Şimdiye kadar Batı menşeli sistemlerin en büyük yanlışı, yanılgısı ve eksiği; insanın fıtraten ihmâl etmeleridir. İnsana, “üstünlük” payesi verilirken de, insanı sistemin veya devletin bekâsı için görürken veyahut da, J. Ziegler’in deyimiyle, (Batılı insan) eşya yerine konulurken de, insan hep araçtır, amaç değil! “Bizim toplumlarımızda, Rönasans’dan bu yana, yani kapitalizm ile sömürgeciliğin aynı anda doğumundan beri, insanın yüce boyutunun giderek zayıflaması, onu tek boyutlu bir varlık haline getirerek indirgenmesine yol açmıştır. O artık sadece üreten ve sadece tüketen biridir.” (Roger Garaudy)
Yalnızız
Kendimize mekân inşa ettik, okul inşa ettik, cami inşa ettik ama insanı, asıl ve herşeyden önce inşa edilmesi gerekeni inşa edemedik, etmedik... Herşey insan için, herşey insanlık uğruna şiarından yola çıktığını zannedenler, önem ve önemlilik sıralamasında insanı geri plana attılar, ya da ihmal ettiler. Bu ihmalkârlık bizi bize unutturarak, yalnızlaştırdı.
Programlanmış bir hayata adapte olabilmek için neredeyse saniyeleri kovalayan çağdaş insan, yanıbaşında olup-bitenden, bazen de ölüp-yitenden haberi bile olmuyor veya dönüp bakacak kadar zamanı yoktur. Sanki sadece rekabetten müteşekkil bir hayat ve rakiplerden oluşan bir dünyada kendini zanneden ve hayatı da böyle algılayan insanın, hemcinsleriyle birşeyleri paylaşması, onlarla yardımlaşması ve bütünleşmesi zordur.
Rakiplerle kuşatılmış bir hayat anlayışı için ölesiye rekabet artık kaçınılmazdır... Günümüz itibariyle ticarette, siyasette ve ilim sahasındaki geçerli, kabul gören rekabet anlayışı, kariyer ve çıkarlar uğruna çiğnenen dostluklar, ezilen gururlar, feda edilen sevgiler, hiçbir insanî değerle örtüşmesi mümkün değildir.
Biz işte böylesi bir zamanda, kaldırımların kaldıramadığı kadar, sokakların taşıyamadığı kadar kalabalıkların içinde ben, sen ve o olarak yalnızız. Kendimizi kandırmayalım; ötekiler, onlar gibi bizler de “biz” olarak yalnızız! O kadar yalnızız ki, ‘biz bize’ olduğumuz anlarda bile yine yalnızız.
Biz en olması gereken seviyede kendimiz olan biz’i tarif ederken, asıl yalnızlığımızı orada görüyoruz: Kitap sayfalarındaki, menkıbelerdeki insan tarifini hayatın içinden insana uygulamaya kalkışınca, reel (gerçek) insanla irtibat kopuyor ve biz kendi gerçeğimizle yüzleşmekten imtina ediyoruz. ‘Mükemmel insan’, ‘ideal insan’ şablonuna uygun insan arayanlar yalnızlıktan kurtulamazlar ancak, idealist insan arayanlar eli boş dönmez.
Sistemin yarattığı insan
Bütün mesele, tercih ettiğimiz veya kabullenmeğe mecbur kaldığımız hayat, “ne kadar insanîdir” türünden bir soruya verilecek cevapla anlaşılmış olacak. İnsan olarak sistemin içinde olmak; sistemin insanîliğine delalet değildir. Şikâyetçi olduğumuz sistemde (hayat tarzı) “herşey insan için, insana göre” prensibi geçerli değildir. Sistem, ya kendi ‘din’ini icat ederek, ya da mevcut dini, sisteme uyarlayarak, insandaki ilâhî özelliklerin yerine beşerî ihtiras ve beklentileri oturtur. Böylece insana, sistemin taşıyıcı rolü verilmiş olur. Bu rolü kabullenen insan; iyi bir faşist, iyi bir sosyalist veya iyi bir kapitalisttir.
Dikkat edilirse, her ideolojik grup kendi insanını “yaratma” peşinde veya şekillendirmeğe çalışmaktadır. Herkes kendi penceresinden gördüğü insanı tarif ederken, hiçbirisi bir bütün olarak insanı görmüyor veya göremiyor. Hâl böyle olunca, “öz”ümüzü tanımıyor, öz’e inemiyor ve özdeşleşemiyoruz. Grupların kendi arasındaki birlikteliği bile sahici, samimi ve kalıcı değil; konjonktürel, hamasî veya menfaatçidir. Bu umdelerden birisinin eksikliği, cemaat veya grup arasındaki canlılığa ciddi bir darbe vurabiliyor.
Birbirimizi beğenmiyoruz; bir dindar ötekinin dindarlığına, bir milliyetçi diğerinin milliyetçiliğine, bir Atatürkçü berikinin Atatürkçülüğüne dudak büke, kulp taka taka, biz kendisinden başkasını beğenmeyen insanlar hâline geldik..
Meydanlara toplanan, tek yürek, tek bilek gibi görüntü veren kalabalıkların birlikteliği, toplantı dağılınca biter. Camide, cemevinde saf saf olanların kardeşliği, ibadetten sonra unutulur. İki kişiyi biraraya getiren sebep, ortak bir gayenin olmasıdır. İddiaları, yüce gayeleri, uzun soluklu hedefleri olmayan fertlerden oluşan toplumun “Kızıl Elma”sı da olmaz! Gündelik gayeler için bir arada olan kalabalıklarda birlik olmaz.
A. Bedrettin Hassun’un dediği gibi: En kutsal kitap insandır. Bu kitabın her sayfası diğerinden farklıdır ve biri diğerine benzemeyen altı milyar sayfadan daha fazladır . Bu “Kitap” okunmadan, okunup da anlaşılmadan anlaşamayız... Bütün mesele, kitaptan bir sayfa olmak mı, yoksa sadece bir sayfalık kitap mı?
Not: Daha fazlası için; “Kendi Eksenine Dönüş”e bakabilirsiniz.