Her devrin adamı mı, yoksa milletin vicdanı mı, olmak isterdiniz? Her devrin adamı, kendisi olmaktan çıkar. Bir milletin veya insanlığın vicdanı olmak; kendisi olmak ve kendini ortaya koymaktır.
Bir önceki yazımızda, “Bir toplumun şekillenmesinde kural-kaidelerden daha etkili olanlar, ortak değerleri yaşatan öncüler ve aydınlatma görevini üstlenmiş düşünürlerdir.” demiştik. Bizde aydınlatma görevini üstlenmiş olanlar bazen Cemil Meriç olur; aydınlanmak için yanar, bazen Ali Şeriati olur; sizi rahatsız etmeye gelir, bazen de, Durmuş Hocaoğlu gibi, “Sizi, kanayan vicdanınız olarak hiç rahat bırakmayacağım,” diyerek bir ömrü millet yoluna vakfeder.
Çağdaş Türk aydını hep Batı düşünürü üzerinden kendimizi okumaya çalıştı. Siyasi bakışın sağ’ından ve sol’undan bağımsız olarak, bizim, ayakları yaşadığı topraklara basan düşünüre ihtiyacımız var. Dr. Durmuş Hocaoğlu gibi keşfedilmeyi bekleyen bir düşünür, ortaya koyduğu tezleriyle bu sahada bir boşluğu doldururken, yeni fikirlerin doğmasına ilham kaynağı olmaktadır. Nitekim onun görüşleri üzerine yüksek lisans tezleri yazılmaya başlaması, ümit verici bir gelişmedir. Felsefeci ve fikir adamı Hocaoğlu eleştirirken çözüm yollarını da gösterir. “Millî Sekülerizm” ve “Millî Batılılaşma” gibi kavramların içini doldurarak okuyucusunun karşısına çıkar. “Millî Sekülerizm, Millî Batılılaşma’nın bir parçasıdır ve aynı zamanda, çağdaş millileşme anlamına da gelir.” ( Laisizm’den Milli Sekülerizme, s. 508). Bir başak yazımızda bu başlıkları açmaya çalışacağız.
Toplumun aydınlanması, eleştiri, yol gösterme ve yol açmayla başlar. Muhafazakâr ve milliyetçi kesimde eleştiri kültürü pek gelişmemiştir maalesef. Milliyetçi kesimden gelen bir düşünür olan Hocaoğlu’nun, milliyetçi camianın filozofça düşünme konusunda cemaatlerden pek de ileri konumda olmadıkları ve pratikçi/eylemci olmalarından dolayı teorik düşünceye pek itibar etmediklerini eleştirir. (a.g.e, s.260)
Milliyetçiliği eleştirenler kadar, milliyetçiliği savunanların da fikrî yetmezliğinden şikâyetçi olan Hocaoğlu, “Bu da, bizim milliyetçi entelektüellerimizin de muhatapları kadar veya onlar gibi bir fikri yetmezlik problemi ile ma’lûl olduğunu gösteriyor (Türk Yurdu Dergisi, Sayı 232)” diyor. Durmuş Hocaoğlu’na göre, Türk terimi, ortak kimliğin ilk unsurudur: Kültürel aidiyetle edinilir. Müslüman terimi, ortak kimliğin ikinci değil diğer unsurudur: Sünni ve alevi arasında ayrım yoktur. (Mustafa Şahin, Düşünce Dergisi)
Evrensel bir dünya sistemi
Yıllardır, evrensel bir dilimiz olmayışından yakınıyoruz. Evrensel bir dil olmayınca, evrensel bir dünya görüşü de olmuyor. Hocaoğlu’nun, Batı’nın kurmuş olduğu dünyayı yakaladıktan sonra, “kendimiz tarafından kurulacak olan evrensel bir dünya sistemi” öngörüsünde bulunması, millilikten evrenselliğe açılan yeni bir penceredir.
“Her şey insan için ve insana göre,” olmasını arzuladığımız dünyanın ister batısı, ister doğusunda olsun, insanlık kan kaybederken, “İnsan, unutulan insan, yeniden keşfedilmeyi beklemektedir.” Düşünce sistematiğinin merkezine insanı koyan bir düşünürün, ‘İnsanlık Çağı’ teorisi, enine boyuna üzerinde çalışılması gereken bir konu. Durmuş Hocaoğlu’nun, “İnsanlık Çağı” fikri bizim kültür coğrafyamızdan dünyaya yayılacaksa, bu yeniden keşfedilmeye bekleyen insana, önce bizim toprakların unutulan insanından başlanmalıdır.
Bugünlerde milletin kanayan vicdanını rahat bırakmayan, yeni ufuklar açan düşünürlere ihtiyacımız var.