Bütün menfiliklere rağmen bu ülke insanını birbirine yaklaştıran yüreği sevgi dolu ve önce kendine sonra başkalarına saygılı insanlar olduğunu bilmek gerek. Yıllarını birçok millete mensup insanlarla birlikte geçirmiş birisi olarak, söz konusu vicdan ve merhamet olduğunda, dünyanın en merhametli milletinin Türkler olduğunu gördüm. Bazı durumlarda, kendimizden olmayanlara gösterdiğimiz hoşgörüyü ve saygıyı bizden olana çok görüyoruz. Bundan dolayı iç barışı ve toplum huzurunu arzu ettiğimiz seviyeye çıkaramıyoruz.
Batılılaşma ülkümüzü idrak edemeyen aydınımız, Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi, kendi milliyet ve medeniyetimiz hakkında ağır ve yanlış Frenk hükümlerini benimseyerek tehlikeli bir aşağılık duygusuna kapıldı. (F. R. Atay, Niçin Kurtulmamak, s. 70)
Anavatanın dışında yaşadığında, ekmeğini kazandığı ülkeye ihanet etmeyen, içinde bulunduğu toplumun değer yargılarına saygılı olan bir özelliğe sahibiz. Yabancıya olan sevgi ve saygımız bazen abartılı hayranlığa dönüştüğünde; karşıdakinin azameti karşısında kendimize olan güvenimiz sarsıntıya uğruyor. Bir millete özgüven vermesi gereken elit takımının, Osmanlı’dan gelen “Etrakı bi idrak (İdraksiz Türkler)” aşağılamasının çağdaş versiyonu tekerlemeleri bir maharetmiş gibi diline dolaması en büyük bahtsızlığımızdır.
İdrak sahibi olabilmek için engin bakışlı olmak gerek. Biat kültürüyle yetişmiş, sorgulama melekeleri körletilmiş, itaatçı bir zihniyet, sadece gösterileni görür ve sadece söyleneni seslendirir. Anlamadan, irdelemeden bir siyasî görüşe, ideolojiye ya da dine tabi olanlardan ve sırf şahsî çıkarları için bu kesimlerden birinin sözcülüğüne soyunanlardan engin bakışlı olması beklenemez.
Gelişmeleri, karşı karşıya kaldığımız olayları idrak etmek yerine, kolay olanı seçiyoruz: Aile içi şiddet, taciz ve tecavüzler, kadın cinayetleri, intiharlar ve uyuşturucu bağımlılığı, bu milletin bekâ sorunu olacak boyutlara ulaştı. Burun buruna olduğumuz şartların vahametini anlamaktan yoksun irade, günübirlik politikanın zevzekliğiyle idraksiz bir toplum inşa ediyor.
Sadece din birliğinin millet olma yolunda yeterli olmadığını anlamayan bağnazlar kadar, sadece ırk birliğinin de bir milleti ayakta tutmak için yeterli sebep olamayacağını göremeyenler, ülke gerçeklerini idrak edemezler.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal örneğinde olduğu gibi bazı konuları idrak etmede en yüksek makamlar bile yeterli olmayabiliyor: “Özellikle 20 Ocak 1990’da yaşanan Karabağ katliamının ardından Azerilerin gözleri-kulakları Türkiye’den gelecek yardımlara çevrildi. Tarih 15 Şubat 1990. O gün ABD’de bulunan Cumhurbaşkanı Turgut Özal, gazetecilerin karşısına geçip şu demeci verdi. Onlar Şii, biz Sünniyiz. Onlar İran’a daha yakın!” (Soner Yalçın, Tağut, s.79)
İnanç farklılığı, bir millete mensubiyet şuuru duymanın önünde bir engel teşkil etmez. Mezhep farklılığından farklı bir millet sonucu çıkaracak kadar idrakten yoksun olanlar yüzünden bizi birbirimizden ayırma Ya Rab!
Birilerine zihnî bağımlılık, kendi dünyasının dışındaki gerçekleri idrak etmeye engel olduğundan, aklın özgürlüğü bütün özgürlüklerden önce gelir.
Düşüncelerini kamuoyuyla paylaşmak için onlara pek imkân verilmese de, dünyadaki ve ülkedeki gelişmeleri elbetteki enine boyuna tahlil edebilen/analitik düşünen, engin bakışlı aydınlarımızın da sayısı az değil. Onlar, sahip oldukları entelektüel birikimin ve taşıdıkları tarihî sorumluluğun idrakinde olan Türklerdir.
Türk’e kimliğini kazandıran cumhuriyet rejimi öncesi, Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminde “Etrak-ı Bi İdrak” yakıştırmasının açılımını Falih Rıfkı Atay şöyle yapıyordu: “Bakınız Türk de demiyorum. Türk, kaba demek. Odun demek.” (F.R. Atay, a.g.e, s.49)
Mustafa Kemal Atatürk’le başlayan bu süreç zaman zaman akamete uğrasa da, geçmişten geleceğe olan yolculuk hızlanarak devam edecek.