Ülke olarak hem sosyolojik hem de iktisadî olarak çalkantılı bir ortama girmiş bulunmaktayız. Dinamik bir toplum yapısına sahibiz; bu türbülanslı havadan selametle çıkacağımıza inananlardanım. İnsan her hastalıktan sonra daha sağlıklı yaşamayı öğrendiği gibi, toplumlar da yaşadığı her zorluktan, yapılan her yanlıştan ders çıkartarak varlığını daha sağlıklı bir şekilde devam ettirir. Bunun üstesinden gelemeyen toplumlar, çamura saplanmış araba misâli bir türlü düze çıkamaz.
Canlısı cansızıyla yaşadığımız dünyaya bakış açımız kimine göre insanî, kimine göre İslâmî, kimine göre de millî olabilir. Neticede üç farklı görüşün kesiştiği noktada insan olmalıdır.
Hem donanımlı hem de omurgalı bir tv sunucusu kadın, çocuk yaşta çalışmak mecburiyetinde kalan ve iş kazasında hayatını kaybedenlerle ilgili istatistikleri açıklarken; “Bu ülkede çocuk olmayacaklasın, kadın olmayacaksın, sokak hayvanı olmayacaksın ver bir de ağaç Olmayacaksın! (Yaşar Kemal)” dedi. Çünkü bu ülkede çocuk yaştakilerin hatırı sayılır bir kesimi çocukluğunu yaşayamıyor. “Son on bir yılda en az 965 çocuk işçi hayatını kaybetti (www.sosyal-is.orgr.tr)” Yine Adalet Bakanlığı’nın, “Adalet istatistikleri 2023” raporuna göre, çocuklara cinsel istismar iddiası ile 40713 yeni dosya açıldı (www.euronews_tr). Şu korkunçluğa bakar mısınız… Resmî kayıtlara göre kırk binin üzerinde çocuk istismarı iddiasına siz, resmiyete intikal etmemiş, aile içerisinde kalmış binlerce çocuk istismarını, yani tecavüzünü de bu sayılara ilave edebilirsiniz.
Verilere bakılırsa, ülkemizde 2024 yılında 394 kadın cinayeti ve 258 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti (bbc.com). “Şüpheli ölümler”i de ilave edersek, neredeyse her gün 1-2 kadını katleden bir toplum gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz.
Toplumun en zayıf/güçsüz halkası olan kadın ve çocukların bu denli cinayet ve istismara maruz kaldığı bir sosyolojide, birkaç hayvansever dernekten başka sahibi olmayan kedi ve köpek gibi hayvanların içler acısı durumu, “Yaratılanı yaratandan ötürü severiz” nidasının bu toplumda artık karşılığı olmadığına delalettir. Ne, “sessizlerin sesiyiz,” ve ne de, “kimsesizlerin kimsesiyiz,” diyenlere itibar kaldı, çünkü; haklı zayıf olunca “haksız”, haksız güçlü olunca “haklı” oluyor bu ülkede. Ve bir de, betonlaşamaya, ranta ve cehalete feda edilen ağaçların feryadı duyulmaz bu ülkede.
“Bu ülkede çocuk, kadın, sokak hayvanı ve ağaç olmayacaksın!” sözü, bir uyarı, bir tehlike çanı olarak dillendirilir. Yukarıda, üç farklı görüşün kesiştiği noktada insan olmalıdır, dedik. Yani, sizin dünya görüşünüzün/ideolojinizin temelinde insan yoksa, kuracağınız dünya da insanî değildir. Merhamet duyguları körelmiş insanın, bir canlı olan hayvana eziyet etmesi; gayriinsanî bir tavır, yaşadığı toprakların yeşilini, ağacını şahsî çıkarlarına feda etmesi ise insan olan vatandaşa ihanettir.
Bu ülkenin sokak hayvanları kadar ağacı da sahipsiz. Ve bu ülkenin kadınları kadar çocuklarının yardım çığlığı da, erkeğin egemen olduğu toplumda pek duyulmuyor.
Ancak insanlık vasıflarını yitirmiş olanlar; doğaya düşman, canlılara merhametsiz ve zayıflara karşı zalim olurlar. Onlar; dilleriyle, “Hak neredeyse biz oradayız!” deseler de, icraatlarıyla güç ve çıkar neredeyse orada olurlar.
İnsanlık özelliklerini henüz yitirmemiş olanlar, yaşadığı ülkenin doğasını korur, hayvana, çocuğa ve kadına karşı şefkatli ve merhametli olur. Bu da, insan olmakla alakalı bir keyfiyettir.
İtiraf etmek gerekir ki, bu ülkede sokak hayvanı olmak, ağaç olmak, kadın olmak, çocuk olmak ve bir de “erkek” olmak çok zor. Kastettiğimiz erkek, cinsiyet olarak değil, kişilik, karakter ve omurgalı duruşa alakalı bir hâldir. Bunca omurgasızların, ilkesizlerin içinde omurgalı bir duruş sergilemek zor, çünkü zor olan her şeyin bir bedeli vardır.
Her türlü azgınlığın, sapkınlığın ve vahşetin kol gezdiği bu ülkede bana, sağcılık veya solculuktan değil, insan gibi olabilmek ve insan gibi kalabilmekten bahset!