Seyisle siyaset veya seyislikle siyasetçi kavramları arasında bir akrabalık bağı vardır. Bilindiği gibi seyis, at bakıcısı demektir. “At sahibine göre kişner” atasözü de buradan doğmuştur. Atın tımarını yapan, onu sevk ve idare eden sahip ya da bakıcının kontrolü altındaki hayvan elbette ki sahibine gör kişneyecek, yani onun direktiflerine göre hareket edecek. Siyaset yapmak da, seyislik yapmak gibi egemen olmak ve yönetmektir. Bir cemaatin, toplumun veya halkın öncülüğünü yapan her kişi az ya da çok “seyislik” yapar, yani hitap ettiği kitle üzerinde egemen olmayı hedefler.
Bizim gibi toplumlarda lider, başkan, reis, hocaefendi, molla ve şeyh türünden öncülerin, gelişmiş ülkelere kıyasla, hitap ettikleri kitle üzerinde son derece etkili oldukları, su götürmez bir gerçektir. Komünizm, faşizm veya padişahlık gibi totaliter, diktacı rejimlerde ise, toplumun tamamı, kerhen (istemeyerek) rejime bağlılığını gösterir. Kişi kendi düşüncesini, tepkisini, hatta hissiyatını bile açığa vurmaktan çekindiği bir sosyo-politik ortamda riyakârlık prim yaptığı gibi düşünce/fikir babında yeni bir şey söyleyen de çıkmaz.
Lidere itiraz eden kişi, partiden kovulamasa da siyasî geleceği tehlikeye düşer. Hocaya itiraz edenin de ya müslümanlığı sorgulanır ya da mahallenin ötekisi ilan edilir. Diyelim ki siz “dindar” da değilsiniz, herhangi bir siyasî partiyle organik bağınız da yoktur. Şayet kendinize özgü düşünceniz var ve buna bağlı olarak yeni birşeyler söylüyorsanız, bu sefer her iki tarafın da hedef tahtası hâline gelebilir, yani öteki olmaktan kurtulamazsınız. Politik bir kuruluş veya idolojik harekete aidiyetiniz yoksa ve camiye gitmeyen ya da namaz kılmayan müslümanlardan iseniz, tedavülde olan siyasî ve dinî anlayışa göre sizin onları eleştirme hakkınız da yoktur.
Ortak paydalarımız...
Toplum hayatını şekillendiren iki önemli akımdan birisi politika diğeri ise dindir. Bu iki ana damar, apolitik olan vatandaş kadar dindar olmayan, hatta dinsiz olan vatandaşlar için de hayatî bir önem arz eder. Çünkü ait olduğunuz toplum/millet hayatına müdahale eden, ölçü koyan ilkelerin biri inanç/din, diğer siyasettir. Bilinen değer yargıları da dinî ve siyasî kriterlere göre muamele görür. Değişen siyasî konjonktüre göre toplumun değer yargıları da değişmeye başlar. Bazen, “Ben hiç değişmedim; dün neysem bugün de oyum” diyen, bazen de fırıldak gibi menfaat rüzgârlarının geldiği yöne doğru dönen veya bukalemun gibi her ortama göre renk değiştiren arkadaşlarınız ve yakın çevrenizle yollarınız ayrılır. Bu yol ayrımına rağmen o insanlarla aynı milletin ferdi ve aynı ülkenin vatandaşı oluşunuzdan dolayı ortak paydalarınız, özellikle siyasî ve inanç boyutunda devam eder.
Bu yaz değerli bir dostumuzun aracalığıyla beyin cerrahı bir profesörle tanıştım. Doğu Anadolu’nun çok önemli bir üniversitesinde öğretim görevlisi olan profesör, yana yakıla başından geçen bir olayı (özet olarak) anlattı: “Minareden okunan ezan sesinin belli bir desibel’den (ses ölçme birimi) sonra çocukların beyin hücrelerine zarar verdiğini laboratuvar ortamında tespit ettikten sonra şehrin ilgili mercilerine müracaatta bulunurak, ezan sesinin makul seviyeye düşürülmesini istedim. O günden sonra dünyamı kararttılar... Evimi yakmaya kalkıştılar. Benim gibi öğretim üyesi olan eşim istifasını vererek İstanbul’a gitmek mecburiyetinde kaldı.”
Bu tepki neden?
Bir sürücüye sadece ustaca arabaya kullandığından dolayı ehliyet verilmez... Verilmemelidir de! Ehliyeti hak etmiş bir sürücü, araba kullanma kültürünü de bilmelidir: Meselâ, arabaya oturuş şeklinden tutun da trafik kurallarına uymasına kadar. Hakeza dindarlık da dinî ritüellerden önce din kültürüyle başlamalı. Siyasete gelince... Siyaset kültürünün oturduğu ülkelerin politikacılarında ilkeli duruş, siyasî ahlâk ve karşı partilere “vatan haini” mertebesinde değil de, siyasî rakip gözüyle bakılması, halka da aynı ölçülerde yansıyor.
Demem o ki, ülkemiz yavaş yavaş seçim ortamına girerken,”bizden olmayan”a düşman gözüyle bakmayalım. Neticede hepimiz bu ülkenin vatandaşları olduğumuz kadar, “Hepimiz Adem’in çocukları, Adem ise topraktandır.” Öyleyse, toprak gibi mütevazı ol!