27 Şubat 2025, tarihsel bir dönüm noktası olarak kayıtlara geçti. 1978 yılında kurulan ve yıllardır terörle anılan terörist başı PKK'nın lideri, örgütün silah bırakması gerektiğini belirtti. Bu açıklama, tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Terörisy başı Andullah Öcalan'ın bu çağrısı, özellikle ülkemizde umutları yeşerten bir gelişme olarak değerlendirildi. Ancak ne yazık ki, PKK'dan henüz resmi bir açıklama gelmedi. Bu durumda, dünya kamuoyu ve özellikle ülkemizdeki bazı kesimler, bu sürecin nasıl sonuçlanacağını merakla bekliyor.
Demokrasi, hukuk ve insan hakları gibi önemli kavramlar, bu süreçte sıkça dile getiriliyor. Ancak bu terimler bazen yüzeysel bir şekilde kullanılıyor. Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Devlet Bahçeli'nin, devlet aklıyla terörist başı Abdullah Öcalan'a yaptığı çağrılar, büyük bir dikkatle yapılmış adımlardır. Bu çağrıların ne kadar derinlemesine düşünüldüğünü ve süreçlerin ne denli titizlikle incelendiğini hep birlikte göreceğiz.
PKK'nın silah bırakma kararına henüz olumlu bir yanıt gelmemişken, sözde insan hakları savunucularının açıklamaları, durumun karmaşıklığını gözler önüne seriyor. Yıllarca terörü destekleyen, hatta bu terörü gizliden gizliye savunan bazı kesimler, şimdi “süreci destekliyoruz” gibi üstü kapalı açıklamalar yapmaya başladılar. Ancak bu açıklamalarda, PKK'nın silah bırakmasından rahatsız olduklarını ve Türkiye’nin güçlenmesinden endişe duyduklarını hissedebiliyoruz. Onlar için asıl kaygı, PKK silah bırakırsa Türkiye'nin daha da güçleneceği ve bölgedeki dengelerin değişeceğidir. Bu tür açıklamalar, sürecin samimiyetine ve gerçek niyetlere dair soru işaretleri oluşturuyor.
Türkiye’nin güçlenmesinden kim korkuyor? Eğer Türkiye güçlenirse, kimler kaybedecek? Bu sorular, özellikle Güneydoğu'da yaşayan halkımızı ilgilendiriyor. Biz, Kürt kardeşlerimizle birlikte aynı topraklarda, aynı kültürü paylaşarak büyüdük. Kız alıp veren, dostluklar kuran, aynı kaderi yaşayan insanlarız. Terör, bölgeye büyük zarar verdi. Ancak bu toprakların insanları, bir zamanlar barış içinde yaşamış, huzuru ve refahı paylaşmışlardır. 1990'lı yıllarda Nahçıvan'ın kapılarını açmasıyla bölgeye gelen ekonomik hareketlilik, bir anda Iğdır'ı ticaretin merkezi yapmıştı. İnsanlar refah içinde yaşamış, terörün gölgesinden uzaklaşmıştı. Ancak o dönemde birçok aile, terör nedeniyle çocuklarını büyük şehirlere veya yurt dışına göndermeyi tercih etmişti. Terörden kurtulmanın yollarını arayan sayısız Kürt vatandaşımız vardı.
Bugün, önümüzde tarihi bir fırsat var. PKK'nın lideri Abdullah Öcalan, bir gerçeği fark etti. ABD, yıllarca PKK'ya silah gönderdi. Bu silahlar Türk askerine karşı kullanıldı. O askerler kimlerdi? O askerler, Türklerdi, Kürtlerdi, Çerkezlerdi, Lazlardı... Yani Türkiye’de yaşayan herkesin çocuklarıydı. Zaman zaman duyduğumuz bir diğer acı gerçek ise, bir ailenin bir evladı PKK'ya karışmış, diğerini ise askere göndermesiydi. Bu iki kardeş yıllarca birbirlerine karşı savaştırıldı. O dönemde çok sayıda ocak söndü, çok sayıda ev yıkıldı. Şimdi ise, bu acılara son verme zamanı geldi. Artık huzur içinde yaşamak istiyoruz. Huzurlu, terörsüz bir ülkede, barış içinde yaşamak istiyoruz. Diyarbakır’a, Şırnak’a, Güneydoğu'nun diğer illerine gidin, o insanları ve insanlık adına yapılan mücadeleyi görün. Saygıyı gözlerinizle görün.
Artık bu ülkede doğulu, batılı, kuzeyli gibi ayrımlar konuşulmasın. Bu fırsat bir kez daha önümüze geldi. Hep birlikte bu fırsatı değerlendirelim. Kişi başına gelirimizi artırmak, bölgesel kalkınmayı hızlandırmak, teröre harcanan paranın yerine eğitim ve sağlık gibi alanlara yatırımlar yapmak, bizi daha güçlü bir Türkiye yapacaktır. Bugüne kadar teröre harcanan para, 3 trilyon doları buluyor. Bu paralar, ülkemizin kalkınmasına, savunma sanayimize ve eğitim sistemimize harcanmalı. Eğer ekonomik olarak ve savunma sanayi anlamında güçlü olursak, bizi birbirimize düşürmeye çalışanlar başarılı olamayacaklardır. Biz, sahada oyun kuran olacağız. Ortadoğu’da yeni bir düzen kurulmak isteniyor. Türkiye’nin bu düzenin başında olması gerektiği gerçeği her geçen gün daha da belirginleşiyor.
Bakın, Kafkaslar bölgesi dünya için çok önemli bir coğrafyadır. Birçok dünya gücü, buralarda hakimiyet kurmak istiyor. Ancak bu bölge, bizim burnumuzun dibinde yer alıyor. Kafkaslar'daki pek çok milletle de aynı soydan geliyoruz. Zengezur koridoru, küresel güçlerin ilgisini çeken kritik bir bölgedir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak, bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Olmak durumundayız. Eğer bu fırsatı tepemeyiz, çocuklarımız dağlarda bir hiç uğruna ölüp gidecektir. Oysa o çocuklar dağlarda değil, okullarda eğitim almalı ve bu ülkenin kalkınması için çalışmalıdır. Türkiye’den başka vatanımız yoktur. Türkiye Cumhuriyeti'ni güçlü kılarak, gelecek nesillerimizi dünyaya hakim kılmalıyız.
Ülke olarak eksiklerimiz olabilir, zorluklarla karşılaşabiliriz. Ancak terörsüz ve silahsız bir Türkiye’de çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Bizleri birbirimize düşüren dış güçlerin etkisini tersine çevirebiliriz. Birlik, beraberlik ve ortak hedeflerle, ülkemizi daha aydınlık yarınlara taşımak için bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeliyiz.