Büyük ve Güçlü Türkiye’yi gerçekleştirmek uğruna daha lise çağlarında başlayan sevdamızın elli yılını, en fazla Türk’ün (2,8 milyon) yaşadığı Almanya’da geçirdik. Gerek üniversite yıllarımızda gerekse hayata atıldığımız günden bugüne kadar geçen zamanda kültürel varlığımızın devamı için teşkilatçı bir ruhla teşkilatlı hayatımız devam etti. Gurbette vatanı yaşadık ve yaşattık. Farklı bir kültür coğrafyasında yaşayan Avrupalı Türklerin varlığı için mücadele ettik. Kitaplarda okuduğumuz, bazen de abartılarak anlatılan Avrupa’yı 50 yıl boyunca bizzat yaşayarak gördük, tanıdık ve kendilerinden çok şeyler öğrendik. Ve nihayetinde hasretini çektiğimiz vatan topraklarına (fizikî) dönüş yaptık.
Yüksek tahsil için gittiğimiz Avrupa’dan dönüşte heybemizde, özellikle Almanların felsefe, sosyoloji ve fennî (teknoloji) ilimlerde eriştikleri başarıdan nasiplenmişlik ve disiplinli ve kendi kurallarına riayet eden bir toplum oldukları gibi, serbest düşünceye, eleştiriye açık bir toplum oluşlarından çıkardığımız dersler vardı.
Dahası; iş ahlâkı kadar siyaset ahlâkı konusunda, insana değer verme kadar, doğa ve çevreye olan duyarlılıkta örnek alacağımız ve öğreneceğimiz çok şeyler olduğunu, kendimizle kıyaslayınca gördük.
Uzun yıllardan sonra kendi ülkemde bir parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimini bizzat yaşayarak gözlemlerken bazen filizlenmeye yüz tutmuş gelişmeler, değişimler görünce ülkem adına ümitlendim, bazen de 21. Yüzyıl Türkiye’sine yakıştıramadığım gayriahlâkî politik manevralar karşısında utandım!
Şairin dediği gibi, yolun yarısındayken (35 yaşında veya bundan 35 yıl önce) partili kimliğimizi rafa kaldırmış olsak da millî ve milletlerarası siyaseti ve bununla iltisaklı gelişmeleri, bir entelektüel duyarlılıkla takip ettik ve etmeye devam ediyoruz. Soğuk Savaş dönemi ideolojik kutuplaşmaların dar çemberinden daha yenice kurtulmuştuk ki, etnik köken ve dinî aidiyet gibi alt kimliklerde başlayan bölünmelerin, bu sefer şahıs/lider eksenli bir ayrışma, toplumun tam orta yerinden ikiye bölünmesine zemin hazırladı. Bir insan ömrüyle sınırlı bu tür kutuplaşmalar, fikrî derinliği olmadığından, kişilere siyasî çıkar sağlasa da, ülkenin geleceği açısından kayıp yıllardır.
Her kazanılan savaş “zafer” olarak görülmeyebilir ve her kaybeden kumandan da “mağlup” sayılmayabilir. Meselâ ben kendi kuşağımı “kaybeden cengâverler” olarak addediyorum. Esas mesele kazanmak ya da kaybetmekten ziyade, hakkıyla, “savaş” ahlâkını gözeterek çarpışmak yani mücadele etmektir. Avrupalı politikacılarda gördüğümüz siyasî ahlâkı, omurgalı duruşu ve gerektiğinde ülke çıkarlarını mensubu olduğu partinin ya da kendisinin üzerinde tutan erdemli davranışları, bu seçim döneminde öncü rolünü üstlenen birçok politikacıda göremedik maalesef.
Özellikle yönlendirilmeğe müsait kesimlerin, lider eksenli politik bağnazlığı sayesinde popülizmin “zafer” kazanmış olması, toplum barışı ve ülkenin geleceği açısından endişe verici bir durumdur. Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı (2023) Seçimlerinde, bazı tabuların yıkılması ve ezberlerin bozulması açısından ümit veren gelişmeler de oldu. Meselâ Kemalizm kadar Milli Görüşçülük ve Milliyetçilik adına bir açılım ve farklılıklarla yakınlaşmanın kalıcı olmasını temenni ediyoruz.
Avrupa’da vatanseverliğin ete kemiğe büründürülmüş hâlini gördükten sonra, Yunanistan’ın dahi gerisinde kalmış olmayı kendine dert edinmemiş bizimkilerin hâlâ avazı çıktığı kadar hamaset nutukları atması, bu ülkenin vatanseverleri için elem verici bir durumdur.
Çağrımızdır: Ülkemize gelen vasıfsız göçü ve ülkemizden giden vasıflı göçü durdurun artık.