Çocukluğumuzda arkadaş kavgası, büyüklerimizin eften püften kavgası, delikanlılıkta “bana yan baktın” kavgası, okulda sağ-sol kavgası, sinemalarda vurdulu kırdılı filimler, eşkıya, kovboy ve mafya filmleri derken, ömrümüzün yarısını, kavgacı olmasak da, döğüş-kavga, yaralama veya öldürme eylemlerini seyretmekle geçiyor.
Bizim “kahramanlarımız” pusatsız (silah) olmaz… Sadece bizim değil, bütün kültürlerde at üstündeki “kahraman”ın elinde kılıcı, oku veya omuzunda tüfeği veya belinde tabancası var. Tarihçi Macmillan’ın dediği gibi, “Kültürlerin, gözümüzde daha çok savaşçı olarak canlandırdığımız kahramanlara ihtiyacı var.” (Krieg, Margaret Macmillan, s.183) Bizim idollarımız, kahraman dediklerimiz hep pazu gücüne dayanır. Bir yumrukta karşısındakini yere seren, bir kılıç darbesiyle kelle koparan, attığını on ikiden vuran bizim gözümüzde kahramandır. Tarihin, Büyük İskender, Cengiz Han, Napolyon gibi kahramanları en çok insan hayatı kurtaran değil, insan kanı akıtanlardır.
Toplumlar veya devletler niçin savaşır?
Savaş nedir sorusuna, “Askeri Bilim İnsanı Carl von Clausewitz, savaş karşı taraftakine kendi isteklerini kabul etmeye zorlayan şiddet eylemidir, diyor. (a.g.e, s.26-27)” Savaşın, bazen haklı bazen haksız birçok sebebi, bahanesi olsa da, tarih sayfalarını karıştırdığımızda; “Savaşların çıkışıyla ilgili sayısız ve çok yönlü gerekçeler varken, temelde yatan sebepler yüzyıllar boyunca pek değişmedi. (a.g.e, s.75)” Genelde hâkimiyet alanını genişletmek amacıyla yapılan savaşların temelinde; din/inanç, yeraltı (hammadde) ve yerüstü zenginlikleri, sınır anlaşmazlıkları, şan-şöhret, ırkî ve ideolojik sebepler yatar:
Bunlardan başlıcaları: Haçlı Seferleri, Avrupalıların Mezhep Savaşları, Müslümanların İslâm’ı yaymak amacıyla yaptıkları fetih savaşları, petrol, gaz ve değerli madenler gibi yeraltı kaynaklara sahip olmak için günümüzde yürütülen emperyalist savaşlar, sırf şan-şöhret için Büyük İskender, Cengiz Han ve Ondördüncü Lui (Louis) gibi kralların yaptığı savaşlar, Hitler gibilerinin ırka dayalı savaşları ve Soğuk Savaş dönemindeki ideolojik bir özelliğe sahip SSCB destekli savaşlar. Bunlara ilaveten, sınır anlaşmazlıkları yüzünden veya bahanesiyle çıkan Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşlarını da zikretmek gerekir. Bir başka yazar da, “Savaşlar, can sıkıntısını gidermek için yapılmaz,” diyor. “Etnik ve dinî düşmanlıklardan dolayı, piyasalardaki rekabet gücüne sahip olmak gayesiyle, sınırlı kaynakları elinde bulundurmak ve yaşamak için savaşılır.”(John Gray, Von Menschen und Anderen Tieren, s. 195, Stuttgart 2010)
Sadece hammadde yüzünden yürütülmekte olan yerel/bölgesel savaşların zamanla küresel boyuta varacağına dair araştırmalar endişe verici bir boyutta: “Bir araştırmaya göre, 2050 yılında 9 milyar civarında insan (şimdiki imalattan) dört kat daha fazla teknoloji üretimine ihtiyaç duyacak. Bunun yanı sıra, yeraltı zenginlikleri ve enerji gibi kaynaklar ve yenilenemeyen ormanlar/ağaçlar gibi kaynaklar da daha fazla tüketilecek. Bu durum da, hammadde savaşlarının patlak vermesi kaçınılmaz bir hâl alır.” (Richard Overy, Warum Krieg, a.g.e, s.178)”
Savaşın korkunç yüzü
Amerikalılar ve müttefikleri Irak’a, Rusya Ukrayna’ya ve İsrail Filistin’e bomba yağdırırken, ayak ayaküstüne atıp televizyonun karşısında, yılbaşında patlatılan havai fişekleri seyredermişçesine keyif çatanların, savaşın iğrenç ve korkunç yüzünü görmeleri, oradaki çığlıkları duymaları, başlarına bombaların yağdığı insanlarla empati kurmaları mümkün değil.
Biz insanlar bu dünyada insanca yaşamak için yaratıldık, birbirimizi öldürmek için değil! Savaş çığırtkanlığı yapanların sesi, yardım çığlıklarını bastırdığı günümüz dünyasında gelinen nokta hem ülkemiz hem de dünya için endişe vericidir. Sadece Rusya-Ukrayna savaşında hayatını kaybedenlerin sayısının bir milyona yaklaştığını (Oksijen Gazetesi, 17.09.24), yanı başımızdaki Suriye iç savaşında ve İsrail’in saldırılarında şimdiye kadar ölen Filistinlilerin sayısı da yüz binlerle ifade edildiği göz ardı edilmemelidir. Bir de, bu savaşlarda yüzbinlerce yaralı, milyonlarca yurdundan yuvasından olmuş kadın, çocuk ve yaşlı insanları unutmamak gerek.
“Sadece Almanya’da 1945 yılında iki milyon civarında kadına Sovyet Rusya askerleri tarafından tecavüz edildiği ve 1990’lı yıllarda da 20 bin ilâ 50 bin arasında Müslüman-Boşnak kadının Sırp askerlerinin tecavüzüne maruz kaldığı (Margaret Macmillan, Krieg), savaşın bir başka iğrenç yönüdür.
Anadolu coğrafyasından dünyaya barış meşalesi tutuştururken, şiarımız bellidir:
“Bir insan canına kıyan, bütün insanlığı öldürmüş gibi olur” ve “Bir insan canını kurtaran da bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.”
Not: Konuya devam edeceğiz.