Belli bir bilgi ve tecrübe birikimine sahip, ortalama hayat çizgisinde sapmalar olmamış ve her daim yenilenmeyi şiar edinmiş bir insan, kendisi gibi olandır. Onu bir yerlere yamamak, birileriyle özdeşleştirmek veya kendimiz gibi düşünmesini beklemek, haksızlık olur. Bu haksızlığa, özellikle düşünce üreten, fikir sahibi hemen herkes kendi çapında maruz kalmıştır. İlimde yeni bir şey söyleyen, projesi olan veya keşfeden kişi dikkatleri üzerine toplar, ilgi odağı olur. Özellikle bizim gibi ideolojik sınırların ayrıştırdığı toplumlarda, bildik düşünce kalıplarını zorlayacak kadar yeni bir şey ortaya atıldığında, taraflar önce teyakkuza geçer. Söyleneni anlamak yerine, bu sözün kime yarayıp kime yaramayacağına bakılır. Meselâ, “sağ” kesimden olmasına rağmen, milliyetçi-muhafazkâr/sağcı kitleyi eleştiren bir düşünceyse, “sol” kesimden sosyal demokrat, laik, Atatürkçü tarafın işine yarar. Kendi (sol) mahallesini eleştiren bir düşüncenin “müşterisi” ise, sol’dan daha çok sağ cenahtan olur.
Kendisi gibi ol(a)mayanlar, kendisi gibi olanları anlamakta zorlanır. Türk toplumu gibi özellikle dinî, siyasî ve kısmen de etnik kökene dayalı kutuplaşmaya elverişli toplumları yönlendirmek, bir başka deyişle, sevk ve idare etmek kolaydır. Buna, şartlandırmak da denilebilir. Şartlandırılmış bir kafa; adeta enjekte edilen programa uymayan herşeyi reddeder. Özellikle sosyal medya bu tür yönlendirmelerin cirit attığı yerdir. “Hainler”in ve “Kahramanlar”ın tescillendiği bir toplumda siz; “Ne seninki kahramandır, ne de onlarınki hain!” deseniz, belki ilk başta bir taraftan alkışlanır diğer tarafın da yuhalanırsınız. Aynı eleştiriyi, kendilerinin dışındakileri “hain” olarak gören diğer tarafa yaptığınızda, bu sefer aynı zılgıtı onlardan yersiniz. Kendisi gibi olmanın böylesi bir bedeli var, olabilenler için.
Bir (temenni) yazımızda,“ Dün, aynı davayı omuzlayanların, aynı yolda ve ortak hedefe kol kola yürüyenlerin bugün farklı siyasî partilere yakın olmaları ya da oralarda siyaset yapmaları normal, fakat karşılıklı olarak birbirlerini hainlikle suçlamaları, düşman kardeşler durumuna düşmeleri yanlış ve tehlikeli!“ olduğunu dile getirdikten sonra, “Siyasetin ya da siyasetçinin dostları ve düşmanları günübirlik değişebiliyor fakat bizim metodumuz, yolumuz yordamımız bu olmamalı. Nice zor günlerde, çetin yollarda kazandığımız dostları bugünden yarına günlük politikaya heba etmeyelim!“ dedik diye, bir kesim “mahalleli”nin hışmına uğradık.
Her taraf, kendisinin taraf olmasından dolayı resmin sadece bir tarafını görür. “Bitaraf (tarafsız) olan bertaraf olur” sözünün, kendisi gibi olan için bir hükmü olamaz! Kendisi gibi olmak; her tarafı yani resmin tamamını görmektir.
Dışarıdan baktığımızda
Kendisi gibi olamayan toplumu, kendisine benzetmeye çalışanlar çok olur. Kendisi gibi olmak; kendisiyle barışmak, gerçekleriyle yüzleşmektir. Kendisiyle yüzleşme safhasını geride bırakmış ileri demokrasi ve sanayi ülkelerinden ülkemize bakıyorum: Hidrojen enerjisi üzerinde harıl harıl çalışıldığı, araştırmalar yapıldığı, 2035 yılından itibaren benzin ve dizel yakıtlı motorların AB ülkelerinde yasaklanacağı, Hint asıllı İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’ın ardından, Pakistan asıllı Hamza Yusuf’un İskoçya Başbakanı olduğu, insanlığın geleceğine dair felsefî, sosyolojik, iktisadî ve siyasî konularda entelektüel/ilmî tartışmaların yapıldığı ve bu konuları içeren, hemen hergün yeni kitapların çıktığı, 1. ve 2. Dünya Savaşlarının küllerinden yeniden doğan bir Avrupa Birliği’nden; hak-hukuk ihlallerinde, yolsuzluklarda, düşünce hürriyetinde, bilmem dünyanın kaçıncı sıralarına gerileyen ülkemi seyrediyorum:
Kim ya da kimler bize, “Canıyın derdine düşesin!” diye kargış etti ki, millet olarak kendimizle cebelleşmekten başımızı kaldıramıyor, etrafa bakamıyor, sağlıklı düşünemiyoruz. Bunca TV kanallarına ucu açık sözde tartışma programlarındaki seviyesiz didişmeleri, hırlaşmaları biz seyretmekten, onlar konuşmaktan usanmadılar. Hele şu tv mühabirleri... Vay şu güzel Türkçe’mizin başına gelenler! Dakikalarca beş-on kelimeyle aynı cümleleri tekrarlayıp duruyorlar. Ancak bir dile iyi derecede hâkim olanlar o dilde düşünce üretebilirler. Meramını anlatmakta zorlananlardan düşünce üretmek ne mümkün...
Alman filozof Helmut Pape, “Yabancı, bizi bize götürür” diyor. Elin ülkelerinde bu kalkınmışlık, bu nizam-intizam, bu sükûnet ve rafah bizde niye olmasın?