Çok küçük yaşlarından beri tanıdığım bir dostun iş yerine uğradım. Her zamanki gibi ayaküstü sohbet ediyoruz. Buradaki çalışmalarımızı yakından takip ediyor. Şehirdeki sosyo-kültürel hayatın dünden bugüne nasıl değişerek geldiğini yaşayarak görmüş bir şehirli. Sermayenin el değişmesiyle türeyen yeni zenginler sınıfının görgüsüzlüğünden dert yanarken, yoldan geçen bazı sonradan görmelerin arabalarından yükselen müzik sesi bizim sesimizi bastırıyor.
Anlatılanlara bakılırsa fuhuş, tefecilik ve uyuşturucu, kurt gibi bu toplumu içten içe kemiriyor. “İnancına ve geleneklerine sadık bir toplumken neden bu hâle geldik?” diye soruyorum. “Onu da sen düşün!” diyor.
Herkesin kendi başına buyruk olduğu veya cemaat ruhunun kaybolduğu bir zamanda iki yıldan beri aralıksız devam eden Düşünce Otağı’mızın katettiği merhaleyi konuşuyoruz. Bir taşra şehri için küçümsenmeyecek bir entelektüellik. Diğer taraftan, dün ile bugünü kıyasladığımızda; giderek fertleşen/yalnızlaşan toplum yapımızla yüzleşme söz konusu. Karşımdaki kişi, etrafımızdaki kalabalığın bizi yanıltmaması konusunda nazikçe uyarısının ardından, kitabın tam da ortasından bir soruyla beni yokluyor: “Çok acil bir çağrı yapsan, kaç kişiyi bir araya toplayabilirsin?”
Hazımsızlık meselesi...
Basamakları tırmanarak yükselenler zirveye ulaştıklarında başları dönmez. Bizde “köşeyi dönmek” yol tarifiyiğle bağlantılı bir ifade tarzı değil, her türlü ahlâkî değerlerin çiğnenme pahasına zenginleşmeyle ilgili argo bir tabirdir. Bir tarafta sonradan görme, hazmedilememiş zenginlik, diğer tarafta sadece görüntüden ibaret, gardrop dindarlığı ve modernliği...
Köşe dönerek gelen zenginlik gibi tepeden inme metotlarla elde edilen makam ve üstünkörü bilgiler ve görüntülerle taslanan dindarlık da itici, kaba ve sevimsizdir. Çünkü bunlar hazmedilmeden/olgunlaşmadan elde edilmiş sıfatlardır. Bu hazımsızlığın dışa vurumu; rüşvet, tefecilik, fuhuş ve uyuşturucu kusmuğudur. Buna şehirleşmeyi özümseyememiş kesimleri de ilave ettiğinizde, maganda kültürünün hâkim olduğu bir şehir sosyolojisi ortaya çıkar. Hâlbuki oturmuş bir zenginlik kültürü kadar bir şehirlilik kültürü de şehirlerimizdeki hayatı daha seviyeli ve yaşanır hâle getirebilir.
Yola çıkanlar ve yolda kalanlar
Yola çıkan, şayet gözüne kestirdiği bir hedefi varsa, yalnızlığı göze alabilmeli! Çünkü bu yolda, yoldan dönenleri de hesaba katmak gerek. Siyasî ve ideolojik oluşumların hedefi, kitleleri arkasında sürükleyerek güce/iktidara sahip olmaktır. Sivil inisiyatif oluşumların gücü, topladığı insan sayısıyla ölçülmez. Sivil oluşum sesinin ulaştığı, karşılık bulduğu her yerde vardır. İnsanları tek ses olmaya değil, çok sesliliğe çağırır. Sivil inisiyatif oluşumlar, katılımcılarına eleştirmeyi ve eleştirilmeyi öğretir. Kahve köşelerinde zaman öldürenlerin size, “boş işlerle uğraşıyorsunuz” demelerine gülüp geçin.
Falancıların olduğu yerde ben olmam, diyenler oldum olası mahallenin dışına çıkmamıştır. Kişiliklerinde değilse de, düşüncelerinde özgüven eksikliği veya ötekini hazımsızlık vardır.
İyi pişmemiş ya da yeterince çiğnenmemiş gıda hazımsızlığa sebep olabileceği gibi, olgunlaşmamış düşüncenin, düşünülmeden sarf edilmiş sözün de sindirimi zor olur. Diğer taraftan biz de, karşımızdakinin şu veya bu konudaki üstünlüğünü hazmetmekte zorlanabiliriz.
Kendisinin dışındakilere hep şüpheyle yaklaşan, özgüven yoksunu, senin yüzüne söyleyemediğini dolaylı olarak, “senin iyi niyetinden şüphe etmiyorum ama ötekiler”in arkasına sığınarak söyler. Bu tipler kendi zindanlarının tek mahkûmudur. Olduğundan fazla, abartılı özgüven narsizmi, herkesten şüphe ise korku ve güvensizliği doğurur. Zihin dünyasının dışına çıkma cesareti gösteremeyenler, başka düşüncelere kapalı ve başkalarıyla kavgalıdır. Karşıdakini dinler gibi göründüğünden onu anlamaz. Onun zihni savunma taktikleriyle meşguldür.
Hâlbuki bizim birbirimize karşı savunmaya değil, birbirimizi anlamaya ihtiyacımız var.