“Din kültürü terk etti.” (O. Roy)
Anadolu Müslümanlığı ile Arap, İran veya Endenozya Müslümümanlığı arasındaki fark, kültürel farklılıktan kaynaklanır. Aynısı diğer dinler için de geçerlidir. Din kültürü, bir milletin sanatında, edebiyatında, mimarisinde, velhasıl günlük hayatında kendini gösterir. Bundan dolayı aynı dine mensup olsalar da, farklı kültürel değerlere sahip toplumların dini algılama veya yaşama biçimi birbirine benzemez.
Din kültürü yüzyıllara dayanan bir birikimin olgunlaşmış hâlidir. Zaman içinde töre, örf ve âdetlerle kaynaşarak yeni bir şekil alır. Kültürden soyutlanmış bir din anlayışı, dinde radikallığa, hatta Olivier Royun tabiriyle “din krizi”ne sebep olduğu gibi, dinden ayrılmış kültürde ise kültürel kriz başgösterir.
Bir arkadaşımın oğlunun düğününe davetliydim. Salona girdiğimde sahnede bir kişi evliliğin faziletleri üzerine vaaz ediyordu. Sonradan öğendim ki, bu düğün, bizim bildiğimiz düğünlerden değil! Bu düğün başka düğündü... Ne oyun havası çalan, ne de oynayan vardı. Güya bu düğün “İslâmî” düğündü. Üstelik bu tercih ailenin değil, Almanya’da doğup büyümüş genç çiftlerin kendi tercihleriymiş.
Dinin kültürü terk ettiği veya dindarın kültürsüzleştiği bu ve benzeri düğünlere son yıllarda çokca rastlamaya başladık. Sekülerlik adına din terk edildiğinde, kültürel erozyona uğruyor, Anadolu’nun yüzyıllardan beri devamedegelen düğün kültürü yerine ithal düğün âdetlerini tercih ediyoruz. Kültürün dini terk ettiği durumlarda da, yukarıda zikrettiğimiz düğün türleriyle karşılaşıyoruz. Özellikle dinî konuları internet ortamında arayan genç kuşakları radikal/fanatik “İslâmcı” gruplara karşı uyarmak lazım.
Çağdaş Selefilik ve IŞİD gibi akımlar, mensubu olduğu kültürden kökleri koparılmış, bir başka ifadeyle, kültürsüzleştirilmiş din anlayışının temsilcileridir: Hoşgörü yok, estetizm, sanat, edebiyat yok, sorma-sorgulama hiç yok! Din kültürünü dinin özü gibi yorumlamak, dini asıl mecrasından saptırmak olduğu gibi, dinden arındırılmış bir kültür anlayışı da, kültürel yozlaşmanın önünü açar. Türk toplumunun yabancısı olmadığı, dindeki yozlaşmanın başlıca sebeplerinden birisi de, dinin politik amaçlar için istismar edilmesidir. Ülkemizde de tanık olduğumuz gibi, “Siyasî egemenliği meşrulaştırmak için din, öteden beri en güçlü araçlardan biridir.” (Terry Eagleton, Der Tod Gottes und Die Krise Religion)
H. Sauer’in Moral (Ahlak) adlı kitabının kapak yazısında, “Modern toplumlar, kriz toplumlarıdır. (Hanno Sauer, Moral)” ibaresi dikkate değer bir tesbittir. Bu kriz maddî olmakatan çok, manevî/kültürel krizlerdir. Anlatılan, temsil edilen din, tatmin edici ve inandırıcı olamayınca, dinden kopuşlar başlıyor. Asırlarca din-kültür ilişkisi yoğrula yoğrula belli kıvama gelmişken, sırf sekülerlik veya modernlik adına dini yok saymak, da, kültürel krizin çıkmasına vesile olur.
Bu süreci en iyi yorumlayanlardan biri de, Fransız Şarkiyatçı O. Roy’dur. Yazar, ideolojik anlamda dindarlığın, yani siyasî İslâmcılığın yeniden dirilişe geçişini, din ve kültürün birbirinden kopuşuna bağlıyor. Buna göre, dindar ait olduğu kültürel kökleri kaybederken, kültür de kendi dinî köklerini ve din ile ilgili dünyevi bilgilerini unutmuş oluyor. (Olivier Roy, Heilige Einfalt)
Din, kültür ve siyaset ilişkisi yerli yerinde konumlandırılmadığında, bazen din adına kültürel değerlerimiz, bazen kültür adına dinî değerlerimiz, bazen de siyaset adına bütün değerlerimiz altüst olabiliyor. Millet olarak kimliğimizin omurgasını oluşturan değerlerin içi boşaltıldığında, bünyeyi dik tutan omurga çökebilir. Böyle bir tehlikenin ayak seslerini duyar gibiyim.