Bu günkü yolculuğumuz, kışların çok çetin geçtiği, havanın da o kadar temiz olduğu yıllara.
Iğdır’ın doğal görüntüsünün kaybolmadığı, evlerin küçük ama sevgilerin, paylaşımların, dostlukların muhabbetin büyük olduğu yıllara.
O yıllarda kışlar çok zor aynı zamanda da büyük bir mücadele içinde geçerdi.
Her halde “büyük çille” “küçük çille “ denmesinin sebebi de buydu.
Kar kalınlığının diz boyunu geçtiği, buna birde dondurucu ayazın eklenmesi hayatı oldukça zorlaştırırdı.
Hele o yıllarda çeşmelerin ve tuvaletlerin dışarıda olması da başlı başına bir çileydi.
Sabahın erken saatlerinde uyanan evlerin kadınlarını ilk işi sobanın külünü alıp, bizim tabirimizle galamağdı.
Doldurulan soba hemen yakılırdı.
Akşamdan sobanın üzerinde dolu duran güğümün suyu da ılık olduğundan kaynaması fazla uzun sürmezdi.
Kaynayan bu suyu çeşmeye dökerek çeşmenin buzunu çözmeye çalışırlardı.
Zaten tedbir olarak akşamdan, kovalar, tenekeler doldurulup sabah kullanılmak üzere evin mutfağında yoksa
‘Dalanda ‘ bekletilirdi.
O arada uyanan evin erkekleri de kar küreğini ellerine alarak bir taraftan damın karını temizler, diğer taraftan da evin önünü temizleyerek sokak kapısına ve tuvalete kadar yol açarlardı.
Temizlenen yerlere sobadan çıkan küller serpilerek, ayaklarının kaymaması için tedbir alınırdı.
Bu şekilde herkes kendi kapısının önünü temizleyerek yol açarlardı.
Bazı insanlar da ellerinde kar kürekleri çarşıda yada mahallelerde dolaşarak,
ücret karşılığı damların karını temizlemeğe giderlerlerdi.
Şimdi tekrar evlerimizde neler oluyordu? diye bir göz atalım.
Sobanın iyice tutuşmasıyla etrafa yayılan sıcaklık, demlenen çayın mis gibi kokusu etrafa yayılırdı.
Evin annesi,
-Uşağlar gağın okula geç galasıyız!
diye seslenirlerdi.
Tuvaletlerin dışarıda olması, hem kışın soğuğu, hem de gecenin karanlığına karışan “Bahçede kurt gördüm” söylentilerinin uyandırdığı korku, çocukların ve kadınların kabusu gibiydi.
Gerçekten de aç kalan kurtlar Iğdır merkezede inerlerdi ( Rahmetli annem bizim bahçede gördüğünü söylemişti.
Uyanan çocuklar açılan yoldan tuvalete koşarlardı.
Dönüşte, annelerin döktüğü ılık suyla eller ve yüzler iyice yıkanırdı.
Akşamdan hazırlanan siyah önlükler giyilir, kolalanıp kömür ütüsüyle
ütülenen beyaz yakalar takılırdı.
Bir taraftan kahvaltıyı hazırlayan anneler bir taraftan da kızların saçlarını özenle tarar, beyaz kurdelelerini de takmayı ihmal etmezlerdi.
“Hadi sofraya “diye seslenen annenin sesiyle sofraya oturulur ve sobanın üzerinde ısıtılan sıcak ekmek eşliğinde kahvaltı yapılırdı.
Sıkı sıkı giydirilen çocuklar, annelerin ördükleri eldivenleri de takarak okulun yolunu tutarlardı.
Yolda bir birlerine kartopu atarak güle oynaya okula giderlerdi( giderdik)
Tabii ki okula varıncaya kadar eldivenler su içinde kalırdı.
Genellikle çocukların da evden getirdikleri odunlar yakılıyordu, okul sobasında.
Sabah erkenden sobayı yakan hademe amcamız sayesinde sıcak bir sınıfta ders yapardık.
Bazan da soba tutuşmaz dumanı sınıfı kaplardı.
Hademe amcamızın çabası ile soba tekrar yakılır, pencere açılarak havalandırılan sınıfımızda derse devam ederdik.
Çocukları okula yolcu eden anneler, bir taraftan çeşmenin açılıp açılmadığını kontrol eder,
diğer taraftan evi toplamaya çalışırlardı.
Eğer çeşme açılmadıysa, etrafında ateş yakılarak, çeşmenin açılması beklenirdi.
Bu arada karı temizleyen evin erkekleri de söylenerek içeriye girmiş olurlardı.
—Elim ayağım dondu, belede soyuğ olaaar.
— Çayıyı doldurdum oturun surfaya,
çöreğ de gızdırmışam.
— Ay sağ olasan, ataya irehmet.
—Gedim görüm çeşme nece oldu.
— Boo hele açılmıyııp?
Sobadan, yanan tezek, kerme alınır dışarıdaki donan çeşme boruların üzerine konarak buzun eritilip, çeşmenin açılması sağlanırdı.
Çeşmenin açılıp, suyun akmasını bekleyen herkes merakla sorardı.
_ Açıldııı?
— Yoğ od galadım, indi açılar inşallah.
Bu ve benzeri muhabbetler hemen hemen herkesin evinde olurdu.
Kahvaltılarını yapan erkekler de,
işi olan işine, olmayanda
çarşıya giderlerdi.
-Eve bir şey lazımdııı ?
Sorusunu sorup
-Yoğ sağol, bir şey lazım değil.
Yada,
- Gonax gelecek, birez aynoyun al gönder!
Aynoyun: öteberi
Cevabını aldıktan sonra evden ayrılırlardı.
Evin hanımları bir taraftan öğlen yemeğini hazırlama telaşına düşer
diğer taraftan başka işlerine koştururlardı.
Zavallı annelerimizin ne kadar zorluklar çektiğini şimdi daha iyi anlıyorum.
Örneğin, o zamanlar çamaşır yıkamak başlı başına bir eziyetti.
Buzu açılan çeşmeden büyük kazanlara su doldurulur( eğer çamaşır çoksa)
Soğuğa rağmen eyvanda yakılan odun ocağında sular ısıtılırdı.
Kaynatılacak beyazlar ayrı bir kazanda kaynatılırdı.
Büyük leğenlerde o kadar çamaşırı ellerinde yıkarlardı.
Birde bunun buz gibi suyla durlanması vardı.
( Genellikle bahçelerde tulumba olurdu. Çeşmeler akmadığı zaman tulumbadan su alınırdı)
- Ay bala paltarları suya çekecem, gel pompayı çek!
- Baaa neyniyim, elim üşüyür.
- Be men yazzığ neyniyim, ayaxlarım göynedi, gel yardım ele kurtulağ.
- Elime elceh geyim gelirem.
Bin bir meşaketle yıkanıp durulandan çamaşırlar, dışarıda bağlanan iplere asılırdı.
Asılmasıyla beraber donmaya başlayan çamaşırlar, bembeyaz örtüsüne bürünen bahçeye ayrı bir güzellik katardı.
Çamaşır işini bitirmenin rahatlığıyla eve giren kadınlar, soğuktan buz tutmuş ellerinin ve ayaklarının sıcakla karşılaştığında verdiği sızıyı bazan gözleri yaşararak dile getirirlerdi.
-Allah gabul elemesin zulum çekirik da.
-Elim ayağım göyendi”
- Hele pişmiş eliyecem.
- Günorta oldu, indi uşağlar mektepten gelecekler.
Gibi muhabbetler hemen her evde olan şeylerdi.
Şimdi de bakalım, çarşıda neler oluyor.
Dükkanlarını açan herkes dükkanın sobasını yakar, önünü temizlerlerdi.
Kahveler ise çoktan açılmış, semaverler kaynatılıp çaylar demlenmiş olurdu.
Köşelerde sıcak süt satanlar.
Evde pazı pişirip getirip satanlar.
Hatta sabağaşı ve közlenmiş patates satanlar bile vardı.
Kestaneciler ise biz çocukların vazgeçmediklerimizdendi.
Hatırladığım kadarıyla iki tane kestaneci vardı.
Biri Ali amca, yazın karaağaçların altında dondurma, kışın da kestane satardı.
Birde Kağızmanlı olduklarını duyduğum Zeki ve Ahmet amcalar vardı.
Bu amcalar, yazın işportacılık yapar, kışın ise kestane satarlardı.
Sabah köyden gelenler, lokantalara uğrayıp paçalarını yemeği
veya çorbalarını içmeyi ihmal etmezlerdi.
Adana’dan kamyonlarla getirilen portakal, mandalina gibi narenciyelerde kapış kapış satılırdı.
Bir de balık tezgahları vardı.
En çok alabalık satılırdı.
Birde lakga balık dedikleri büyük balıklar vardı.
Lakga balıklar parçalanarak satılırdı.
Rahmetli dayım da Rahmetli Yusuf Parlar amcanın dükkanının önünde tezgah kurarak kendi avladığı lakga balıkları satardı.
Balık geldiği gün evlerden yayılan patates kızartmasına karışan balık kızartması kokuları iştah kabartırdı.
Yazın yorgunluğunu atmaya çalışan çiftçilerimiz de Iğdıra geldiklerinde kahvelerde çaylarını yudumlarken,hem sohbet eder hemde oyunlar ( genellikle çayına ) oynayarak vakit geçirirlerdi.
Tekrar evlerimize bir göz atalım;
Öğlen yemeğinin hazır olmasıyla rahatlayan kadınlar çay içmeyi de ihmal etmezlerdi.
Bu arada zencefil, tarçın, guluncan( havılcan), karanfil ( isteye göre) …. gibi baharatlardan hazırlanan ‘kök çayı’ devamlı sobanın üzerinde kaynar durumda olurdu.
Öğlenci olan çocukları da yedirip okula gönderirlerdi.
Bu arada sabahçı olan çocuklar da birer ikişer evlerine dönerlerdi.
Genellikle evin erkekleri öğlen yemeği için eve gelirlerdi.
Namazını kılan, yemeğini yiyen vakit kaybetmeden işine dönerdi.
Günler kısa olduğu için evde fazla zaman kaybetmezlerdi.
Kadınların programları varsa, erkeklerinin zaman kaybetmeden gitmelerine sevinirlerdi.
Eğer öğlenden sonra misafir gelecekse hazırlıklar yapılmıştır bile.
Çaydanlık sobanın üzerinde fokur fokur kaynamış, demlenen çayın mis gibi kokusu etrafa yayılmıştır.
Varsa sobanın fırınına da küçük bir kek atılmıştır.
Yada daş pasta yapılıp pişirilmek üzere ekmek fırınına gönderilmiştir.
Çerezler kaselere doldurulmuş,limonlar küçük küçük doğranmış,
Vişne reçeli, saralı veya patlıcan reçellerinde özenle kaselere doldurulmuştur. Tabii ki çıttama ( ay çekirdeği)unutulmamıştır.
Hazırlık tamam.
Yemeklerini yiyen çocuklar ise komşu çocuklarıyla beraber,kardan adam yapmak kar topu oynayarak için dışarıya koşar, soğuğa aldırmadan gönüllerince karın keyfini çıkarırlardı.
Ayrıca donan arğ ( dere, çay ) üzerinde kaymak( zivmek)erkek çocuklar için başlı başına bir zevkti.
Yazdan itinayla sakladıkları naylon ayakkabılarıyla kayarak, soğuğa aldırmadan gönüllerince eğlenirlerdi.
Tabii ki eve girince de ağlayan ağlayana
“ Donduuum”
“Ellerim göğnüyür” diye feryat edilirdi.
Rahmetli nenem “ Gel başımı gaşı geçecek” derdi
Bunu hemen hemen bütün büyükler söylerlerdi.
Bir de Baharlı mahallesinde oturan Faytoncu Muharrem amca fayton yerine kızakla yolcu taşırmış ( duydum)
Bir de her mahallenin sinema müdavimleri vardı.
Ne kadar soğuk olursa olsun, çarşaflarını bürünüp sinemanın yolunu tutan, teyzeler, ablalar…
- Ay gız tez ele sinemaya geç galacığ.
- Dur ayakgabı değiştirim, bu ayakgabının altı züvür.
- Be Fatma harda galdı?
- Birez yeyin yeri ! Ede be sen niye dalıma tüşdün?
- Meyene mende gelecem, mende gelecem.
Bu şekilde ayak direyen çocuklar da az değildi .
Bir de filim bitmeden elektrikler kesilmesi vardı.
Buna çok sinirlenen kadınlar söylene söylene ( mırtdana mırtdana) eve dönerlerdi.
Ertesi gün filimin devamını seyretmek için tekrar sinemanın yolu tutulurdu.
Biraz da kış akşamlarını yad edelim.
Akşam eve dönenler sobalarının etrafında toplanır, biraz ısındıktan sonra akşam yemeği yenirdi.
Yemeğin verdiği ağırlıkla sıcağın birleşmesi evin yaşlılarının uyuklamasana sebep olurdu.
Geceler uzun olduğu için ev ziyaretleri de sık sık yapılırdı.
Büyükler çaylarını içip sohbet ederken, çocuklar da sobanın üzerinde patlatılan mısırlardan, gavrulan gavurgadan yerlerdi.
Kalan ev ödevlerini beraberce yaptıktan sonra oynamaya devam edilirdi.
Nineden masal dinlemek ise ayrı bir güzellikti.
Ninenin etrafında toplanılır
-Nene bize nağıl diyeseen?
-Yağçı balasıyız, goyun birez gözümün acısını alım diyecem.
- Çıttannan pıttanı diyeseen?
- Fatmacığı denen
- Şengülümnen şüngülümü diyecem.
Böylece nağıl dinlenir uyku saati gelirdi.
Misafir varsa yolcu edilir.
Uyku öncesi hazırlıkları yapılıp herkes yatağına koşardı.
Bu arada sobaya odun yada kim ne yakıyorsa ( tezek ve kerme yakanlarda az değildi)
Herkes birbirlerine iyi geceler dileyerek uyumaya gayret edilirdi.
Böylelikle geçmişe yaptığımız yolculuklardan biri olan ‘Iğdırda bir kış ‘ gezintimizin sonuna geldik.
Unuttuklarım yada atladıklarım olduysa affola diyor, yürek dolusu sevgiler gönderiyorum.
Sağlıkla kalın, mutlu kalın, umutla kalın…