“Kur’an’da, Firavun kavmini aptallaştırdı, ahmaklaştırdı. (Zuhruf 43:54) ifadesi yer alır. (M. İslamoğlu)“
Halk dilinde akıldan noksan, zekâsı pek gelişmemiş, ahmak olana veya aklını kulanamayana aptal denir. Aptallaştırmak ise; bir kişiyi, grubu ya da toplumu olduğu veya olması gereken zekâ seviyesinden daha aşağılara çekmek, akletme yetisini körleştirmek ya da aklını çelmektir.
Bir toplumu aptallaştırmak için bilgi, belli merkezlerin tekelindedir. Bilginin tekelleştiği toplumu sevk ve idare etmek, yani yönetmek kolaylaşır. Tıpkı belli bir yaşa kadar çocukların yiyeceğinden giyeceğine kadar, onlara sormaksızın karar veren ebeveynler gibi... Çocuk akletmeğe başladığı günden itibaren bazı şeylere itiraz etme ve kendi düşüncesini dile getirme hakkını kullanır.
Bir ideolojik gençlik hareketinin içinden gelen benim kuşağım, fikirde ve eylemde lidere bağlı olduğu, ona biat ettiği müddetçe hiçbir sorun yaşanmadı. Tâ ki, bazı şeylere itiraz etmeye ve kendi görüşlerimizi seslendirecek cesareti bulana kadar. “Her konuda bir bildiği vardır ve her şeyin en doğrusunu o bilir,” diye itaat ettiğimiz kişinin hiç de zannettiğimiz gibi olmadığını anladığımız, yani çocukluk devresinden çıktığımız, ya da aklımızı kullanmaya başladığımız günden itibaren yollar ayrılmaya başladı.
Evlenirken, ölürken, doğarken hocalarımız yanıbaşımızdan eksik olmaz. Camide onları itirazsız ve büyük bir teslimiyet içinde dinleriz, lakin iletişim çağında yaşayan bir insan olarak, aklınızın erdiği bazı dinî konularda görüş beyan ettiğiniz gün “afaroz” edilirsiniz. O da yetmez; cemaate jurnallenir, yuhalanırsınız. Çünkü en hafif ifadeyle, aklı çelinmiş bir kitleyle karşı karşıyasınız.
Bir toplumun aklını zapturapt altına almak için başınızdakinin çok otoriter, baskıcı olmasına gerek yok. O topluma mal olmuş büyük şahsiyetlerden veya din adına sözler rivayet edilmesi, egemen gücün emrine girmeğe yeterlidir. Ve böylece akıl sahiplerinin tepesindeki (üst)aklın dediği olur.
Baştakine bağlılığın bir dinî ve millî vazife olduğuna inandırılan kitle, “Kurtarıcı”nın eteklerine yapışır, onu başına taç edindiğinde, ahmaklaşma süreci girmiş olur.
Toplumu tahakküm altına almak isteyenler, üretgen bir kesimden daha çok, tüketen bir kitle üzerinde etkili olunduğunu bildiklerinden, insanların geleceğini borç taksitleriyle ipotek altına alan bir sistemi teşvik ederler.
Devasa sorunlar karşısında insanlar hissiyat ve maneviyat ağırlıklı sözlerle teselli edilir. Müesses nizamın (kurulu düzen) çürük ve bozuk tarafını seslendirenler, “hain”, “satılmış” veya “provakatör” gibi sözlerle düşmanlaştırılır. Saflarını sıkı tutmak için kendi dışındakileri ötekileştirilir, toplumdaki zıtlık ve kutuplaşmadan medet umulur.
Güç odakları gerek milletlerarası, gerekse millî/yerel kamuoyunu kendi emelleri doğrultusunda kullanabilmek için besledikleri kitle iletişim araçlarını devreye sokarlar: Elenmiş “aydınlar” medyatik piyasaya sürülür. Beyinleri sulandırmak amacıyla günlük siyaset, yığınların önüne “yem” olarak koyulur. Ve böylece bazen gerçekleri ters yüz eden, bazen dikkatleri başka yönlere çeken, ucu açık siyaset dedikodularıyla toplum hafızası aptallaştırılır.
Geçmişten günümüze taşınan; baştaki “çoban” da olsa itaat edilmesinin bir millî ve dinî vecibe olduğu telkin edilir. Bununla ilgili rivayetler, hikâyeler uydurulur.
Mevcut yöneticilerden de umudu kesenler, mehdi, kurtarıcı, ermiş, evliya veya hatalardan münezzeh hayalî lider beklentisi içine girerler.
Taraftar eğitimli, akademsiyen tabakadan da oluşsa, bazı cemaatlerde görüldüğü gibi, baştakine kayıtsız şartsız itaat, kitleyi ahmaklaştırabiliyor.
Ahmaklık parayla satılan ya da satın alınan bir şey değil, aklını kullanmamaktır.