Kendi gerçekleriyle yüzleşme cesareti ya da özgüveni olmayan toplumlar, bünyesindeki hastalığı bilmemezlikten gelen insan gibidir. Var olduğu hâlde yok saydığımız hastalık vaktinde tedavi edilmezse, zamanla çaresiz bir hâl alabileceği gibi, görmemezlikten gelinen toplumsal arızalar da gün gelir millî bünyeyi sarsmaya başlar.
“Hüseyinleşmek (2009)” kitabım çıktığında yakın arkadaşlarımdan birisi, “Kerbela’dan çıkın artık!” demişti. Bu üç kelimelik cümlede bile, belli bir kesim kastedildiği gibi, duyulan rahatsızığı da hissetmek mümkün. Söz konusu kitabın yazılış sebebi de zaten; bir kesimin Kerbela’dan çıkmamak için direnmesinden, diğer kesimin de Kerbala’ya mesafeli durmasından dolayıdır. Yaraya bir defalık neşter vurmaktan korkanlar, ömür boyu acı, korku ve endişeyle yaşarlar. Biz de şiisi ve sünnisiye Hüseynî duruşu kendimize referans olarak alabilirsek, biz müslümanlar için olduğu kadar, bütün mazlum milletler için de Hz. Hüseyin bir ilham kaynağı ve çıkış yolu olabilir.
İnsanlığı ve mensubu olduğumuz dini veya milleti ilgilendiren olaylara bizim bakışımız; mezhepler, ideolojiler ve milletlerüstüdür. Her devirde kendi ayakları üzerine duran, kendine özgü düşüncesi olan ve yeni bir şey söyleyebilecek donanıma sahip ve bedel ödemeye de hazır olanları taşa tutanların sayısı diğerlerinden çok daha fazladır.
Biz, “Sünni” dünyasında “Şii” olarak ötekileştirilirken, “Şii” kesimde de bize, “Sünnileşmiş” denilmesine aldırış etmeden kendi düşüncelerimizi toplumla paylaşmaya devam ediyoruz.
“Sizi rahatsız etmeye geldim” (Ali Şeriati)
Bizi taşa tutanlardan birisi diyor ki: “Madem hak hukuk tarih bilen birisiniz neden temcit pilavı gibi her yıl bu yarayı kaşıyosunuz? (...) Siz art niyetli şia yanlısı olduğunuzu her defasında belli ediyorsunuz.” En basit yazım kurallarını bile bilmediğinden, yazdıklarını düzeltmek mecburiyetinde kaldığım bu haddini bilmezi muhatap kabul ettiğimden dolayı değil, toplumda böyle bir önyargılı damarın varlığını teyit için yukarıdaki cümlelere yer verdim.
Sözkonusu millet olunca üst kimliğimiz Türk, din olunca da üst kimliğimiz İslam’dır bizim. Bu kadar... Nokta! Ayrıca biz, “kınayanların kınamasına aldırış etmeyen”lerdeniz. Yılda bir defa sadece müslümanların değil, bütün insanlığın yüz akı, medarı iftiharı Hz.Hüseyin’in şehadet yıldönümünü anmak bile bu tür insanlara rahatsızlık veriyorsa, biz rahatsız etmeye devam edeceğiz!
Yusuf Ziya Cömert, “Kerbelayı hatırlamayalım mı?” başlıklı makalesinde, “Olmuş, bitmiş, ne karıştırıyorsun?” sorusuna karşı, “Hatırlamamız gerekiyor. Mezhepçilik yapmak ya da mezhepçiliği körüklemek için değil.” notunu düştükten sonra Kerbala’yı niçin hatırlamamız gerektiğinin gerekçesini şöyle izah ediyor: “Doğruyla yanlışın, haklıyla haksızın… Zulmün hangi kılıklara girebildiğinin, siyasetin ne kadar kirlenebildiğinin… Dirhem ve dinar sevgisinin insanları ne hallere sokabildiğinin anlaşılması için. Rüşvet alıp keselerini dolduran ‘eşraf’ı tanıyabilmemiz için. Bugünkü yanlışla dünkü yanlışı, bugünkü doğruyla dünkü doğruyu kıyaslayabilmemiz için.” (Yusuf Ziya Cömert, Kerbala’yı hatırlamayalım mı?, 30.7.23, Karar Gazetesi)
Evet, siyasete alet edilen dinin, saltanatı sürdürmek adına ne kadar özünden koparıldığını ve yazarın da dediği gibi, zulmün hangi kılıklara girebildiğinin anlaşılması için Kerbela unutulmamalıdır. Zaten yeterince insanlık dersi alınmadığındandır ki, Filistin, Yemen, Arakan, Halepçe, Srebreniça ve dünyanın birçok köşesinde zulüm devam ediyor.
Bir dostumuz da, “Kerbela’nın yüzyıllardır ileriye doğru taşınması Müslümanlar arasında siyasi bir kavga oluşturmanın amacını taşıdığını düşünüyorum” dedikten sonra, “Kaldı ki Kerbela dahil tüm olaylarda dini motifler ileri sürülerek yapılan aslında siyasi çıkar kavgalarıdır” iddiasında bulunmuş. Bu iddiada, siyasî çıkarları için hangi tarafın dini istismar ettiğinin farkında olunduğunu umuyorum. Kerbela olayı akademik/entelektüel seviyede zamanın ruhuna veya asrın idrakine taşınmadığından dolayıdır ki, mezhep taasubunun dar kalıpları içinde anlaşılmaz bir duruma sokuluyor.
Peygamber sevgisi ve bağlılığını; O’nun tebliğ ettiği dinin güzel ahlak, yardımlaşma, ilim ve sevgi gibi ilkelerine göre hayatını düzenlemekte değil de mevlitlerde arayanlar,
Ali sevgisi ve taraftarlığını; “İlmin Kapısı” mertebesindeki bilgeliğinde, Zülfikar’dan daha keskin etkili ve hikmetli sözlerinde değil de kılıcında arayanlar,
Hüseyinleşmeyi; güçlü zalimin karşısında, hayatı pahasına boyun eğmemeyi göze alabilmekte değil de, yas tutup ağlamakta arayanlar,
Ve vatanseverliği/yurtseverliği ve milliyetçiliği, söyleyene hiçbir külfeti olmayan afakî sözlerde arayanlarla,
Bilinmelidir ki, şimdiye kadar varılmadığı gibi bundan sonra da bu konforlu beyinlerle hedefe varmak mümkün olmayacaktır!