruhu ve hafızasıdır.
Bir esnaf örgütlenmesi olan Ahilik ve kurucusu Ahi Evran ile Mevlana'nın bir karşılaştırmasını yaparsak, bunlar birbirini hiç sevmezdi. Mevlana sarayın ve zenginin sufisiydi. Aristokrasiyi severdi. Beleşten vakıf tahsis edilmesini severdi. Ahi Evran ise işti, emekti, terdi. Mevlana üst tabakadır. Ahi Evran halktır. Mevlana sözdür. Ahi Evran iştir. Mevlana ibadeti iş haline getirmiştir. Ahi Evran ise işi ibadet haline getirmiştir. Mevlana'nın arkasında Selçuklu ve Moğol saraylarından dostları vardır. Ahi Evran'nın ise Ahileri ve Türkmen halkından başka kimsesi yoktur.
Mevleviliğin günümüze kadar varlığını sürdürmesi hususundaki bir soruya da şöyle cevap verdi. Mevleviliğin temel ahlak kuralı ve dünya görüşü olan gücü ve iktidarı elinde tutana kayıtsız şartsız biat etme anlayışı bütün yöneticilerin işine gelen bir durumdu. Bu yüzden sultanlar ve padişahlar da Mevlevilik anlayışının devletin hayrına olacağını düşünerek onları el üstünde tutmuş, onlara yüksek devlet memurlukları vermiş ve devlet bütçesinden kaynak sağlayarak her vilayette Mevlevi evlerinin açılmasını desteklemişlerdir. Böylelikle bu kültür Anadolu'ya kök salarak günümüze kadar artan gücüyle gelmiştir”
Son bölümde de Kenan Karadağ, Mevlana'nın bilim ve felsefeye bakış açısını yine Mevlana'nın kendi eseri Mesnevi'den örneklerle açıklamaya çalıştı. Bilim ve felsefe karşıtlığı hususunda şu beyitlere yer verdi:
“Bilim adamları hendese (geometri) bilgisinin, astronominin, hekimlik ilminin ve felsefesinin inceliklerini bilirler. Bilirler ama bunlar bu dünyaya ait bilgilerdir. Bunlar insanı yedi kat göğe çıkaracak yolu göstermezler. Aslında bütün bu bilgiler ahır yapma bilgileridir. Bu bilgilerle ahırda öküzün ve devenin rahat yaşaması sağlanır. Bu aptallar hayvanlar birkaç gün rahat yaşasın diye ahır yapma sanatını öğreten bu bilgilere gizli şeyler, ince hünerler adını takmışlardır. Tanrı yolunu ve bu yolun varılacak menzillerinin bilgisini bu ahır yapanlar bilmezler. Onu ancak arifler akılları ile değil gönülleri ile bilirler. (Mesnevi cilt 4, beyit 1516-1520)
Felsefeci aklınca düşüncelere dalar, fikirler yürütür, zanlara kapılır da cansız sandığı varlıkların dile gelmelerine, konuşmalarına inanmaz. Ona de ki sen git de başını duvarlara vur. (Mesnevi cilt 1, beyit 3278)”
ve yine benzeri birçok beyitten örnekler sunarak bu bölümü tamamladı.
Son olarak da “Moğol istilasına karşı direnirken öldürülen Ahilerin malı, mülkü ve vakıfları Moğol'ların safında yer alan Mevlevilere dağıtılmıştır” diyerek sunumunu tamamladı ve ardından soru cevap kısmına geçildi.