Iğdır’da ilk yerleşim M.Ö.4000 yıllarında başlar. Iğdır’ın çok önemli coğrafi ve stratejik konumu, eski ipek yolu üzerinde bulunması, geçiş bölgesi olması, uygun iklim yapısı verimli sulak toprakları Iğdır’ı bir cazibe merkezi olmasına birçok millet ve medeniyete ev sahipliği yapmasına sebep olmuştur.
Ağrı Dağı ve onun devamı olan Kireler, Tuzluca ve İrevan tarafındaki dağlar göçebe olan geçimini büyük oranda hayvancılıkla sağlayan Türkler için bir cazibe merkezi olmuştur. Türk insanı daha çok küçükbaş hayvancılıkla uğraşmakta bu bölgelerde küçükbaş hayvancılık için çok uygun koşullar sunmaktadır. Iğdır’ın Türkler tarafından tercih edilmesinin diğer bir önemli gerekçesi de geçit vermez Ağrı Dağı ve Aras vadisini boydan boya geçen Aras nehrinin savunma için elverişli doğal bir savunma hattı ve kale olması, Ağrı Dağı’nın Türkler için Türkistan’daki Altay ve Tanrı Dağı ile özdeşleştirdikleri “Türkmen Otlağı” olarak görülmesidir.
Eski Iğdır şehri Ağrı Dağının Kuzey yamacı Korhan Yaylası eski Iğdır kalesi olarak bilinen yerdir. M.Ö. 4000 yıllarında kurulan eski Iğdır şehri, aradan geçen 5.565 yıl sonra M.S.1.664 yılında 7 gün süren büyük Ağrı depremi ve heyelanı sonucu yerle bir oldu. Çok büyük can ve mal kayıbı yaşandı. Hayatta kalanlar aşağı ovaya inerek Iğdırmava, Baharlı, Sultanabat, Erhacı’ya yerleştiler. O zaman şimdiki Iğdır yer yer bataklık, kamışlık, sazlık, sıtma hastalığı ve sivrisineğin bol olduğu bir yer idi. Gece günüz çalışıp dranaj ve sulama arkları açıp yeni Iğdır şehrini kurdular. Her tarafı yeşillendirip, bağ ve bahçeler, güzel evler yaptılar. Yerleştikleri bu yeni yere eski Iğdır şehrinin adını koydular. Aradan geçen 176 yıl sonra 1840 yılında ikinci büyük Ağrı depremi ve toprak kayması yaşandı. Bu ikinci depremde de büyük can ve mal kayıbı yaşandı.
Depremin yaraları daha doğru dürüst sarılamadan aradan geçen 164 yıl sonra Ruslar Iğdır’ın mensubu olduğu Revan Hanlığını yıktılar. Ruslarla yapılan bu savaşlarda Iğdır insanı çok kayıp verdi. Yaşanan bu savaş ve işgalin acıları bitmeden 12 yıl sonra 1840 yılında 2 büyük Ağrı depremi ve toprak kayması yaşandı. Yaşanan deprem ve toprak kayması çok büyük can ve mal kayıbına yol açtı.
Iğdır 89 yıl Rus işgalinde kaldı. Iğdır Güney’de geçit vermez Ağrı Dağı, Kuzeyde Aras nehri, Batı’da Osmanlı devleti, Doğu’da Kaçar devleti arasında dar bir havzada büyük baskı altında soydaşları ile bağlantısı kesik bir yaşam sürdü. 1917 Bolşevik ihtilali ile Ruslar bölgeden çekildiler. Bölgede büyük otorite boşluğu doğdu. Ermeni güçleri ve çeteleri 1918-1920 yılları arasında bölgede büyük baskı, zülüm ve soykırım yaptı.
Yaşanan bu zor yıllar başta Ruslar olmak üzere büyük emperyalist güçler yüzyıllarca barış ve huzur içinde yaşayan halkları bir birine düşürdü. Yüzyılların barış, huzur ve kardeşliği bozuldu. Bölgede yaşayan Türk ve Müslümanlar Güney Azerbaycan ve Osmanlı devletine sığındı. Ermeni ve Ezidiler Ermenistan’a göç etti. Iğdır yaşanan savaş ve göç ile çok büyük nüfus kayıbı yaşadı.
Iğdır 14 Kasım 1920 yılında Ermeni işgalinden kurtarıldı. Güvenlik sağlandıktan sonra bölgeden göç edenlerden hayatta olanlar geri döndü. Iğdır 1924 yılında Doğubeyazıt vilayetine bağlandı. 1934 yılında da Kars vilayetine bağlanan Iğdır, 1992 yılında Kars ilinden ayrılıp İl merkezi oldu. 1992 yılında Nahçivan Dil Ucu sanır kapısı açıldı.
Iğdır 1920-1992 yılına kadar dar bir havzada üç devlete sanır sınırları kapalı büyük şehir ve pazarlara uzak 70 yıl içine kapanık bir yaşam sürdü. 1960 yılından sonra Iğdır’dan batıdaki büyük şehirlere ve yurt dışına büyük göç oldu. 1927 nüfus sayımında Iğdır şehir merkezi 3.716 nüfusa sahip olup Iğdır genelinde nüfus 36 bindi.
Iğdır’da doğru dürüst arkeolojik bir kaza yapılmamıştır. 5.565 yıllık eski Iğdır şehri ile ilgili yeterli bir bilgiye sahip değiliz. Şu anki Iğdır şehri geçmiş tarihi 360 yıldır. Yüzyıllarca beraber barış içinde yaşayan 4 halk Emperyalistlerin yüzünden 2 halka inmiştir. Yaşanan o korkunç yıllarda 1917-1920 yıllarda Iğdır çok şeyini kayıp etti. 1992 yılına kadar Iğdır herkesin birbirini tanıdığı, selamlaşıp iyi komşuluk ilişkileri yaşadığı, tek ve iki katlı, önünden sulama arklarının geçtiği bağ, bahçeli güzel bir Anadolu kasabasıydı. 1992 yılında Iğdır’ın il olması, Nahçivan Dil Ucu kapısının açılması, Iğdır’da mimari, nüfus, sosyolojik yapıyı değiştirdi. Yeşil Iğdır betona, ranta kurban edildi.
Geçmişi koruyarak geleceğe daha güzel yön verebiliriz. Ben bir şehrin dilini, sesini, rengini, mazisini, efsanesini, tarihe tanıklığını, binlerce yıllık ruhaniyetini merak eder ve önemserim. Bilmiyor muyuz ki bir medeniyet, her şeyden evvel derin maziden gelen bir kültür yığılması, bir kültür toplanmasıdır. Bu yığılmanın başında şehir ve mimarî eserleri gelir. Çünkü nesilleri asıl terbiye eden onlardır. Her mimarlık eseri bulunduğu şehrin hayatını bir ev tanrısı gibi farkına vardırmadan idare eder. Onların kalabalığı ruhumuzda öyle bir konser yapar ki, ömrümüzde bir kere olsun onu dinlemek fırsatını bulursak, bir daha kaybetmemek şartıyla kendimizi bulmuş oluruz.
Ben Iğdır’a geldiğimde o eski güzelliği bulamıyorum. Iğdır’ı geçmişini geleceğinde barındırmayan bir şehir olarak görüyorum. Şehrin hafızası ne kadar diriyse şehirlinin de hafızası o kadar canlıdır. Bilinmelidir ki şehirle şehirlinin ilişkisi mekânlardan vareste değildir. Şehrin dünüyle bugününü bir köprü gibi birleştiren mekânları korumanın toplumsal hafızayı korumakla eş değer olduğunu herkesin anlamasını isterim.