Küçükken annem bana derdi ki: ”Önemli olan ne söylediğin değil, nasıl söylediğinde”
Yıllar sonra kendi çocuklarıma da aynı şeyi söyledim. Çocuklarımın davranışı bana her gün, düşüncemizin açığa vuran şeyin kelimeler değil, o kelimelerin nasıl dile getirildiğini hatırlatır.
Her konuşmada gerçekten iki diyalog gerçekleşir. Biri kelimeleri kullanır, diğeri ses tonunu. Kimi zaman ikisi eşleşir, ancak genellikle eşleşmez …
Kişiye “nasılsın?” diye sorduğunuzda ve “iyiyim” yanıtını aldığınızda karşınızdakinin nasıl hissettiğini anlamak için genellikle “iyiyim” kelimesine güvenmezsiniz. Bunun yerine gerçekten iyi olup olmadığını, endişeli heyecanlı ya da diğer birçok duyguyu hissettiğiniz ses tonundan anlarsınız.
Ses tonunu, şiddetini, ahengini ve diğer ses özelliklerini dinlediğinizde, gerçek anlamın bulunduğu sözel olmayan konuşma için kendinizi hazırlarsınız.
Normal bir duyma yeteneğine sahip herkes, insanların sesleri ile ilettikleri işaretleri algılayabilir ancak pek azımız bu işaretleri anlar. Bunun nedeni kısmen, pek çok şeyin olmasıdır. Karşımızdaki kişinin dış görünüşü ve beden dilini değerlendiririz. Sözlerinin içeriğini dinleriz ve hareketlerini gözleriz.
Karşımızdaki kişiye ya da içinde bulunduğumuz duruma karşı bazı sezgileri tepkileri belirtmek için çaba harcarız.
Ses ile iletilen işaretler, bunların içinde kaybolabilir.
Bir başkasının somurtkan, üzüntülü ya da hayal kırıklığı içeren bir ses ile verdiği mesajları fark etmek kolaydır ancak kısa bir an içinde iletilen endişe, korku yada utanç eğer yeterli özeni göstermezseniz yanınızdan kayar geçer.
Bu sözel ipuçlarını dinlemek ve küçük farkları fark etmek için hazırlıklı olmak gerekiyor.