“Kendisiyle bu denli çelişen; kendine muhalif, kendini yerin dibine sokacak kadar küçümseyen, başkalarına hayran, başkalarını yere göğe sığdırmayan, bizden başka bir millet var mı acaba?” diye kendi kendime soruyorum.
“Şu türkü gibi, şiir gibi kendi içinde ahenkli, Yunus’un, Emrah’ın, Karacaoğlan’ın, Veysel’in diline, tarihin derinliklerinden süzülerek gelirken farklı medeniyetler ve dillerle tanıştıkça zenginleşerek bugünlere gelen, kültürümüzün taşıyıcısı Türkçe’ye olduğu kadar, kendi diline Fransız kalan başka bir miller var mı dünyada?” diye kendi kendimi sorguluyorum.
Bölerek, ötekileştirerek, kendini melek diğerini şeytanlaştırarak siyaset yapan bir ülkenin siyasilerinin, “Şimdi her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe muhtacız,” sözüne, “Büyük sözü dinlenir” diyerek inansam mı, inanmasam mı diye tereddütdeyim.
“Hoca, bana menkıbe değil, hayatın içinden din anlat” dediğimde ve “Bari okuduğun duayı Türkçe söyle ki ben de anlayayım” diye talepte bulunduğumda, ben günah mı işliyor ya da isyankâr mı oluyorum?
Afedersiniz, kredi kartıyla çay içtiği yetmezmiş gibi bir de üstelik kredi kartıyla tuvalete giden bir başka millet var mı bizden başka diye sorsam acaba ayıp mı kaçar?
Kırklı, ellili yaşlarda emekli olunabilen Türkiye’de ortalama emekli yaşı 51-52 iken, Almanya’da 64,4 civarında olduğu dikkate alındığında; elbette ki, “Almanya bizi kıskanıyor!” diye naralar atıp yeri göğü inleteceğiz.
Şimdi geldik ya etekteki taşları dökme veya (bizi) taşlama noktasına...
Toplum öncülüğünü kimseye bırakmazken, toplumun bozulmasından şikâyetçi olana;
hiçbir toplum kendiliğinden bozulmaz, dedikten sonra, siz öncüler çok dürüst, samimi, ahlâk abidesi, örnek alınacak şahsiyetler miydiniz ki, toplum size rağmen bozuldu, yoksa.... Nokta nokta deyip noktayı koyduğumda, söyleyecek sözü olmayan bizimkisi eteğine taş yığmaya başlamıştı bile.
Taşlanmaktan korkmasam, şu kopuk sürüsünün, hırsız tayfasının ve şeytan taşlamaktan namaza vakit bulamayanların, aslında bizim mahallenin çocukları olduklarını el-âleme duyurup, rezil rüsva etmeyi düşünebilirdim.
Bir göğe yükselen minareli camilerimize, din öğreten eğitim yuvalarımıza, cemaatlerimize, medreseli ve mektepli hocalarımıza bakıyorum, bir de dönüp yerlerde sürünen ahlâkî değerlerimize, lime lime olmuş toplum hayatımıza ve yarınalardan ümidini kesmiş gençliğimize bakıyorum...
Şimdi zaten bizi taşlamak için topladığınız taşlara elinizi uzatmadan önce, elinizi vicdanınıza, başınızı da iki elinizin arasına koyup bir dinleyin lütfen:
Bir anlık, ülkemizin bütün ibadethanelerini, din eğitimi ve öğretimi yapan kurum ve kuruluşlarını kapatsak ve hocası, şeyhi ve de “namaz kıldırma memurları”yla bütün ekibe görevinden el çektirsek, ne olurdu?
Yani tezatlarla dolu bu ülkenin durumu, camiler ve hocalar yok diye şimdikinden daha kötü olabilir miydi, diye kendi kendime soruyorum.