Elli yıl önce terk ettiğim ilçemizin Belediye Başkanı ile bir ara sohbet ederken, bazı kabilelerden dert yandı. Hayretle, “Hâlâ kabilecilik devam ediyor mu?” diye sordum. “Hiç değişmedi aynen devam,” dedi. Şaşırmıştım... Ne Türkiye eski Türkiye’ydi, ne de dünya eski dünya... Nitekim aradan yarım asırlık bir zaman geçmişti ve Soğuk Savaş dönemi dünyasından Küresel Dünya’ya veya iletişim (dijital) çağına geçmiştik. Fakat bizim ilçemizdeki kabilecilik zihniyetinde milim ilerleme ya da değişme olmamıştı.
Özellikle belediye seçimleri yaklaştığında başkan adayının öncelikli olarak, “bizim tayfa”dan olup olmadığına ya da yakınlık derecesine bakılır. Liyakat gibi bir idarecide aranması gereken başta özellik, böylesi durumlarda tefferuattan sayılır. Zihniyet olarak kendi kalıplarının dışına çıkamamış (kapalı/yarı kapalı) toplumlarda kabile/tayfa kimliği ölçü olarak alınır. Gerek genel, gerekse yerel seçimlerde, ülkemizde hâkim olan zihniyet, benim eski köyüm ve şimdiki ilçem Karakoyunlu’nun kabilecilik anlayışından çok da ileri bir seviyede değildir maalesef.
Ayağımıza bağ olan kimliğimiz
En sıradan tarifiyle kimlik, “adam yerine koyulmak” deyimiyle bir anlam ifade eder. İnsan, grup, aşiret, kabile veya toplum olarak kabul görmek... Kimlik eşit muamele görmediği, küçümsendiği, hakir görüldüğü ve hele yok sayıldığı durumlarda canlanır, yerine göre savunma, yerine göre de bir saldırı silahına dönüşerek tehlikeli, “ölümcül” bir hâl alabilir.
Bir kimliği oluşturan öğeler birden fazla olduğu hâlde, onu sadece belli bir mezhep veya kabile gibi tekli aidiyet duygusuna indirgediğinizde, başkalarıyla uzlaşmak için diğer kapıları kapatmış olursunuz. Meselâ, Karakoyunlu ilçesinde A veya B kabilesine ait olma duygusu, Karakoyunluluk kimliğini gölgede bırakırken, aynı ilçeden Iğdır veya bir başka şehre göç ettiklerinde, şu veya bu kabileye mensup olmaktan daha önemli olan, Karakoyunluluk kimliğinin öncelik kazanmasıdır.
Şayet devşirme veya asimilasyon yoluyla elde edilen kimlik değilse, aslî kimliğini inkâr eden, “aslını inkâr eden haramzade”dir deyiminin muhatabıdır. Diğer taraftan, kendi kimliğini başka kimlikler üzerinde bir baskı ve sömürü aracı olarak kullanan da bir başka türlü “haramzade”dir.
Politik çıkarlar uğruna kimlikler üzerinden oy devşirme hesapları, zaten heterojen bir yapıya sahip toplumun sosyal barışına ve birlikteliğine darbe vuruyor, “milletler yarışı”nda bize ayak bağı oluyor. Yerel seçimlerde bazı siyasî parti ve politikacıların, ne yazı ki, kimlikler üzerinden hak etmedikleri kadar taraftar toplamalarına son derece müsait bir ortam var.
Küreselleşen dünyada artık ulusal/millî kimliklerin belirleyici rol oynamayacağı varsayımından hareketle, “dünya insanlığı” hayalini kuranlar, çok geçmeden etnik, dinî ya da siyasî kimliklerin sebep olduğu kargaşa, isyan ve savaşlar yüzünden hüsrana uğradılar.
F. Mollaer’in de dediği gibi, “Kuruluşundan itibaren ‘kültür kavgası’nın süregittiği Türkiye’de yaşayan hemen herkesin kimlik mevzuları hakkında bir fikri vardır. (Fırat Mollaer, Kimlik, Tanınma Mücadelesi ve Şarkiyatçılık, s. 15) Bir gruba mensup olmak kadar, bir ırka, dine ya da siyasî partiye aidiyet duygusuyla bağlanmak, kimlik olarak tanımlanabilir. Karakoyunlu örneğinde olduğu gibi, kabile ya da aşiret duygusunun galebe çaldığı bir toplumda, seçilecek adayın hangi siyasî partiden olduğundan ziyade, hangi tayfadan olduğu belirleyicidir. Şayet ideolojik/siyasî kimlik öncelik kazanırsa, kişinin erdemli, ehliyetli oluşuna itibar edilmeden, “bizim parti”den olup olmadığına bakılır. Dışarıya verdiğimiz “beyin göçü”nün sebeplerini biraz da buralarda aramak lazım. Ve bir de, niçin hâlâ “gelişmekte olan” bir ülke konumundan bir türlü kutulamadığımız...
Sadece inanç üzerinden kimliğini tanımlayan bazılarımızla ortak dilimiz, vatanımız ve kültürümüz var. Sadece etnisite (ırk) veya dil üzerinden kimlik tanımlaması yapanlarla yine ortak bir dinimiz, vatanımız, geçmişimiz ve geleceğimiz var. Bu gerçekler kabul görmediği veya gözardı edildiği taktirde, Amin Maalouf’un dediği gibi, “Geçmiş yıllardaki bütün katliamların ve kanlı çatışmaların, kimlik meselesiyle bağlantılı oduğunu (A. Maalouf, Mörderische Identitäten/Ölümcül Kimlikler, s. 33)” hesaba katmak lazım.
Batılı kimliğin üstünlüğünü daim kılmak için dünya çaplı kültürel savaş yürütenler, üstüne çökecekleri toplumların yerel kimliklerini, çatışma aracı olarak tahrik ve teşvik ederler! Biz bu oyunu bozabiliriz.