Yıl 1969, O yıllarda ilkokulu yeni bitirmiş, ortaokula başlamak üzereydim. Iğdır henüz ilçe statüsündeydi. Ortaokula devam etmek isteyenler ya bir yakının yanında kalır ya da arkadaşlarıyla birlikte ev kiralardı. Ben de, o dönemde İydirmava olarak bilinen, şimdiki Iğdırmava semtinde oturan rahmetli halamın evinde kalmaya karar verdim. Yanıma bir yatak, biraz da gıda alıp halamın evine yerleştim. Halam da o sıralar kiracıydı.
Hemen bitişiğimizde, lise ikinci sınıfta okuyan Mahmut Aşkar abi ile akrabamız olan, sonradan Almanya’ya göç eden Cihangir Şıktaş birlikte öğrenci olarak kirada kalıyorlardı. Mahmut abi o yaşta, henüz lise öğrencisiyken bile yerel gazetelere şiirler ve makaleler yazıyordu. Genç yaşına rağmen edebiyata olan tutkusu, yazma aşkı çevresindekilere ilham veriyordu.
Liseyi bitirdikten sonra, babası Almanya’da işçi olduğu için Mahmut abi de onun vasıtasıyla Almanya’ya gitti. Yıllar boyu orada kaldı. Üniversite öğrenimini tamamladı, kitaplar yazdı, sivil toplum kuruluşlarında görev aldı. Şimdi ise, benimle yıllarca aynı sınıfta okuyan kıymetli eşi Sevim Hanım’la birlikte tekrar Iğdır’a dönmeye karar verdiler. Kışları Almanya’da, yazları ise Iğdır’da geçiriyorlar.
Mahmut Aşkar abim Almanya’da kaldığı süre boyunca tam 13 kitap yazmış. Bu eserlerden biri olan Kurban romanını da bana hediye etti. Büyük bir heyecanla okumaya başladım. Daha ilk sayfalarda beni çocukluğuma götürdü roman… 60’lar mı desem, 70’ler mi bilemiyorum. Rahmete giden annemi, babamı sanki yeniden yanı başımdaymış gibi hissettim. Romanın kahramanlarından biri adeta bendim. İçimden “Acaba Mahmut abi, benim hissettiklerimi nasıl bu kadar iyi biliyor?” diye geçirdim. Belki farkında olmadan bu duygularımı ona anlatmışımdır.
Ama aslında, o yıllarda hepimiz benzer hayatlar yaşıyorduk. Büyükler sevgiyi, çoğu zaman dayağın içinde sunuyordu. Ben de rahmetli babamdan, suçsuz yere çok dayak yemişimdir.
Romanı ilk okuduğumda hissettiklerimi bir yazıya dökmüş, telefonuma kaydetmiştim. Ancak o yazıyı bulamayınca bir kez daha okumaya karar verdim. İyi ki de okumuşum, bu kez hissettiklerimi daha geniş bir şekilde ifade edebildim.
Kurban; insanın iç dünyasında iz bırakan, ibretlik temalarla dolu bir roman. Fakir bir ailenin çocuğunun azimle başarıya ulaşabileceğini, imkânsızlıkların bahane değil birer basamak olabileceğini gösteriyor. Zengin bir kıza gönül veren fakir bir gencin, sadece kendi çabasıyla o kıza kavuşabileceği mesajı çok güçlü bir şekilde verilmiş.
Bu noktada lisede bir öğretmenimizin anlattığı bir anıyı hatırladım: Orta hâlli bir öğrenci ikinci dönem tüm derslerini yükseltmiş. Öğretmenler kopyadan şüphelenmiş. Araştırmalar sonunda öğrenmişler ki, çocuk sınıftaki başarılı bir kıza arkadaşlık teklif etmiş, kız da “Benimle arkadaş olmak istiyorsan notlarını yükselt” demiş. Çocuk da bütün derslerini yükseltmiş. O zamanlar buna gülüp geçmiştik ama şimdi bakınca insan isteyince neler yapabiliyor, diye düşünmeden edemiyorum.
Romanın kahramanı İsmail de böyle bir karakter. Çalışıp çabalayarak İstanbul’da üniversite kazanıyor. Almanya’ya gidip orada başarılı oluyor. Türkiye’ye döndüğünde kısa süreli bir devlet memurluğu tecrübesinden sonra Iğdır’a dönüyor. Amacı kendi memleketine, kendi insanına hizmet etmek… Ama liyakatin olmadığı yerde, riyakatsizlerin dedikoduları, yalanları, iftiraları geçerli oluyor. İsmail’in hayatı bir komployla altüst oluyor. İşte o anda, romanın sonunda gözyaşlarımı tutamadım. Eminim benim gibi duygusal okuyucular da aynı duyguları yaşamıştır.
Kurban sadece bir başarı hikâyesi değil; aynı zamanda kültürel bir belge. 60’lı, 70’li yılların saf, temiz, esprili ve anlamlı yaşam tarzını yansıtıyor. Yeni neslin yozlaşmasını, argo ve şiddet içerikli şakalarla kültür erozyonuna neden olduğunu sade ama etkili bir dille anlatıyor.
Düğünlerimizin, geleneklerimizin kayboluşunu işlerken; Azerbaycan toy havalarının yerini Batı ezgilerine bırakmasının hüznünü dile getiriyor. Bu da okuyucuda kültürel değerlerimize sahip çıkma isteği uyandırıyor.
Romanın içinde geçen “hodak, küleş, nahır” gibi eski köy kelimeleri, bilmeyenleri araştırmaya, bilenleri ise geçmişe götürmeye yetiyor. Ben şahsen çocukluğuma döndüm bu romanla… Kuzu otlattım, annemle birlikte çapa yaptım, tırpan çektim… Ve romanın sonunda, İsmail’e yapılan suikastla birlikte ben de ailesiyle birlikte gözyaşı döktüm.
Romanı bitirdiğimde içimde tek bir cümle yankılandı:
“Bazı insanlar acıyı sever. Çok acı yer ama gözünden yaş dökülür. O insan o acıdan hem zevk alır, hem de acı çeker.”
Ben de bu romanla hem zevk aldım, hem acı çektim.
Eline, beynine, hayal gücüne sağlık Mahmut abi…