Bu ülkenin sağcı’sı sağda yazanı, solcu’su solda yazanı okuyor. Dünyaya farklı yerlerden bakan yazar ve düşünürlerimizin ortak noktası ise, merhum Durmuş Hocaoğlu’nun da dediği gibi, kendi tarihini tarih içerisinde bırakıyor, onu günümüze taşımıyor. Birçok konuda kendimize örnek aldığımız, “Batı dünyası kendi düşünce tarihini bir bütün olarak alıyor ve diri tutuyor ki, tarihinde olup bitmiş olan her şey, bütün düşünce hayatının kahramanları günümüzde hâlâ yaşıyor. (D. Hocaoğlu, Türk Yurdu Dergisi, Aralık 2006)”
Düşünce hayatımızın kahramanları konusunda bizim aydınımızın ideolojik takıntısı var: Birinin gördüğünü diğeri görmüyor ya da görmemezlikten geliyor. Çok uzaklara gitmeğe gerek yok... İstiklâl Marşı Şairi olmaktan öte, din ve dindarlıkla ilgili açılımlarını büyük bir cesaretle şiirlerine taşıyan M. Akif Ersoy konusunda bile, dindarından sekülerine bizim aydınımız hakkı teslim etmede kendi düşünce kalıplarının dışına çıkamadığı gibi, yaşadığı çağa da taşıyamadı.Bir kesim M. Akif’i Sultan Abdülhamit’e karşı olduğundan dolayı, bir kesim Atatürk’le arasının mesafeli oluşu sebebiyle ve en ilginç olanı ise, İslâmcı bir kesimin M. Akif gibi bir İslâmcı şairi “dinde reformcu”lukla yaftalaması yüzünden, onun “İstiklâl Marşı”na duyulan saygı kendisinden esirgenmiştir. Bu yaklaşım tarzı, kendi düşünce tarihimize bir bütün olarak bakışımıza ve günümüze taşımamıza engeldir.
Düşünce dünyamızın ender şahsiyetlerinden biri de, Mirza Ali Ekber Sabir (Mirze Elekber Sabir)’dir. Zorluk ve yokluklarla geçen 49 yıllık ömrünün son günlerindeki son sözleri:
“Ben vücudumda olan eti halkımın yolunda çürüttüm. Eğer ömür vefa etseydi kemiklerimi de halkımın yolunda koyardım. Fakat ne çare ölüm aman vermiyor.”
Azerbaycan’lı şair Mirze Elekber Sabir bir Batı’lı ülkenin şairi olsaydı, edebiyat, sosyoloji ve hele ilahiyat sahasında üzerine onlarca eser yazılır, araştırmalar yapılır ve çağdaş Ali Ekber Sabirlerin ilham kaynağı olurdu. Cehalete, din istismarına ve haksızlığa karşı mizahî/hicvî şiirleriyle verdiği mücadelede bayrağı devralanların olsaydı, bugün minberlerden, kürsülerinden topluma ayna tutan yeni Akifler, Sabirler ve Şeriatiler konuşur olacaktı.
Sabir, eleştirilerinden rahatszı olanlara,“Niye bes böyle bereldirsen a kara gözünü?/
Yoksa bu aynada eğri görürsen özünü?” diye cevap veriyordu. Onun meşhur “Gorhuram(Qorxuram)” şiirindeki korkuyu, aradan bir asır geçtiği hâldehâlâ üzerimizden atamadık.Şairin de dediği gibi, bu korku yabanilere, yabancılara olan korku değil; Müslümanın Müslümana olan korkusudur. Başka ülkelerin çok tuhaf insanlarından korkmayan şair, niçin dindaşından korkar? Çünkü o,acı gerçeğin önüne çekilmiş dindarlık perdesini kaldırınca, insanı korkutan çirkinlik ortaya çıkıyor. Din, dindarlık ve Müslümanlık adına yapılan haksızlık, suistimal ve ahlâksızlıktan çekmeseydi şair, bu dizeler ortaya çıkar mıydı?
“Harici mülkünde de hetta gezib
Çoh tühaf insan görürem, gorhmuram.
Leyk (lakin), bu gorhmazlık ile doğrusu,
Ay dadaş, vallahi, billahi, tallahi,
Harda müselman görürem, gorhuram!”
Mezheplerüstü bir bakış
Münevver/entelektüel olmak; Sabir gibi, yerine göre partilerüstü, yerine göre mezheplerüstü ve kavimlerüstü düşünebilmek ve bakabilmektir: “Gardaş bilecek birbirini şie ve sünni/Her emrdehemre’y, hemefkarolacağdır.” Bizim düşünce dünyamızda Akif gibi, Sabir ve Şeriati gibi inandığı değerlerin ve savunduğu düşüncenin bedelini ödemiş olanlar, onların açtığı yolda ilerleyenlerin işini kolaylaştırıyor ve gideceği yolda manevî mihmandarlık yapıyorlar. Fakat aydın, “âlim”geçinen oportünist, güya kendine örnek aldığı, “üstat” dediği büyük şahsiyetin işine gelen tarafından minnacık bir alıntıyla, yine onun üzerinden kendine toplumda bir paye biçmeye çalışır.
Tam da M. Akif’in, “Asrın idrakine İslâm’ı söyletmek” ülküsünün gereğini yapmak için 44 yıllık ömrünün iki gününü birbirine eşit olmadan sürgünlerde geçiren Ali Şeriati’ye İran’da “sünnilemiş” gözüyle bakılırken, sünni ülkelerde “İran’lı şii” gözüyle bakıldı.
M. Akif’in düşüncesinden rahatsız olanlar, Sabir’e de tahammül edemediler. Sabir’e dünyasını zindan eden zihniyet Şeriati’ye bu dünyayı zindan etti. Şimdi aydınımıza düşen görev, onları yaşadığımız çağa taşımak olmalıdır.