Aylardan sonra geldiğim Almanya’da, Batı’nın genel havasını koklamak için öncelikli olarak kitapçı vitrinlerine, gazete ve dergi ve başlıklarına baktım, politik haber ve yorumları dinledim. Rusya-Ukrayna savaşıyla Rusya’ya karşı kendi içinde derlenip toparlanan Batı’nın, İsrail-Filistin savaşında bir başka şekillendiğini hayretle gördüm. Çünkü Avrupa’nın merkezî ülkesi konumundaki Almanya’da elli yıllık aktif toplum hayatımda ikiyüzlülüğün yani riyakârlığın böylesine tanık olmamıştım.
Yahudilere asırlar boyu reva gördükleri insanlık dışı muamelenin ve İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca Yahudi’ye yaptıkları katliamın bedeli olarak İsrail hükümetine kayıtsız şartsız verdikleri destek, her şeyden önce insanlık adına utanç vericidir. Bilhassa 1990’lı yılların başından itibaren Avrupa’da yükselişe geçen İslâm düşmanlığı, bugünlerde hiç olmadığı kadar farklı toplum kesimlerinden destek görmektedir. Aslında antisemitik (Yahudi karşıtlığı) dünya görüşleriyle bilinen Avrupalı ırkçıların bugünlerde İsrail’in tarafında yer alırmış gibi görünerek Müslüman düşmanlığını bayraklaştırması, düşünmeğe değer ve bir o kadar da endişe verici bir gelişmedir.
Avrupa faşizmi
İdeolojilerin doğuş ve bitiş yeri Avrupa’da faşizmin marjinal (uç noktalarda) bir ideoloji olmaktan çıkıp, İtalya’da neofaşist Giorgia Meloni’nin başbakanlığıyla, Hollanda’daki parlamento seçimlerinden Geert Wilders’in partisinin birinci olarak çıkmasıyla, Fransa’da Marine Le Pen’in liderliğindeki ırkçı partinin son seçimleri az oyla kaybedecek kadar yükselmesiyle ve siyasî varlığını özellikle göçmen Müslümanlar/Türkler karşıtlığına borçlu olan Alman AFD (Almanya İçin Alternatif) partisinin son yoklamalarda %20’lik bir oy oranına ulaşmasıyla, faşizm Avrupa’da yeniden hortladı.
Batı’da faşizm demek, özellikle Müslüman ülkelerde şimdikinden daha çok savaş ve kargaşa demektir. Nazi, neofaşist, ırkçı veya İslamofobik hareketlerin Avrupa’da güç kazanması, ağırlıklı olarak Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkleri/Müslümanları ve beyaz ırktan olmayan diğer göçmenleri zor günlerin beklediğine işarettir.
Cemil Meriç’in,“İzm’ler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir,” sözü, sadece bizim için geçerli değildir. Bu gidişle yeniden “Kahverengi Gömlekliler”in (Brauenhemden) Almanya’da, “Kara Gömlekliler”in (Squadristi) İtalya’da, “deli gömlekleri”ni giyerek sokaklara inmeyeceğini kim garanti edebilir?
Türk Düşmanlığı
Bir daha gördüm ki, söz konusu kendi çıkarları olduğunda Batı, bütün insanî ve ahlâkî değerleri görmemezlikten gelebilir. Almanya’nın dünyaca ünlü Der Spiegel (18.1123) dergisi, İsveçli aktivist Greta Thunberg’in İsrail’in Gazze saldırısını eleştirmesinden duyulan rahatsızlığı kapağına taşımış: “Irrweg eines Idols/Bir İdolun Şaşkınlığı” ve alt başlıkta, “Greta Thunberg ve İsrail’in Solcu Düşmanları” ibaresini kullanmış. Daha düne kadar göklere çıkardıkları bu kız çocuğunun, “çocuklar ölmesin” demesine bile tahammülü kalmamış “özgür ve insancıl” Batı’nın. Nazi Almanya’sının beş milyonun üzerinde Yahudi’yi katletmesinden dolayı Almanya’nın İsrail konusundaki hassasiyetini anlamakla birlikte, Müslümanları antisemitik olmakla itham etmeleri, son derece oportünist bir yaklaşım tarzı ve hedef saptırma taktiğidir.
Batılı sanayi ülkeleri yakalamış oldukları refah düzeyini kaybetmelerinden korktukça saldırganlaşıyor. Onların saldırganlığı, kendilerine göre öteki olan dünyada yoksulluk ve sömürü düzenin ve yerel/bölgesel çatışmaların devamı demektir. Dünyanın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sonuna kadar kullanmak, yani sömürü düzenini devam ettirmek ve kendi pazarını garantilemek için biz tüketen, onlarsa üreten, imal eden ülkeler olmalı. Bu da yetmez; bizim ne olduğumuza, hangi sıfatları hak edip etmediğimize onlar karar vermeli. Zaten öyle de yapıyorlar. Meselâ, istediğini, daha doğrusu istemediğini “radikal” ya da “terörist” ilan ettiği gibi, bazılarını da “hürriyet savaşçısı” olarak lanse edebiliyor. Çünkü teknoloji imalatı yaptıkları gibi kavram üretmek de onların tekelinde. Dün, “mücahit” dediğine bugün “İslâmcı terörist” dediği gibi.
Fransa, Almanya, Hollanda gibi ülkelerde yabancılar olmasaydı, faşist hareketler de bu derece taraftar bulamayacaktı. Türkiye ve Avrupa Türkleri, özellikle Türk düşmanlığının ideolojik formata büründüğü Avrupa’ya hazırlıklı olmalıdır.