Bazen bir konu hakkında ikili sohbetlerinizde, sizin veya karşınızdaki kişinin bugüne dair görüş ortaya koyması gerekirken daha çok maziye sığındığı, düne ve dünde kalanlara vurgu yaptığı dikkatinizi çekmiş olması lazım. Meselâ siz, gençlik yıllarınızda çok hızlı bir “devrimci”, “ülkücü” veya “İslamcı” idiniz. Aradan yıllar geçti, ülke ve dünya şartları değişti. Kendi fikirdaşınızla sohbet ederken de, karşı görüşten biriyle tartışırken de; bugüne ve geleceğe dair görüş beyan etmek yerine, “şanlı mazi”nizden iftiharla söz edersiniz. Çünkü geçmişte samimiyet ve bedel ödenmişlik vardı. Herkes, fert veya grup olarak, kendine göre destansı bir mücadele vermişti. Nitekim başarıyı herkes sahiplenir.
Dahil olduğum kuşağın, bir önceki ve sonrasıyla birlikte ortalamasını aldığımızda; bir kesimin ilericilik-devrimcilik adına geçmişi “gericilik”le eşdeğer görmesi, diğer kesimin milliyetçilik-muhafazakârlık adına geleceği ihmal etmesi, ülkenin yarınları açısından büyük bir eksiklikti. Her insan geçmişteki başarısıyla iftihar ettiği gibi, her millet de şanlı mazisiyle iftihar edebilmeli ama bir yere kadar! Bugünün ve yarının idrakine söyleyecek sözün ne, önce ona bakmak lazım!
Ülkemizin önemli çağdaş düşünürlerinden D. Cündioğlu, “Devletin imanı arttıkça aklı azalır.” diyor. Müthiş bir tespit! İcraatçı devlet aklı, hamaset nutukları veya din-iman vaazıyla değil, plan-projesiyle, çözüm önerileriyle halkının karşısına çıkmalıdır. Buradan hareketle itiraf etmek gerekir ki, her görüşten bizim nesilde iman etmek akletmekten daha ağır basardı. Biz ideolojimizi sorgulamaz ve sorgulatmazdık! Dava, lider ve teşkilat sorgulanmadığından bugünün Türkiye’sine “kader” dedik. Hâlbuki akledebilmenin ya da akıl yürütebilmenin yolu sorgulamak ve eleştirmekten geçer. İnsan dindarlaştıkça, bir kesime veya dünya görüşüne şeksiz şüphesiz bağlandıkça, eleştiriye tahammülü azalır. Sloganlar, kahramanlık hikâyeleri, destanlar, menkıbeler arttıkça ilim, okuma-araştırmaya ihtiyaç duyulmaz.
Sosyal medyada gördüğüm, havada uçan ebabil kuşu ve altında gerçekten ona benzeyen savaş uçağı resminden daha çok, bu resmin altına düşülen not dikkatimi çekti. Mealen şöyle diyordu: Ne kadar uçak yapsanız da onun üzerinde uçan ebabil kuşları(mız) var.
Bunun zihin okumasını yapalım: Her ne kadar siz (gavurlar) ebabil kuşundan ilham alarak yüksek teknoloji donanımlı uçak yapsanız da, ebabil kuşları bizim! Fil Suresi’nde anlatıldığı gibi, biz sizi ebabil kuşlarının yardımıyla yeneriz(!). Böylesi aklı kıt bir imanı ben neyleyim?...
İşte, “Akletmez misiniz?” ilahî uyarısına rağmen hâlâ akletmeyenlerin hâl-i pür melali bu!
Bu neyin kavgası?
Kavgacı bir millet olduğumuzu, başkalarının söylemesine ihtiyaç duymayacak kadar kendimiz de farkındayız. Ama niye kavga ettiğimizi veya bu neyin kavgası olduğunu biliyor muyuz?
Herkesin kendine göre bir kavga sebebi olduğu gibi, bir de verecek cevabı vardır. Kendisiyle barışık olmayan kişi çevresiyle kavgalı olursa, kendisiyle barışık olmayan bir toplum da ancak bu kadar olur. Bu toplumun öncüleri, slogan savaşlarıyla, sıkılmış yumruklarla, kendisi gibi düşünmeyen ve inanmayanları düşmanlaştırarak saflarını sıklaştırdılar. Bir başka deyişle, öteki üzerinden kimlikler belirlendi:
Sen faşist! Sen de komünist! Sen Alevi! Sen de Sünni! Sen Kürtçü! Sen de Türkçü! Ben vatansever, sen hain! Ben yurtsever, sen emperyalist uşağı! Ben ilerici, sen yobaz! Ben Müslüman, sen dinsiz!
Ve bu karşılıklı ithamlara bir o kadar da siz ilaveler yapsanız yine ardı arkası kesilmez. Görünen o ki, bizim büyüklerimiz düşmanlık ve ayrıştırma üzerine bir toplum yaratmışlar. Ta çocukluğumuzdan itibaren büyüklerimizin, onlar “kötü”, biz “iyi” telkinleriyle hayatımız şekillendi. Bu ikisinin arasında olunamazdı bu anlayışa göre. Ya bizden ya değilsin! Hâlbuki tarafların ne “siyah”ta ne de “beyaz”da buluşması mümkün. Fakat ikisinin arasındaki gri alanlarda tarafların birlikteliği gerçekleşebilir.
Hepimiz biraz “ak” biraz “kara”, biraz “iyi” biraz “kötü”yüz. Hepimiz biraz Kürt biraz Türk, biraz Alevi biraz Sünni, biraz falan partili biraz da filan partiliyiz. Her birimiz ne yerden göğe haklı ne de külliyen haksızız. Neticede hepimiz Allah kulu ve bu toprakların çocuğuyuz. O hâlde bu kavga niye?...