Tahta -ağaç , demir ve sacdan yapılan bu kapılar olabildiğince geniş ve yüksekti.
Hele köylerde büyük baş hayvanların veya yük taşıdıkları kağnı ( iki veya dört tekerlekli öküz arabası ) ve traktörlere yüklenen yüklerin ( ot , pamuk , buğday ,saman balyası vb..)bahçeye rahatlıkla geçebilmesi için büyük DERVAZA kullanılırdı, hala da öyledir.
Iğdır merkezde de çiftçilik veya hayvancılıkla uğraşanlar; fayton daşga ,yaylı (at arabası) veya kışlık yakacak ve erzak gibi ihtiyaçların bahçeye rahatlıkla girebilmesi için önceleri tahtadan ( kavak - geleme ) daha sonralarda da durumu iyi olanların
demirden yaptırdıkları dervazalar;
Çeşitli motiflerle süslenip, değişik renklere boyatılarak bahçe kapılarına takılırdı.
Arkasına takılan sürgü veya büyük halkalara takılan kilit sayesinde kilitlenip açılırdı.
Ayrıca insanların bahçeye rahat girebilmeleri için küçük bir kapı da ekleyenler vardı.
Iğdır merkezde güzelim bahçelerin yerine dikilen apartmanlar, dervazaların da sökülüp kaybolmasına, yada bağların bahçelerin yerini alan sitelerde; dervazanın da yerini modern büyük kapılar almıştır.
Ne komşuluklar aynı kalmış, ne de muhabbetler aynı …
Az da olsa geçmişe tanıklık edip, o günlerin izlerini taşıyan, bahçesiyle, dervazasıyla ayakta duran evler de yok değil.
Dolu dolu anılarımıza şahitlik eden, çocukluğumuzdan, gençliğimizden izler taşıyan bu kapıların gerek dışında gerekse iç tarafında şahit olduğu; güzel IĞDIRIMIZIN o zamanki yaşantısından bazı kesitleri yad etmek için geçmişe, o güzel günlere bir yolculuk yapıp, güzel bir gezintiye çıkıyoruz.
Ve yolculuğumuz başlıyor…..
Yönümüzü belirleyip yola koyuluyoruz.
Epey yürüdükten sonra önümüze, yeşile boyanmış kuş motifleriyle işlenmiş heybetli mi heybetli bir ‘dervaza’ çıkıyor.
Hava sıcak olduğundan ve etrafı iyice görmek için oldukça yavaş yürüyoruz.
Derazanın önünde “Soğuk gazooozzz “ diye bağırıp, gazozlarını satmaya çalşan, çocuğa yaklaşıp birer şişe gazoz alıyoruz. ( Burada amacımız, hem çocuğa gazozunu satması için yardımcı olmak, hem de kendi susuzluğumuzu gidermek)
Gazozumuzu yudumlarken, kapının arka tarafından duyduğumuz ve kulağa hoş gelen, aynı şekilde çok içten söylenen ninni sesine kulak kabartıyoruz.
Çok etkileyici o kadar da duygu yüklü bir ses;
“ Lay lay deyim yatasan .
Gızıl güle batasan .
Gızıl gül kölgesinde .
Şirin yuxu yatasan
“Laylay balam laylay, guzu balam laylay”
Bir annenin çocuğunu uyutmak için söylediği bu ninni bizi çok etkilese de, biraz duraksadıktan sonra yolumuza devam ediyoruz.
Çünkü; daha görmemiz gereken çok yer var.
Önümüze şırıl şırıl akan bir dere ( arx)çıkıyor ). Derede arkasına dizilmiş yavrularıyla “ vak vak “ diye öterek yüzen ördekleri sevgiyle seyredip,
“ Ana her zaman anadır; duygularıyla da olsa, hisleriyle de olsa, sarıp sarmalayan, koruyup kollayan”
Sonra tekrar yola devam ediyoruz.
Biraz yürüdükten sonra önümüze çıkan, köprüden geçerek karşı sokağa sapıyoruz.
Kapının önünde ‘beş taş ‘ oynayan kızların; diğer tarafta ‘cıcığ’ ‘ yeddi gule’ ‘ dangı dangı’ oynayan erkek çocukların neşeli ve heyecanlı halleri çok hoşumuza gidiyor.
( Beş daş, cıcığ, yeddi gule, dangı dangı, aşşığ oynamağ, hol, gizdemparç…. o zamanın en çok oynanan çocuk oyunlarından bazılarıdır)
Çocuklarla şakalaşarak, ilerliyoruz.
Başka bir kapının önünde serilen kilimin üzerinde oturan bir kaç kadın hararetli hararetli bir şeyler konuşuyorlar.
Yaşlı olan biri
-Ay uşağlar yer başıyıza gehetti, gedin oyanda oynayın!
Çocukların hep bir ağızdan,
- Nenee bize noğul verin gedek!
Ve arkasından bir terlik fırlıyor ; gülüşecek koşan çocukların, hep bir ağızda
-Noğul Noğul Noğul!!!
(Noğul: Şeker, bonbon)
diye alkış tutmaları görülmeğe değer.
Arkadan gelen bir annenin sevgi dolu sesiyle bir avuç şeker uzatışı, -Alın, arayızda paylaştırın, yoldaşlarıya da ver ha!
Gedin oğalda oynayın, soyra size ‘koke ‘ de verecem.
( Oğalda: O tarafta)
( Koke : Çocuklar için yapılan küçük, üzeri yumurtalı ekmekler)
Şekerleri alan, kokenin de sözünü alan, çocukların mutluluklarına diyecek yok.
Bu güzel tabloyu gülümseyerek izledikten sonra; daha gezecek çok yerimiz var, diyerek gezintimize devam ediyoruz.
Başka bir dervazanın önünde bohçacı kadınların açtıkları bohçaların içinden çeyizlik seçen anneler ve genç kızlar…
Bohçacı kadınların ellerindekilerini satmak için döktükleri dil, harcadıkları olağan üstü çaba; yere döküp saçtıkları çeyizlikler…vs
Fazla oyalanmadan yolumuza devam ederek başka bir sokağa geçiyoruz.
Sonuna kadar açık olan bir dervazadan görünen, bu küçük ama oldukça şirin evin, envai çeşit çiçeklerle süslü bahçesinin güzelliği bizi büyülüyor.
Sulanıp süpürülen bahçeden çıkan mis gibi çiçek kokusuna karışan toprak kokusunu ise hala duyar gibi oluyorum.
Yolda Postacıyla karşılaşıyoruz.
Sırtında çantası bir taraftan yürüyor, bir taraftan da ağzında belli belirsiz bir türkü mırıldanarak mektupları sahiplerine ulaştırmaya çalışıyor.
“ Mehtup yazdım garadan,
Dağlar çıxsın aradan.
Seni mene gavuşdursun.
Yeri göğü yaradan.”
Tabii ki bu mani kapı arkasında bekleyenlere …
Kapı aralığında, annelerine yakalanmadan postacının mektup getirmesini bekleyen kızların, belli etmemeye çalıştıkları korkuyla karışık heyecanları görülmeye değer.
Askerde oğlu olan, eşi olan; gurbette yakını olan herkes postacının gelişini dört gözle bekliyorlar( O zamanlar tek haberleşme aracı mektuptu. Telefon ise ancak resmî kurumlarda, bazı iş yerlerinde bulunur, evlerde yok denecek kadar azdı. )
Yaşlı bir nene;
“ Dağlar sende gözüm var .
Mende derde dözüm var .
Çağırın balam gelsin.
Üreğimde sözüm var .”
Diye mızıldanarak baş örtüsünün ucuyla gözünden süzülen yaşları kuruluyor.
Neneye selam verip güzel temennilerde bulunarak, biraz da yüreğimiz buruk, yolumuza devam ediyoruz.
Epey yürüdükten sonra bir kapıyı yumruklayan on üç on dört yaşlarında bir çocuğun
-Fatma xalaaa gapıyı aç!
diye bağırdığına şahit oluyoruz.
Kapıya açan Fatma hala olmalı her halde
-Ay oğul, niye bağırırsan ? Meni cinni eledin.
-Muştuluğumu istiyirem!
-Ehmed ağabeyi eskerden geldi !
Fatma xanım hem sevinç göz yaşları döküyor, hem de
- Balaaa seni xeyir xeber olasan, muştuluğun gözüm üsde!
- Be hardadıı, niye gelmir?
- Yoldaşlarıynan danışır,indi harda olsa geler.
-Bala caan, gel seç hansı xoruzu istiyirsen tut apar!
Çoçuğun keyfine diyecek yok.
Yakaladığı, horozu ( O zamanlar Iğdır’da horoz dövüştürmek yaygın olduğundan, Hint horozu fazla rağbet görüyordu) koltuğunun altına alıp, sevinerek koşup gidiyor .
Bu güzel habere şahit olduktan, adının Fatma xala olduğunu öğrendiğimizde anaya, göz aydınlığı verdikten sonra tekrar yolumuza devam ediyoruz.
Gelen ilk yol ayrımında hangi tarafa gitsek diye düşürken, duyduğumuz bazı sesler tercihimizi yapmamızda büyük rol oynuyor ve sesin geldiği tarafa yöneliyoruz.
ÇERÇİ arabasına özene bezene yerleştirdiği naylon eşyalarla birlikte incik boncuk da satan ÇERÇİ nin etrafına toplanan hanımlar, leyen, mandal, süzgeç vs … seçme telaşında.
Bir taraftan da evden getirdikleri bakır güğüm, kap, kazan gibi eşyaları eskimiş diye naylon eşyalarla değiştirme yarışındalar.
- Biyy galaylada galaylada pığmışam; tezze alamiyon ( alüminyum) gazzannar çığıp, hemi yüngüldü ,hemi de galaylanmır.
( Yüngül: Hafif):
Sonra çerçiye döner,
- Ay gardaş bunnara ne verirsen ?
Tabiiki çerçi kurnaz, bu değiş tokuşda karlı taraf olma telaşında.
Etrafta toplanan çocuklar ise
-Men top istiyirem!
-Muncuk, kolye, sırga istiyirem!
(Sırta: Küpe )
-Atlamak için ip istiyirem!
Anneler ise kendi telaşlarında
-Ay bala tez ele, ocağda yemeğim var!
-Ede el çek, ev topnan doludu! ….
Hepsi kendine göre haklıdır, diye düşünerek, yolumuza devam ediyoruz.
O zaman farkında olmadığımız ama şimdi o zamanki büyüklerimizin ( daha çok bayanların ) farkında olmadan gözü açıkların tuzaklarına düştüklerini; ellerindeki antika değerindeki eşyaları yok pahasına, görünüşüne aldandıkları eşyalarla değiştirdiklerini, daha doğrusu kaptırdıklarını çok iyi anlıyoruz.
Karşılaştığımız sahne; büyük pikap arabadaki makine halılarla, evden eskimiş diye değiştirmek amacıyla yüklendikleri antika değerindeki el örme halıları vermek için uzun kuyruklar oluşturan kadınlar.
Halıları değiştirip çıkanlar, çok mutlu;
- Köhne xeliyi verdim tep teze xeli aldım.
- Ay gız sende de varsa apar değiştir!
- Evdekiler cır cındır olmuştu; ele gözel xeliler var, görsen metel galacağsan ( ağzın açık kalacak).
Sevinci ve gururuyla her gördüğüne, överek tavsiye ediyor.
Şaşkınlığımızı ve merakımızı yenemeden yolumuza devam ediyoruz.
Dervazası açık olan bir kapıdan neşeli bir şekilde tahta sandalyeler ve masalar taşıyan bir grup;
-İnşallah yağış yağmaz, o hal milleti hara goyacığ?
- Kebin çöreğidi, yiyen gaxıp gidecek .
- Ağ sekgellernen ağ birçeğleri de içeriye alarığ, fırranıp durma başım gicellendi.
(Kebin: Nikah)
( Başım gicellendi : başım döndü, sersemledim.)
( Ağ birçok: Yaşlı kadın)
Bu telaşlı muhabbetleri de duyduktan sonra “ Epey yol aldık “ diyoruz ve şimdi evlere,
yani DERVAZANIN yada kapının diğer tarafına…
Evlerde de hemen hemen biribirine benzer şeyler oluyor.
Bir annenin veya evin kızı gelini varsa; hortumu tutularak balkonu yıkadığını, ardından sulanan bahçenin güzelce süpürüldüğünü, balkon veya bahçeye hazırlanan sofra.
( O zamanlar genellikle yemekler, yer sofrasında yenilirdi.)
Yemekler ısıtılır, her şey tamam ama yaz olduğu için sivrisinekler ( mığmığlar ) aman vermiyorlar.
Tabii ki annelerde çareler tükenmez;
- Ay gız oradan bir deste guru ot geti , yandırağ! Bu meretder göz verip ışığ vermiller.
Yanan otun dumanına dayanamayan sivrisinekler kaçar ama dumandan evdekiler de nasiplerini alırlar.
Yine annenin sesi duyulur;
- Ay bala, semavara od at hazır olsun!
- Hazırdı, indi yandırıram.
Yakılan semaverden çıkan odunların çıtırtısı ve çıkan duman etrafa yayılır, ama şikayet eden yok, çünkü sonunda demli semaver çayı var.
Artık her şey hazır.
Dervazanın açılıp kapanma sesiyle babanın başında fötör şapka elinde bastonu, koltuğunun altında büyük bir kağıt torba ve gülen yüzüyle geldiği görülür ve neşeyle yemek yenir.
Çok sıcak olduğundan bunalan evin ninesi ( nenesi )
“ Allah gabul elemesin yarpağ terpeşmir “ der ve başlar söylemeye “Heydar heydar ese gel.
Xermenleri kese gel.
Oğlun, gızın gırılsın.
Desmal götür yasa gel “
(Desmal: Mendil)
böylece rüzgarın eseceğine inanırdı ( çoğunuzun da bildiği gibi)
Ve nihayet yatma vakti gelmiştir.
Dervazanın sürgüsü çekilir ve günün yorgunluğunu atmak için herkes yatağa.
Gece yarısı kapının hızlı hızlı çalınması, kötü haber belirtisiydi; ya telgraf gelirdi, ya da birisi haber vermeye gelirdi.
Eşi eve geç gelen hanımı, oğlu geç gelen anneyi uyku tutmazdı.
Darvaza kapısının kapanıp kilitlenmesiyle beklenenin geldiğinden emin olunup derin bir nefes alarak uykuya dalınırdı.
Eğer gece rahat geçtiyse sabah dervazanın açılmasıyla kalkılır ve yeni bir gün başlar.
Annenin sabah kahvaltısına küçük tandırında pişirdiği mis gibi ekmeğin kokusu demlenen çayın kokusuna karışır;
”Ay bala gağın , yumurta soğuyacak!”
“Gün günorta oldu “
“Toyuğ cüce surfaya gireceğ!” ….vs
Genellikle köyden doktora gelen veya Iğdırda işi olanın ilk geldiği yer ığdırdaki akrabanın evi olurdu ve çatkapı gelinirdi; kahvaltı beraberce yapılır ve böylece yeni güne misafirle başlanırdı…
Benimle geçmişe yaptığımız bu yolculukta gösterdiğiniz sabırdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum.
Kapılarınızı çalan mutluluk ,sizi karşılayan güzellikler olsun.
Yürek dolusu sevgilerimle…