Üzerimizdeki mahalle baskısı yüzünden birçok konuda kendimizi sansürlemek mecburiyetinde kalıyoruz. Destek beklediğimiz çevreler ise düşüncesini sesli ifade etmeyi göze alamıyor. Çünkü herkesin kendine göre bir hesabı var.
Bastırılmış duyguların ve sansürlenmiş düşüncelerin şekillendirdiği toplumda herkes birbirini „idare“ eder. Her devrin adamı, adeta fısıldayarak dile getirdiği şikayeti ya da eleştirisini, başkalarının yüksek sesle söylemesini bekler ama kendisi bedel ödemekten kaçınır.
„Kritik düşüncenin bastırılması umumiyetle erken yaşlarda başlar“ diyen E. Fromm, aile fertleri arasındaki muhtemel münasebetlerden şöyle bir misâl vererek konuya açıklık getiriyor:
Kendisine mütemadiyen dürüstlükten, sevgiden bahseden annesinin, gerçekte ise bencil ve soğuk bir insan olduğunu veya yüksek ahlâkî değerlerden dem vururken, başka bir erkekle ilişki içinde olduğunu, acı tecrübelerle keşfeden beş yaşındaki kız çocuğu, annesinin dürüst olmadığını böylece öğrenmiş olur. Çocuk, ortaya çıkan çelişkinin farkındadır:
Adalet ve hakikattan yana hisleri zedelenmiştir. Eleştiriye tahammülü olmayan annesine bağımlı olduğundan ve belki de, kendisini böylesi durumlarda destekleyecek güçlü bir babası olmadığından, farklı düşünme özelliğini bastırmak mecburiyetinde kalacaktır. Yakın bir zamanda annesinin sadakatsizliğinin ve ikiyüzlülüğünün artık farkında olmayacaktır. Bu değerleri muhafaza etmenin, kendisi için tehlikeli ve faydasız olduğuna kanaat getiren o kız, kritik düşünme özelliğini de böylece kaybedecektir. (Erich Fromm, Die Furcht vor der Freiheit/Hürriyetten Kaçış, s. 143)
Konuyu aile boyutundan toplum boyutuna doğru çekmek istiyorum:
Dürüst ve ahlâklı olmanın faziletlerini, dürüstlük ve ahlâk abidesi büyüklerimizin yanısıra, sahtekâr ve ahlâksız “büyükler”i de dinleyerek yetiştik, dünün çocukları bizler. Doğruyu söylememenin veya söyleyememenin adının yalan olduğunu, başkasına ait olan malı, eşyayı kendi uhdesine geçirmenin hırsızlık olduğunu, başkasının namusuna göz dikmenin, onu elde etmenin namussuzluk olduğunu idrak ettiğimizde, bazılarımız birçok tehlikeyi göze alarak o “büyükler”e karşı çıktı, onlarla yollarını ayırdılar, bazılarımız da, o “büyükler”le aynı yola devam ettiler. Bunlara ilaveten, farklı olan her şeye kapılarını kapatmış bir toplum inşa edildiğinden, düşüncenin (resmî ideolojiye göre) farklısı, hapisler ve hatta ölümlerle bastırıldı.
Meselâ, siyasette hâlâ geçerli olan akçe; siyasî nüfuzunu kullanarak kendisini ve yakın çevresini kayırmaktır. Seçmenin de kahır ekseriyeti bu beklentiler içinde kendi “vekil”ine oy veriyor. Ülkemizin acı gerçeklerinden birisini bazen; “sen çok dürüstsün, senden siyasetçi olmaz” veya aynı özelliğinden dolayı bazen de, “...senden ticaret adamı olmaz” türünden yaygın halk tesbitinde görürüz.
Toplumun adalet kriterleri varlıklıyı ve güçlüyü korumaya daha meyilliyse ve sistemin adalet mekanizmaları da, kendisine muhalif düşünceyi susturmak için çalışıyorsa, bu ortamda yetişen insanlar da, yukarıdaki misâlde olduğu gibi, adil ve dürüst olmanın bir getirisi olmadığına kanaat getirerek mevcut ortama ayak uydururlar.
Bu sefer, mevcut ortamla hiçbir meselesi olmayanlarla meselemiz başlar bizim... Onlara göre biz, bazen ‘aşırı’yız, bazen ‘anormal’ bazen de ‘kavgacı’yız. Bu kavgada bizi üzdüğü kadar yaralayan şey, aynı ortak değerlere sahip olduğumuz, hatta aynı yerden dünyaya baktığımız “bizimkiler”in tutumu ve durumudur.
Onlarla iki önemli noktada ayrışıyoruz: Birincisi; söylemimiz aynı, icraatımız farklıdır. Ulvî gayeleri, mukaddes değerleri terennüm ederken birleşiyor, hayata geçirirken ayrışıyoruz.
Bizimki sağında ve solundakilere, dünkü ve bugünkülere bakıyor:
Herkes, yapmak yerine söylemek peşinde ve olmak yerine görünmek derdinde...
İnadığı davaya hayatını adamışların arkasına sığınan veya onları kendine siper edinenlerin yaptığı ise “dava adamlığı” değil, şarlatanlıktır!
İkincisi; onlar düşüncelerindeki sessizliği muhafaza ederken, biz düşündüklerimizi seslendiriyoruz. Çok sıkıştıklarında, “ben de senin gibi düşünüyorum” deseler de „Fakat…“ diye başladıkları savunmaları için kırk dereden su getirirler.
Doğru sözlünün, düşüncelerini açığa vuranın hesabı, vicdanına ve Yaradan’adır. Ötekinin ise, herşey için bir kılıf, herkes için bir kalıp hesabı vardır.