Halkımız, taşıdığı derinliği anlamasa da, beylik laf etmeyi sever. Kişinin derdi, başkasının beyin ürünü olan sözü anlamak yerine onu paylaşarak kendine pay çıkarmak olunca, bazen kıymetli sözleri bile gözardı ediyoruz. Özellikle sosyal medyada bu tür paylaşımlar sıkça yapıldığından olsa gerek, çoğu kez birçok anlamlı sözlerin hakkını vermeden bakıp geçiyoruz. Bazı sanal dünya değil, gerçek dünya arkadaşlarımdan gelen iletilerin üzerinde durmaya değer buluyorum. Bir değerli dostun gönderdiği iletideki bir cümlelik alıntı bana birden fazla kapı açtı. Muhyiddin İbn’ül-Arabi’nin, “Kendi inancınızda farklı inançları yok sayacak derecede kaybolmayın.” sözü, kendini aşamamış kişiler kadar, grup, cemaat ve ideolojik görüşleri bire bir ilgilendiren müthiş uyarı. Tarih boyunca insanlığın başına musallat olmuş bir beşerî saplantıya dikkat çeken bu hikmetli sözden anladığımızı anlatalım.
Kendi inancında kaybolmak
Kendini aşamamakla, kendi inancında kaybolmak arasında çok yakın bir benzerlik var. Kendi önyargılarını, egosunu, kaprislerini ya da ihtiraslarını aşamayan insan ile kendi siyasî, dinî inancı veya soyu-sopu dışındakilere hayat hakkı tanımayan, farklılıkları kabullenmeyen, kendi inanç dünyasında sıkışıp kalan insan arasında bir paralellik var.
Kendi inancında kaybolmak; gittiği yolda hedefi şaşıran yolcu gibidir. Yolunu kaybeden yolcu hedefine ulaşamadığı gibi, kayıtsız şartsız inanmışlık da, kişiyi benliğinden koparır, iradesizleştirir.
İnanç, fikir veya ideoloji dünyasına kendini hapsetmiş insan, oradan çıkmak, kurtulmak gibi bir gayesi olmadığından, kendi dışındaki dünyayı keşfetme, tanıma ve oradakilerle tanışma ihtiyacı hissetmez. Bu noktadan sonra kişi kendini ait olduğu siyasî hareketin, dinî kesimin ya da etnik bir topluluğun öznesi değil de, nesnesi olarak görür. Bir başka ifadeyle; iradesizleşmiş insan artık amaç değil, araçtır.
Araç/nesne olarak kendini konumlandırmış, buna inanmış insan, her türlü istismara elverişli durumdadır. Kabilesi, aşireti için, mezhebi, lideri veya davası için ölmek ve öldürmek de dahil, her türlü “özveri”ye hazırdır.
Biz, kendi inandığını ve inanmadığını en doğru olduğunu kabul etmiş, kendi fikrini, gittiği yolun, ait olduğu kesimin yegane doğru olduğundan asla şüphe etmemiş tarafların kanlı çatışmalarının bedelini çok ağır ödemiş bir milletiz. Benim kuşağım kayıtsız şartsız inanmışlığını, ait olduğu kesimin nesnel bir parçası olmanın bedelini ödedi.
Farklı inançları yok sayacak kadar...
Yaşanan hayata dair bütün sorunlar insanla ilgili veya insan kaynaklı olduğundan, çözüm yolları da insandan geçer. Yaşadığımız çağda sözde gelişmiş, medenileşmiş toplumlar, söz konusu “biz ve ötekiler” olunca, az gelişmiş veya geri kalmış toplumlardan daha çok bağnaz, tutucu ve gericidir. Bugün özellikle Avrupa ülkelerinde müslümanlara ve beyaz ırktan olmayanlara karşı düşmanca tavır, kendimize örnek aldığımız Batı’nın kendi inanç dünyasında kendini inkârıdır.
Arabizm’e din olarak inanmışlar kadar, Amerikanizm’i modernlik olarak kabullenmişler de, kendi inancında kendisinin dışındakileri yok sayacak kadar kendi inancında kaybolmuştur.
Kutuplaştırılmış bir Türk toplumunun en çıkmazlarının başında, her kesimin kendi inancında, diğerlerini yok sayacak derecede kaybolması gelmektedir. Farklılıklarımızla bir millet olabilmiş biz; kendi inancımızda, farklı inançları yok sayacak derecede kendimizde kaybolmamalıyız!