Beyin gücüyle kol (fizikî) gücünüzü birleştirerek inandığınız gaye uğruna verdiğiniz olağanüstü mücadelenin adı kahramanlıktır.
Son yıllarda çok sıkça TV kanallarında gördüğümüz tarihî filmler “kahramanlık” adına kılıç ve kandan ibaret. Sözün olmadığı kahramanlık kuru bir gürültüden ibarettir.
“Kırat köpüğünden düşman kanından/Çizme dolup şalvar ıslanmalıdır” narasıyla Bolu Beyi’ne meydan okuyan Köroğlu... Kırk kişiyle Çin’i dize getiren Kürşat... Alpaslan, Fatih, Yavuz... Nedense “Muhteşem Süleyman”ı es geçiyoruz.
Bugüne dair sözü olmayanın referansı mazideki kahramanlarıdır. Bizim kahramanlarımızsa bugün ve yarına dair sözünü insanlığa haykıranlardır.
Yerine göre kılıç hakkını da inkâr etmemekle birlikte; davası uğruna kılıç sallayan, silah çeken ya da yumruk atan değil, söz söyleyen, diyecek sözü olanlar daha kazançlı çıkar.
Şayet öyle olmsaydı Peygamberler kitapla, kelamla değil, kılıçla işe başar, tebliğ yaparlardı.
****
“İlmin Kapısı Ali”nin alimliğinin önünü zülfikâr’la kapatanlara inat, kılıcın sahibi Ali değil, sözün sahibi Ali’dir bizim kahramanımız.
Bir yanımız Yavuz, bir yanımız Yunus. Yavuz kılıç, Yunus söz’dür. “Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı. Söz ola ağulu aşı/Yağ ile bal ede bir söz.”
Yavuz ayrıştırır, Yunus birleştirir. Kahramanlık, Yavuzlaşmakta değil Yunuslaşmaktadır!
***
1970’li yılların Türkiye’si: Daha yirmili yaşların başındaki memleket çocukları şehir şehir, semt semt vatanı “düşman”a karşı savunma, hatta kurtarma mücadelesi veriyor. Teorik mücadele ya da fikir çatışması yerini fizikî kavgaya bırakmış. Her kesimin “kahramanları” türemiş: Bir yumrukta karşıdakini yere seren, silahlı çatışmalarda en önde çarpışanların ünü dalga dalga yayılıyordu. Daha sonra onlar efsane kahramanları gibi anlatılmaya başlanınca, ayağımız yerden kesildi ve efsaneler dönemi başladı.
Efsanevî kahramanlık, büyük bir cesaret örneği göstererek “düşman” haklamak değil, düşmandan dost kazanmak, husumeti sevgiye dönüştürebilmektir. Ve insanlığın en büyük kahramanları, bir ömrü ilme, tefekküre, aratışmaya adayarak bütün insanlık için icatlar, keşifler yapanlar, fikirleriyle insanlığı selamete götürecek yeni bir yol gösterenlerdir.
Ve kavga bitmiştir…
Sırtımızı dayadığımız dağlar, sipere yattığımız tümsekler birer birer düştü: Sosyalizmin Marksist-Leninist kolundan Sovyetler Birliği kapitalizme yenik düşerken, Marksist-Maoist kolu Çin ise kendi içinde kapitalizme dönüşerek bitti. Dünya proletaryasının dayanışma ruhu ortadan kalkınca, komünist devrim için kavgaya gerek kalmadı…
“Demir Perde” çöktükten sonra Türkiye üzerindeki Sovyet tehdidi kalktı, Esir Türkler için yakılan ağıtlara ve onları esaretten kurtarma ülküsüne de artık gerek kalmadı… Konjonktürel milliyetçiliğin beslendiği kaynağın iki önemli damarı kuruyunca, heyecan düştü, hız kesildi; kavga bitti…
Ümmetin birlik olmak gibi bir derdinin olmadığı anlaşıldıktan ve inanmış müslümanın mağduriyeti ve kitlelerin İslamcılığa olan heyecanı, “Müslümanların” muhalefetten iktidara, kenardan merkeze gelmesinden sonra İslamcılık cazibesini kaybetti ve bitti!
Bundan sonra sosyalistliğimiz, milliyetçiliğimiz ve islamcılığımız, bütün günahlarımızı yıkamaya, hatalarımızı örtbas etmeğe yetmedi. “Davanın kavgasını veriyoruz, şimdi hesap sorma, eleştirme zamanı değil” gibi mazeretlerin arkasına sığınacak, kendini mazur gösterecek zamanlar geride kaldı…
Değişime önce kendinden başlamayanlar, dünyanın gidişatını değiştirmeye ya da şekillendirmeye heveslendiler ama başaramadılar.