Avrupa Birliği ülkeleri millî paradan Euro’ya geçiş sürecinde bu işin başını çeken Almanya’da, para birliğine geçildiğinde, hafızalarda yer etmiş Mark’ın üç yıl içinde unutularak yerini Euro’ya bırakacağı öngörülmüştü ve neticede de öyle oldu. Biz de ise, paradan altı sıfır atılarak (1 Ocak 2005) bir milyon TL’nin yerini 1YTL aldığından bu yana 19 yıl geçmiş fakat hâlâ milyon, milyar ve trilyon demekten vazgeçilmedi. Bunun en büyük sorumlusu, sebep olanı, politikacılardır. Özellikle icraatçı/iş başında olan politikacı ve bürokratlar, yaptıkları işlerin hacmini rakamların diliyle anlattıklarından, “eski parayla,” diye söze başladıklarında, milyarlar, katrilyonlar hafızlardan silinmedi.
Bizde olduğu gibi, başka ülkelerde de farklı etnik kökene ve dinî inanca mensup kesimler var. Fakat İngiltere, Fransa ve Almanya’da ister iktidar, ister muhalefet politikacıları olsun, bizimkiler kadar, sanki bir marifetmiş gibi, bir çırpıda farklı etnik kökenlerini ve inanç gruplarını sıralamıyorlar. Bizim politikacılar kendilerince birlik ve beraberlik mesajı vermeye çalışırken, zihnen bölünmüşlüğümüzü daha da körüklediklerinin ve millet olma sürecine darbe vurduklarının farkındalar mı acaba?
Türkiye’nin mevcut sosyo-kültürel ve siyasî durumunu dikkate aldığımızda, kendimizce şöyle özet bir okuma yapmışız: Bize göre milliyetçilik; kendinden olmayanı da kucaklayabilmek, bize göre İslamcılık; mazlumun sessizliğini duyabilmek ve yine bize göre solculuk; inanca saygılı olmaktır.
Bize göre solculuk
İnançsız hiçbir toplumun olamayacağına ve bütün medeniyetlerin inanç eksenli oluştuğuna, inanan da inanmayan da itiraz etmez. Solcu olmanın din karşıtlığı olarak algılanması kadar bu şekliyle kendini ifade etmesi, yaşanan hayatın gerçekleriyle bağdaşmadığı, tecrübelerle sabittir. İnanmasa da inanca saygılı bir soculuk anlayışına ülke olarak şiddetle ihtiyacımız var.
Bize göre İslamcılık
İslamcı zihniyete haklı eleştiride bulunan İ.Güler’in de dediği gibi, Gönül Coğrafyası‘ndan bahsederken; burnunun dibindekini görmeyen, cepheleşmiş (ittifaklar), sürekli iç-düşman/terör örgütleri yaratan, ötekini duvar/tehdit olarak gören, şizofren bir ortam mevcuttur. (İlhami Güler, Muhafazakârlık-milliyetçilik ve çağdaşçı sekülerlik, Karar Gazetesi, 24/06/2023)
Bize göre günümüz Müslümanın en öncelikli farzlarından biri, mazlumun sessizliğini duyabilecek bir kulağa, vicdana ve imana sahip olmaktır. Mazlum; haksızlığa maruz kalmış, siyasî, fikrî ve hukukî hakları gasp edilmiş, sesi kıstırılmış herkesdir. Dayanışma, paylaşma ve kendi dünyasının dışındakilere sağır ve dilsiz kalan İslamcılar, değil mazlumun sessizliğini duymak, çığlıklara bile kulak tıkıyor.
Bize göre milliyetçilik
Hangi milliyetçilik? Sorgulamayan, dış dünyaya kapalı, kayıtsız şartsız devletçi, vasıfsız ve devlete bağımlı, kısmen de dış dünyaya kapalı, taşralı milliyetçilik anlayışı mı? Veya, ulusalcılık ve kasabalılık sarmalında sıkışan, popülist siyasete malzeme bir milliyetçilik anlayışı mı? Buna karşılık yazarın da dediği gibi, dünyaya açık, meslek sahibi, devlet gelirine muhtaç olmayan, kısmen seküler ve orta sınıftan gelen, asık surtalı ve parmak sallayan değil, güler yüzlü, kucaklayan br milliyetçilik anlayışı da mümkün. (A. Tarık Çelenk, Mahallenin Krizinden Memleket Krizine, s.163-164)
Birileri bize, “Hâlâ oralarda mı geziniyorsun?” dese, yadırgamam. Dilimize doladığımız birçok kavramın içini boşalttığımızdan ya da güncelleyemediğimizden olacak ki, biz hâlâ buraları düzeltmek için çabalıyoruz. Öyle bir milliyetçilik tarifi yapalım ki, bizden olmayanlar kendini dışlanmış hissetmesin. Mümkün mü? Mümkün! “Öteki”ni kucaklamanın şartı; kendini bilmek ve kendisinden olanı sahiplenmektir. Bütün mesele, “milliyetçilik”ten ne anladığımıza bağlıdır. Yaratılış gayesine uygun insanı, düşüncemizin merkezine oturtabildiğimizde, İslamcılık, Solculuk gibi Milliyetçilik anlayışımızı da güncellemiş olacağız.