Kişinin inanıp inanmadığından bağımsız olarak, insanlık tarihi bir bakıma dinler tarihidir ve gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerin oluşumunda din merkezî bir rol oynamıştır. Prof. A. Arslan’ın dediği gibi, “Din olmazsa toplum kuramazsınız.” Nitekim Mekke’den Medine’ye Hz. Peygamber’le birlikte hicret eden muhacirler, İslâm dini etrafında kenetlenerek bir toplum meydana getirdi ve o toplum da bir medeniyet kurdu.
Söz konusu medeniyet olunca, birkaç yüzyıldan bu yana kendimizi toparlayıp ayağa kalkamıyoruz. Neden acaba?
Bu sığ ve nakilci, çağdaş insana hitap etmeyen din anlayışı ve tekelci din temsilciliği yüzünden toplum dinamikleri giderek zayıflıyor. Nitekim yapılan bir kamuoyu araştırmasından çıkan sonuçlar da, politize edilen din anlayışı yüzünden insanların dine olan ilgisinin giderek azaldığını gösteriyor.
Felsefeci İlyas Altuner: Gelecek vaadeden genç bir düşünür. Iğdır Düşünce Otağı’ndaki sohbetinde önemli tesbitlerde bulundu. “İnancını bilimle kutsallaştırmak,” diye bir ara başlık kullanma gereği duyuyor sohbeti sırasında. Zaten kutsal olan, olması gereken inancı veya dini bilimle kutsallaştırmak ihtiyacı, o inancın kutsallığının sorgulanması demektir. Ve İlyas Hoca’nın dediği gibi, insanlar artık dinî referanslara inanmıyorsa, kutsallığını kaybetme noktasına gelmiş dinin bilim desteğiyle (ilmî yorumlarla) yeniden inandırıcılığı kazandırılması gerekir.
Şimdi niçin ayağa kalkamadığımıza, medeniyetler yarışında neden tökezlediğimize dönelim: Çağımızın güçlü/kalkınmış ülkelerinin bilim sayesinde güçlü oldukları, yani “bilim güçtür” tesbitinin hikmetine inanarak sarıldıklarından güçlendikleri aşikârdır. Çoktan beridir felsefeyle arası açık olan İslâm dünyasındaki bu durağan/statik hâl, skolastik düşünceden kurtulamaması hatta daha kötüye gitmesidir (İ. Altuner). Skolastik düşünce en basit anlamıyla; kendi düşüncesinin dışındakileri kabul etmeyen, özgür düşünceye hayat hakkı tanımayan bir Orta Çağ düşünce tarzıdır. Yirmi Birinci Yüzyıl Türkiye’sinde skolatik düşünceyi çağrıştıracak kadar insanların ister dinî, ister siyasî düşüncelerine sınırlama getirilmesi; kendimize olan güvensizliğe delalettir.
Mutlu bir toplum olabilmenin yolunu ve niçin mutlu olamıyoruz sorusunun cevabını Felsefeci İlyas Hoca’dan dinleyelim: “Din, felsefe ve bilgi birbirinin tamamlayıcısı olarak bir araya geldiğinde, mutlu bir toplum meydana gelir. Bu farklı şeyleri çatıştırdığınızda, hiçbir zaman mutluluğa erişemezsiniz.”
Erdemli toplum
Şahsiyteli kişiyle erdemli toplum birbirine benzer. Anlaşılır bir ifadeyle; sözüyle özü bir olan, ahlâklı insan şahsiyetlidir. Koyduğu kurallara uyan, aklı önceleyen, ilkeli toplum da erdemli toplumdur. Belki de Spinoza’nın, “Erdem, akla uygun davranmaktır,” sözü erdemliliğin en özlü şekilde tarifidir. “Müslümanın yitik malı ilim,” bilgi ve iletişim çağında özellikle biz Türklerin üstünkörü geçiştirdiğinden ve “her Müslümana farz” olanı söylemekle yetindiğinden dolayı “erdemli toplum” sıfatını çoktan beridir kaybetmişiz. Buradan hareketle, ilme yakınlığımız ya da uzaklığımız, bizim toplum olarak erdemlilik derecemizi belirler.
Erdemli toplumu, İlyas Altuner’e göre din, felsefe ve bilim oluşturur. Toplumu şekillendiren zihniyet felsefeye uzak olur, bilimi biyatçılara teslim eder, dini de siyasî emelleri için kullanırsa, neticede özüne özgeleşmiş bugünkü toplum ortaya çıkar.