Uzak amcamızın oğluydu. Iğdır'da yaşıyordu. Babası uzun yıllar önce köyü terk etmiş, Iğdır'a yerleşmişti. Sanıyorum ben Iğdır'a ortaokula gittikten sonra onunla tanıştım. Beni Iğdırmava mahallesinin en ucundaki kerpiçten yapılmış, mavi renkli pencereleri olan evlerine götürmüştü. Babası ve abisi İzzet ile birlikte yaşıyordu. İzzet köye sık sık geldiği için onu tanıyordum. Cevdet benden birkaç yaş büyüktü. Ama bana akranı gibi davranıyordu. Gencecik yaşına rağmen sürekli sigara içiyordu. Beni Iğdır'ın en kuytu köşelerine kadar götürmüş, her yeri gezdirmişti. Daha doğrusu beni o Iğdırlı yapmıştı. Onun her "emoğlu" deyişi ile kanatlanıyor, küçük de olsa bir şehirde yalnız olmadığımı anlıyordum. Her gün beni evlerine davet etse de gitmek istemiyordum. Babası suskun, içine dönük, hayata küsmüş bir insandı. Onun yanında kendimi rahat hissetmiyordum. Oysa beni her gördüğünde gülümser, birkaç güzel söz söylerdi.
Cevdet'le paramız oldukça sinemaya giderdik. Tarihi filmleri asla kaçırmazdık. İkimizde de ata binmek, rüzgar gibi kırlarda at sürmek hevesi vardı. Bir defasında da köylümüz Dursun'un atlarını bin bir rica ile almış ve Çaylak'ta Arapkir Köyü'ne kadar yarışmıştık. Döndüğümüzde Dursun, "Atları çatlatmışsınız," demiş bizi kınamıştı.
Cevdet köyü seviyordu. Köyde ne yazık ki toprakları yoktu. Babası gençliğinde toprakları satmıştı. Bazen tarlalara, bahçelere doğru yürüdüğümüzde bir yeri gösterir, "Bu tarla bizimdi,"der, içini çeker ve hemen bir sigara yakardı.
Kederlenmesin diye onu toprak kanala yüzmeye götürürdüm. Bir kez kanalda üzerimize doğru kırmızı bir yılan gelince korkmuş hemen sudan çıkmış, köye koşmuştuk. Yol boyu da korkaklığımıza gülmüştük.
Cevdet'in köyde amca çocukları vardı. En çok Mustafa Amcasını sever ve onda kalırdı. Köyde olduğumda Mustafa Amca'nın evinin önüne gider, kapıdan Cevdet'i seslerdim. Arada bir Mustafa Amca ile de sohbet ederdik. Bizim tembel olduğumuzu söyler öğütler verirdi. Cevdet ile gülerek dinlerdik. Ne ayrılık, ne hastalık ne de ölüm umurumuzda olmazdı.
Iğdır'da gürültülü bir kahve köşesinde çaylarımızı içtiğimizde çocuksu duygularla yazdığımız şiirleri okur ve birbirimizi överdik. O yaşlarda ne büyük şairler olduğumuzu kendimize inandırırdık. Sadece ilkokulu okumuştu ama bilgiliydi ve şiirleri çok güzeldi.
Bir süre sonra mahalleden bir kız sevdiğini öğrendim. Beraber kaç kez o kızın evlerinin önünden geçtik. O kız için ne kadar da şiir yazmıştı. Kara gözlü başlıklı şiirlerini ezberden okur peş peşe sigara yakardı.
Iğdır'da bisiklet kiralayan yerler vardı. Bana bisiklete binmeyi de o öğretmişti. Birer lira verince bisikletleri alır, Iğdırmava çayı boyunca bir tur atar gelirdik gelirdik.
Ben başka bir şehirdeki okula gidince irtibatımız kesildi. Birkaç kez bana mektup yazdı. Şiirlerinden gönderiyordu. Ama nedense "karagözlü" kızdan hiç söz etmiyordu. Belki de kız bir başkasını sevmişti.
Bütün Türkiye'de siyasi olaylar artık çığırından çıkmıştı. Iğdır'da da şehir ikiye bölünmüştü. Cevdet de aktif bir siyasetçi olup çıkmıştı. Bu kez şiirleri kızdan, kaderden çok ülke ile ilgiliydi. Okuldan döndüğümde buluşur bu kez günde on defa ülkeyi kurtarırdık(!). O da kendi kuşağı gibi sürekli okur ve kendisini tartışmalara hazırlardı.
Okullar, gurbet ve hayatın bir türlü bitmeyen gailesi ikimizi de ayrı ayrı yerlere savurdu. Beş yıla yakın onu göremedim. Almanya'dan bir gelişimde arabayla öğrenci iken gittiğim o mütevazi eve gittim. Beni görünce sanki dün ayrılmışız gibi hemen masanın üzerindeki şiir defterini eline aldı ve bir şiir okudu. Bu kez şiir bir sevgiliye değil kadere yazılmıştı. Hangimiz kaderden şikayetçi değildik ki? Ama o daha çok şikayetçiydi: Şikayetinde de haklıydı. Anne yüzü görmemiş, sıcak bir yuvada büyümemişti. Babasının küskünlükleri, yoksulluğu onun çocuk kalbinde derin yaralar açmıştı.
O gün bütün gün araba ile gezdik, eski günlerden konuştuk. Abisi İzzet artık evlenmiş köye yerleşmişti. O ise hâlâ şiir yazıyordu.
O görüşmeden sonra yine ayrıldık. Arada bir haberleşiyorduk. Bir ara hasta olduğunu duydum. Ama geçici bir şeydir diye düşündüm. İnsan nedense her şeyi ileriye, geleceğe doğru erteler. Ben de öyle yapıyordum. Bu kez gidişimde mutlaka yine görüşeceğiz diye düşünüyordum. Ama nasip değilmiş.
Yakışıklı, cesur, sözünü hiç kimseden sakınmayan, Iğdır'ın tozunu, toprağını seven bu yiğit "emoğlum Cevdet" dün duydum ki vefat etmiş. Dedim ya benden büyük olmasına rağmen o gözlerimin önünde hâlâ genç, yakışıklı ve şair Cevdet'ti.
Güzel şair emoğulum, ruhun şad olsun! Uzak yerden ancak senin ardından bir kaç damla gözyaşı dökebildim. Sana ağıt yakacak anan yok biliyorum. Ağıt niyetine ardından bir mısra da olsun göndereyim, dedim. Elimden bu gelir ancak!
Böyle gafil ölüp gitmek olur mu?
Selam versem gelir seni bulur mu?
Şiirlerin defterinde durur mu?
Karagözlün kara giysin emoğlu!