Ortadoğu coğrafyasında yaşanan her gelişme, yalnızca bugünü değil, geçmişi de tekrar tekrar hatırlatıyor. Çünkü bu topraklar, yüzyıllardır küresel çıkarların satranç tahtası olmuş, sayısız halk bu oyunun piyonları olarak kullanılmıştır. Şimdi o eski oyunlardan biri, sadece yeni aktörlerle ve yeni bir perdeyle karşımıza çıkıyor. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi.
Hatırlayalım... “Saddam’ın kitle imha silahları var” diyerek başlatılan işgal süreci, yalnızca bir rejimin değil, tüm bir milletin çöküşüne yol açtı. Milyonlarca insan yaşamını yitirdi, yerinden edildi, ülkeleri viraneye döndü. Oysa o dönemin belgeleri, istihbarat raporları ve bugün ortaya çıkan gerçekler, o silahların hiç var olmadığını çoktan kanıtladı. Ama bedel ödeyen, her zamanki gibi halk oldu.
Şimdi benzer bir senaryo İran için sahneleniyor. “İran nükleer silah geliştiriyor” söylemi, her gün biraz daha yüksek sesle dillendiriliyor. Ancak dünya kamuoyu artık bu propagandaların gerçek nedenlerini daha iyi biliyor. Mesele, nükleer faaliyetler değil. Mesele, enerji yolları. Mesele, petrol ve doğalgaz. Mesele, İran’ı çevreleme ve dizayn etme arzusudur.
Bu planın öncüsü İsrail ve onun Başbakanı Netanyahu ise, adeta trajikomik bir figüre dönüşmüş durumda. Gazze’de binlerce çocuğun, kadının ve yaşlının ölümünden sorumlu olan bir liderin, “İran hastaneleri vuruyor, savaş suçu işliyor” demesi, vicdanları değil ancak alaycı gülümsemeleri harekete geçirebilir. Kendi işlediği suçları unutturmak için başka bir ülkeyi hedef gösteren bu yaklaşım, artık inandırıcılığını yitirmiştir.
Netanyahu’nun sözlerine inanan liderler de onunla birlikte aynı saçmalığın içinde yer almaktadır. Zira bu tavır, yalnızca siyasi bir çaresizliğin değil, aynı zamanda uluslararası hukukun ve ahlaki değerlerin nasıl ayaklar altına alındığının da göstergesidir.
Ancak bu kez tablo farklı. İran ne Irak’tır, ne Suriye. İran halkı, tarih boyunca birçok zorluktan geçmiş, savaşlar ve ambargolarla yoğrulmuş bir millettir. Bugün İran’da 85 milyonluk bir nüfus, belki siyasi olarak kendi iktidarından memnun olmayabilir ama ülkesine yönelik bir dış saldırı söz konusu olduğunda, tek vücut olma iradesiyle hareket etmektedir. Bu milli duruş, dış dünyada tahmin edilenden çok daha güçlüdür.
Nitekim son gelişmelerde sınır kapılarında oluşan kalabalıklar, yurt dışında yaşayan İranlıların savaş çıkması halinde ülkelerine dönmek için sıraya girmesi, bu milli dayanışmanın açık bir göstergesidir. Bu, yalnızca bir hükümetin değil; bir halkın varoluş direnişidir.
ABD ve İsrail’in klasik hesapları ise artık işlemiyor. Çünkü dünya değişti. Küresel dengeler artık sadece Batı’nın ekseninde dönmüyor. Çin ve Rusya gibi küresel aktörler, bölgede daha dengeli bir politika izliyor. Her ne kadar doğrudan müdahil olmasalar da, İran’a karşı yürütülen bu kampanyada sessiz kalmayacaklarını hissettiriyorlar. Kuzey Kore ve Pakistan gibi ülkeler de İsrail karşıtı çizgideki duruşlarını açıkça koruyor. Ayrıca Hizbullah gibi bölgesel aktörlerin devreye girmesiyle İsrail’in askeri dengeleri de ciddi şekilde sarsılabilir.
Bu yüzden İran’a yönelik saldırılar, sadece askeri bir cephede değil; psikolojik, ekonomik ve diplomatik boyutlarda da yürütülüyor. Ama bu kez halklar, devletlerden daha uyanık. Sosyal medya ve alternatif medya sayesinde yalanın hüküm sürmesi artık eskisi kadar kolay değil. Dünya halkları, “özgürlük” ve “insan hakları” maskesiyle yürütülen emperyal operasyonlara karşı çok daha bilinçli.
Netanyahu’nun siyasi geleceği, bu savaşta alacağı sonuçlara bağlı. Ancak şu ana kadar yaşananlar, bu savaşın ne onun planladığı gibi ilerlediğini ne de ABD’nin çizdiği haritalara sadık kalacağını gösteriyor. Zira halkların iradesi, artık masa başı senaryolardan daha güçlü.
İsrail, Gazze’de yaşattığı yıkımı, İran tehdidiyle perdelemeye çalışıyor. Ama bu halklar, ne Gazze’yi ne Yemen’i ne de Lübnan’ı unutacak. İlahi adalet er geç tecelli eder. Sadece İsrail’i değil, ona körü körüne destek veren Batılı devletleri de bu vicdani körlüklerinden dolayı yüzleşmek zorunda bırakacaktır.
Ortadoğu’da yeni bir perde açılıyor. Ancak bu kez izleyiciler daha bilinçli, oyuncular daha hazırlıklı ve sahne daha karışık. Belki yine acılar yaşanacak, kan dökülecek. Ama bu defa yazılacak tarih, halkların direnciyle şekillenecek.
Ve unutmayalım: Bu topraklar, geçmişte olduğu gibi bugün de dış güçlerin planlarının mezarlığı olmaya devam edecektir.