Politikacıların körüklemesiyle toplum olarak tahammülsüzlüğün zirvesine tırmandığımız bugünlerde, kültürümüzde var olan hoşgörüyü yeniden ete kemiğe büründürmek gerek.
“Hoşgörülü bir halk mıyız, yoksa bağnaz mıyız?” sorusuna, “Kime ve neye göre?” diyerek takviyede bulunursak, daha doyurucu bir cevap verebiliriz. Hoşgörülü olmanın ölçüsü, başkalarına göre mi yoksa kendi değer yargılarımıza göre mi olmalı? Meselâ, bir Alman veya Amerikalıyla kendimizi kıyaslayarak bir neticeye varabilmek de mümkün, kültürel değerlerimize göre de...
Fransız düşünür Voltaire, “Tolerans nedir?” sorusuna, “İnsanlığın ta kendisidir” diyor. Batı dillerindeki “tolerans” kelimesiyle bizim “hoşgörü”müz benzerlikler arz etse de, Yunus’un deyimiyle, “Yaratılanı hoş gör, Yaratan’dan ötürü”deki “hoşgör”ünün derin ve bir o kadar da engin anlamının yanında “tolerans” çok cılız kalır. Ben de kendime, “Hoşgörü nedir?” sorusunu yöneltmiş olsam, birçok tarifin yanısıra, “hoşgörü farklılıkları kabullenmektir” derim. Şu gök kubbemizde hâlâ Yunusların, Mevlanaların sözleri dilimizden düşmezken, bu hoşgörüsüzlük niye... Yaratan birimizi beyaz birimizi siyah, birimizi Türk diğerimizi Kürt ya da Arap yaratmışken, bize de bunu böyle kabullenmek düşer!
Avrupa tarihi bir yandan, C. Meriç’in dediği gibi, Türk’e karşı yazılmış bir tarih, diğer taraftan da kendi içinde asırlarca mezhep ve ırk savaşlarıyla şekillenmiş bir tarihtir. Avrupalılar, özellikle din ve dindarlık adına birbirinin kanını döken mezhep savaşları ve benzeri düşmanlıklara son vererek, hem kendi içindeki çatışmalardan hem de 2. Dünya Savaşı’na kadar süregelen ölüm-kalım savaşlarından ders çıkararak bugünkü Avrupa Birliği projesini gerçekleştirdiler. Kendi coğrafyamıza dönüp baktığımızda hâlâ, “etrafı düşmanlarla çevrili” bir ülke konumundan kurtulamadık maalesef. Burada kendi beceriksizliğimizin yanısıra, başta ABD olmak üzere İngiltere, Almanya ve Fransa gibi sömürgeci ülkelerin mezhep ve etnik köken farklılıklarını kışkırtmasının da bir tezahürü olarak, aslında hoşgörünün hâkim olması gereken bir iklimde, “Ortaçağ karanlığı”na benzer bir durum yaşanmaktadır.
Aslında imparatorluk (Osmanlı) tecrübesin sahip bir milletiz. İmparatorluk, yani bugünün “süper gücü” veya “dünya devleti” çokuluslu ve çokkültürlü tecrübeye sahiptir. Dinî ve siyasî bağnazlıklar silsilesinin neticesi olarak, bizdeki Yunusça hoşgörü sadece slogan bazında kaldığından, ete kemiğe büründüremiyoruz maalesef.
Ayrışmalar üzerinden verilen mücadele artık yerini, farklılıklarla barışma ve bütünleşmeye bırakmalıdır. Her şeyden önce insan’ı merkeze koyduğumuzda, herhangi bir ırka, inanca veya siyasî görüşe mensup olmak yerine, kişinin insanlığına bakılır. İnsan merkezli düşünmek, inanmak ve siyaset yapmak, toplumlara huzur, insanlara hoşgörü getirir. İnsanı yaratılmışların en şereflisi mertebesine yükselten sevgi, merhamet ve barış dini, cehalet ve bağnazlığın esaretinden kurtarıldığı gün, insanlar arası ilişkilerimiz de insanca olacaktır.
Sözkonusu “insan” olduğunda, İslâm’ın verdiği evrensel ve insanî mesajı bihakkın anlayan dindarla, insana değer veren seküler aydının ızdırabı, Z. Bauman’ın dediği gibi aynıdır: “İkimiz de tam iyileşmemiş yaraların sahibiyiz. (...) Siz inancın zorla uygulatılmasına, bense insanın ilahlaştırılmasına. (Tanrıya ve İnsana Dair)” İnsanı araç olmaktan kurtarıp, amaç, yani en yüce hedef, en değerli varlık konumuna getirmek için ne kimseye Tanrı adına baskı ve zülüm yapılsın, ne de tanrılaştırılmış insana tapılsın.
Hoşgörü sahibi olmak her şeyden önce bir eğitim meselesidir: Ailede, okulda, mahallede ve mabette... Bilgimiz, tecrübemiz ve gördüklerimiz; kendisiyle barışık olmayan toplumların ilimde, sanayide ve demokraside çağdaşlarıyla yarışmasının mümkün olmadığı yönündedir. Kendisiyle barışık olmak için kendi içindeki farklılıkların farkında olmak ve hoşgörüyle yaklaşmak gerekir. O sebepten dolayı, asırlara uzanan hoşgörü kültürümüz, bir insanî özellik olarak yukarıdan aşağıya doğru toplumda karşılık bulmalıdır.
Bu gök kubbenin altında hoş bir seda bırakmak isteyenler, insanı aşağılamasın, yüceltsin! Birbirimizin kusurunu, eksiklerini hoşgörüyle düzeltir, farklılıklarımızı kabullenirsek, güçlü ve huzurlu oluruz.
Hoşgörü ve huzurun hâkim olduğu bir Ramazan Bayramı temennisiyle, bayramınız mübarek ola!