Her çocuğun ergenlik çağı kendine özgüdür. Ben ergenlik çağında çok öfkeliydim. O dönemde siyasi hareketler çılgınlık noktasına geldiği için benim de öfkem siyasete yönelmişti. Kars İnönü Karakolu’nda bütün gece bir ton dayak yedikten sonra babam geldi. Yüzüme baktı ve kafasını salladı. “Bu işlere niye karışıyorsun oğlum?” diye sordu. Hemen vatanı, milleti kurtarmaktan söz etmeye başladım. Sert bir ifadeyle sözümü kesti. “Bu devlet kendini kurtaramıyor da senin gibi tıfıllar mı kurtaracak? Bu devletin ordusu, polisi, jandarması yok mu?”
O zamanlar aklım bir karış havada olduğu için saf, temiz bu köylü bilgesinin sözlerini anlayamamıştım. Sonra kendimi, dünyayı, insanları, başka halkları tanıdıkça okuma yazması olmayan babamın sözlerinin derin manasını anlamıştım ama iş işten geçmiş, binlerce saf, heyecanlı genç acımasızca birbirini doğramıştı. Ama bütün bu acılara rağmen ne yazık ki Türkiye hâlâ bu ergenlik öfkesinden kurtulamamıştı. Yine öfkeli kamplaşmalar, yine karşıt görüşü düşman bellemeler, yine aykırı sözlere yağan cezalar ve kafalarda bölünmüş güzel halkımız…Ne zaman büyüyeceğiz ne zaman etrafımıza sakin bir eda ile bakarak hayatın anlamını çözeceğiz bilmiyorum.
Bu ergenlik psikolojisi sadece sıradan insanlarımızı değil, okumuş, gün görmüş, dünya gezmiş koskoca adamları da etkisi altına alınca insan hayret edemeden duramıyor. Milletvekilliği, bakanlık yapmış, yaşının en olgun çağlarını yaşayan insanlar bile hâlâ hem kendisi hem tarihi hem de halkıyla kavga etmeye devam ediyor. Bu kavgaları gördükçe birdenbire gözlerimin önüne bir tarafta öfkeden seyrek sakalları dimdik olmuş, Kadir Mısıroğlu, öbür tarafta alaycı ve tepeden bakan Kemal Alemdaroğlu beliriyor. İkisi de bana hep sevimsiz ve yabancı gelmişlerdir. Bu iki tipin ideolojisi ve öfkesi Türkiye’nin son yüzyılını darmadağın etti. Alemdaroğlu’nun temsil ettiği çiğ, yabancı, soğuk Kemalizm ne kadar bu halka yabancı olarak kaldıysa Kadir Mısıroğlu’nun o öfkeli, tamamen içi boş, dedikodu mahiyetindeki tarih konusundaki çıkışları da o kadar yabancı kaldı. Doğru mu yanlış mı diye asla araştırmadan, sadece hitabetin büyüsüne kapılarak her anlatılana inanan insanlar sadece bizde mi var bilemiyorum. Ama başka ülkelerde gerçek tarihe değil de efsanelere, dizi filmlere inanan ve bunda da inat eden siyasetçi ve sözde bilim adamları sadece bizde var, bunu kesinlikle biliyorum. Bunlar sadece bir düşünceyi savunmadılar; bunlar, genç kuşakların ne Sultan Abdülhamid’i ne de Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamasına ve tanımasına da izin vermediler.
Bu ikiye bölünmüşlük, bu öfkeli ergenlik hali, bu bilgisiz bilge tavırlar, bu ne kendisiyle ne de tarihi ile bir türlü barışık olmama inadı bizi nereye götürecek doğrusu merak içindeyim.