“Kusuru kendisine söylenmeyen adam, ayıbını hüner sanar.” (Şeyh Sadi Şirazi)
Değerli Okuyucu, bugün sizi çok az duyduğunuz bir kavram olan, “Müslümanı İslâmiştirmek”le tanıştırmaya çalışacağım. 2010 yılında basılan kitabım, “Müslümanı İslâmileştirmek” adıyla çıkması gerekirdi fakat yayınevi sahibi, bu isim yanlış anlaşılır ya da farklı mecralara çekilir, diyerek başka bir isim koymamı teklif etmişti. Ben de, henüz ortalama Türk okuyucunun bu kavramı tanımadğına kanaat getirerek, kitabımın adını “Müslümanı Avrupalılaştırmak” olarak değiştirmek mecburiyerinde kalmıştım.
Merhum Erol Güngör Hoca’nın da dediği gibi, İslâmcılık da dahil bütün izmler bize Batı’dan geldi. Ben de o yıllarda “Müslümanı İslâmileştirmek” kavramıyla ilk defa Alman medyasında tanış olmuştum. Şimdi aynı kavramı mevcut Türkiye ortamı için kullanan yazarlar da giderek çoğalıyor.
İslâmiştermek iki taraflıdır:
Batı dünyasında Müslümanları İslâmileştirmek; Müslüman bir kişi ya da grubun yaptığı her olumsuzluğu İslâm’a mal etmek olarak özetleyebiliriz. Meselâ; dindarlığından bağımsız olarak, bir Müslüman erkek psikolojik bunalıma girdiğinden dolayı aileden birine veya bir başkasına saldırsa, bu eylemi ruh dengesi bozuk olduğundan dolayı değil, “Müslüman olduğundan dolayı” hükmü verilir. Aynı cürüm bir Hıristiyan aile içinde işlense, bunalıma giridiğinden ya da psikolojik sorunları olduğundan dolayı yaptığına hükmedilir. Veya, Filistin gibi işgalci üçlere karşı savaşanlar, “Radikal İslâmcı” olarak yaftalanırken, Rusya’ya karşı savaşan Ukraynalılara, “Vatanlarını savunan kahramanlar” gözüyle bakılır ki, öyledir zaten. İslamafobinin yavaş yavaş sahnelendiği o yıllarda, Prof. Tarık Ramazan da millî/kültürel kimliklerin yok sayılmasına, “Son yıllarda göçmenler geldikleri ülkelerin kültürel özelliklerine göre değil de, dinlerine göre tanımlanmaktadırlar,” diyerek tepki göstermişti.
Almanya-Erfuhrt üniversitesinde İslâmî ilimler dalında öğretim görevlisi olduğu yıllarda Prof. Jamal Malik, “Önceleri etnik problemleri olan Türkler vardı. Fakat on onbeş seneden beri her siyasi münakaşa İslâmîleştirilmektedir. Şimdi müslümanlar kendi azınlık alanlarında bir ölçüde (çoğulcu toplum tarafından) İslâmîleştirildiler,” diyerek menfi İslâmileştirmeye dikkat çekmişti. Yine Amerikalı tarihçi Philip Jenkins, Avrupa’daki Müslüman göçmenleri İslâmileştirme girişimlerini, kültürler savaşını körükleyeceği için, tehlikeli bulduğunu söylüyordu.
Batılı bazı odakların, medyatik ve politik gücünü kullanarak Müslümanı İslâmîleştirmesindeki gaye; hedefe koyduğu düşmanını kendisinin şekillendirmesinden başka bir şey değildi. Tıpkı Taliban, El Kaide, İŞİD ve benzerleri gibi...
Bizdeki İslâmileşme ve sonuçları
Bizim İslâmîlikten anladığımız Batı’dakinin zıttı (müspet) olarak anlaşılsa da, doğurduğu sonuçlar Türkiye gerçeğinde görüldüğü gibi maalesef...
Evet, formatlanmış yani ideolojik bir kalıba sıkıştırılmış Milliyetçilik, Sosyalistlik gibi İslâmcılık da bizim Batı’dan ithal ettiğimiz ideolojilerdendir. Her şeyin başına “İslâmî” sıfatını koyarak başladığınızda, siyasî partiden sosyal düzene, düşünceden sanata, sermayeden kıyafete kadar daha birçok sahada İslâmileşme furyası başlar. Bir dergi fuarında, “İslâmî Dergiler” diye bir sınıflandırma görünce, bunun sınırını ya da katergorisini kim, neye göre belirliyor, diye aklımdan geçmişti. Bu zihniyete göre, kendilerinin dışında kalan dergiler İslâmî değildi.
Ya “İslâmî Düzen” veya “İslâmî Sermaye”ye ne demeli?... İslâmîlikten söz açılmışken; ahlâk ve adaletin İslâmiliği kadar, doğa bilinci ve insan sevgisini hangi (İslâmî) terazide tartacağız?
Müziğimizden düğünlerimize, günlük lisanımızdan fikriyatımıza değin hemen her konuda İslâmileşme gayretleri, toplum olarak bizi İslam’dan gayri yerlere savurdu.
Keşke Müslümanlar ideolojik ve politik formattaki İslâmileşmeği, İslâm’ın önüne bir duvar gibi çektiklerinin farkında olsalardı.