Denilir ki; taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir. Biz de son yıllardaki yazılarımızla hep aynı hedefi dövmeye çalışıyoruz: İnsan eksenli eleştiri ve düşüncelerimizin temelinde; merkezine insanı oturtmayan, onu amaç edinmeyen her inanç ve dünya görüşü (bize göre) er veya geç hedefine ulaşamadan çöker. Faşizm, komünizm ve benzeri diktatör rejimlerde insan, sistemin çarkını çeviren bir araçtır. Kapitalist sistem ise, “insan”ın yerini tüketici almıştır: İnsan tüketmek için vardır.
Aynayı kendimize tutacak olursak: Kültürümüzde müstesna bir yere sahip olan, bazen yere göğe sığdıramadığımız “insan”ı, olur olmaz sebeplerle, bozuk para gibi harcamaktan da geri durmuyoruz.
Mademki, insanlığımızı ve dünyamızı tehdit eden hemen bütün sorunlar insan kaynaklıdır; o hâlde insanı tanımadan, onu anlamadan çözüm olmaz. Bir ötekini tanımadan önce kendimizi tanımak şarttır. İtiraf edelim ki biz, birbirimizle hırlaşmada, dalaşmada, kafa-göz kırmada, bizden olmayan biz’e düşman kesilmede pek mahiriz.
İnsan’ı insanca görmek, kabullenmek bir eğitim, kültür ve inanç işidir. Biz ki insanlığı kucaklamaya namzet bir yüce görüşe sahibiz; o hâlde bu eyleme en yakınımızdan başlamalıyız.
İnsana bakışımızda kişinin görüntüsü, siyasî görüşü, dinî aidiyeti ve etnik kökeni gibi etkenler bizi yanıltabilir. Karşımızdaki kişi, bizden çok farklı bir politik görüşe veya dinî inanca sahipse, sözgelimi, “sağcı” ya da “solcu”, “Alevi” ya da “Sünni”, bazen de “gâvur” ya da “Müslüman” oluşu, bizim gözümüzde onun salt “insan” olduğunu perdeler. Çoğu zaman kişinin dış görüntüsüne göre tanımlama, insan olan onun insaniliğini tarifte yanıltıcı olabilir.
Diğer taraftan, her ideolojik grup kendi insanını “yaratma” peşinde veya şekillendirmeğe çalışmaktadır. Herkes kendi penceresinden gördüğü insanı tarif ederken, hiçbirisi bir bütün olarak insanı görmez veya görmek istemez. Hâl böyle olunca, “öz”ümüzü tanımıyor, öz’e inemiyor ve özdeşleşemiyoruz. Ve bu ihmalkârlık bizi bize unutturarak, kalabalıklar içinde yalnızlaşmamıza sebep oluyor.
Görüntünün perdelediği insan
Dış görünüşüne göre tarif edilmiş bir zatın ismini bir zamanlar sıkça duyardım ama kendisini hiç görmemiştim. Günün birinde takkeli, cübbeli ve de sakallı kişiyi bir televizyon kanalında gördüğümde; başındaki takkesinin, üzerindeki cübbesinin çıkarılmış ve bir de sakalının kesilmiş hâlini gözümde canlandırdım: Herkesin giydiği kıyafetten giymiş olsa, hiçbir esprisinin kalmayacağını fark ettim. Başka bir ifadeyle; farkındalık yaratmak için seçilmiş olan giysilerin içindeki o “insan”ı görmeğe çalıştım. Verilmek istenen, kitlelere lanse edilen görüntünün aksine, görülmesi gereken “insan”a baktım: Kişi, insanî eksikliğini görüntüsüyle kapatmaya çalışmıştı.
Bir erkeğin, fiziği düzgün kadının görünüşüne takılıp kalması, onun gözünde kadının kadınlığı, “insan” oluşunun önüne geçer.
Kalabalık yalnızlık
Geride bıraktığımız 2024 yılı için “Kalabalık Yalnızlık” sözü veya kavramı, “yılın kelimesi” olarak seçilmiş. Biz de bundan takriben on sene önce, kalabalıklar içinde yalnızlaşan insanın dramına dikkat çekmiştik. Postmodern çağda insanın geldiği, getirildiği nokta; yalnızların kalabalığı ya da kalabalıkların yalnızlığıdır.
Programlanmış bir hayata adapte olabilmek için neredeyse saniyeleri kovalayan çağdaş insan, yanı başında olup-bitenden, bazen de ölüp-yitenden haberi bile olmuyor veya dönüp bakacak kadar zamanı yoktur. Biz işte böylesi bir zamanda, kaldırımların kaldıramadığı kadar, sokakların taşıyamadığı kadar kalabalıkların içinde ben, sen ve o olarak yalnızız. Ortak noktalar, değer bağları azaldıkça, diğerlerine karşı sorumluluk duygusu kayboldukça, sanal dünyanın dehlizlerinde gezindikçe yalnızlaşıyoruz.
Yazar T. Zeldin, “Ben insanlığı henüz birbiriyle doğru dürüst tanışmamış bir aile olarak görüyorum, (Theodore Zeldin, İnsanlığın Mahrem Tarihi, s. 453)” diyor. Peki, benim ülkemin insanları birbiriyle yeterince tanışmış olsaydı, bunca ayrılık gayrılık başımıza gelir miydi?
Kalem, emek ve yüreğinize sağlık Mahmut Ağabey. Rabbim, insanlık yolunda emek ve gayretlerinizi bereketlendirsin. Yazdıklarınızı okuyup anlamamız ve bunun pratiğini yapmamız niyazlarımla selam ve muhabbetler. İyi ki, varsın...