
Bazı dostlarla bir araya geldiğimizde gündelik siyaset ve dinî konular eksenli sohbetin bir-iki basamak üstü olan tartışmaya çok meyilli olduklarını görüyorum. Buradan bir neticeye varılamaz. Çünkü karşınızdaki sizi, siz de onu ne siyasî görüşünden ne de dine bakış açısından caydırabilirsiniz. Bunun yerine, içinde bulunduğunuz mevcut durumu merkeze alan fikir ağırlıklı bir sohbet, size yeni ufuklar açar, sadece eleştiren değil, çözüm üreten, yol gösteren bir nitelik kazandırır. Fakat düşünce üretmek külfetli bir uğraşı olduğundan, toplama ve kulaktan dolma bilgilerle veryansın etmek; konuşmak için konuşanlara daha cazip gelir.Genelleme yapmamakla beraber, bu toplumun öğretenleri/öğretmenleri kadar öğrenenleri/öğrencileri de, hocaları/imamları kadar cemaati/inananları da kitaba mesafeli duruyor, yani okumuyor! Okumayan insandan fikrî derinlik beklenmez. Fikir/düşünce sahibi olabilmenin bedeli okumak ve tefekkür etmektir. İnanmışlığın bedeliHangi dine ya da dünya görüşüne mensup olursanız olun, inanmışlığın bedeli Hüseyinleşmektir. Çünkü İmam Hüseyin, “Bir elime güneşi, bir elime ay’ı verseniz yine de inandığım davadan vazgeçmem” diyen ve yirmi üç yıl boyunca bunun bedelini ödeyen Peygamber’in yolundan sapmadığı için bedel ödedi. Aşura’yı aşüleştirenler, bir Şark kurnazlığıyla bu acıyı tatlıya bağlamanın (!) yöntemine sarılırken, bir diğer kesim de, yaşanan hayatta izdüşümü olmayan ağıt ve yaslarla mütmain olma yoluna tercih etti.Eşyanın efendisi veya eşkiyaya hayranlıkBazıları için epeyce ağır olacağından çekinmesem, eşyalaşan bir toplumla eşkiyalaşan toplum arasında bir bağ kurarak söze başlardım. Eşyalaşmaktan kasıt; adından da anlaşılacağı gibi, materyalistleşir ya da maddileşirken insanı geri plana atmaktır. Daha iyi bir araba, ev, mobilya sahibi olmak ya da daha lüks bir hayat yaşamak uğruna bir ömrü feda etmek, mal-mülk bekçiliği yapmak, eşyanın çokluğundan insanı görememek, yani eşyalaşmaktır. Dürüste, doğru sözlüye itibar edilmeyen, “saf” muamelesi yapılan, adaletin haklıdan yana değil güçlüden yana tecelli ettiği, “çalıyor ama çalışıyor da” sözünün deyim hâline geldiği bir toplumda, eşkiya iki türlü olur: Böylesi bir düzene başkaldıran eşkiya ve bu defolu düzende her yolu mubah sayarak efsaneleşen eşkiya. Birçok yazar çizerimiz, büyük hırsızı seven fakat küçüğünden nefret eden bir toplum hâline gelişimizden şikâyetçi. Kamu malına zarar veren, devlet soyanlara, “adam iyi iş becermiş helâl olsun,” denildiği de bir başka gerçeğimiz. Yazar Kemal Tahir’in “Rahmet Yoları Kesti” romanında bir toplumun eşkiyaya duyduğu hayranlık, o toplumdaki ahlâkî çöküşün habercisi ve soyguncu, hırsız tayfasına karşı direnecek gücün kırılmış olması olarak gösterilir. İsteyerek olmasa da, “şartların gereği”nin arkasına sığınan bir toplum eşkiyaya boyun eğmişse, “eşkiyalaşan toplum” statüsünde muamele görmeği hak etmiştir. Eşkiyalığın önünü kesmenin yolu, eşkiyayı lanetmektir, efsaneleştirmek değil. İşini “kestirmeden” hâlleden, kendi çıkarlarını herşeyin üstünde tutan bir zihniyetin kabul gördüğü toplumda siz ya onlardan olur, ya da erdemli insan olmanın bedelini ödersiniz.DOĞUKAN BEY