EĞİTİM ENSTİTÜLERİNDEN YÜKSEKÖĞRETMEN OKULLARINA BU OKULLARDAN EĞİTİM FAKÜLTELERİNE
Yüksek Öğretmen Okulları, 1981 yılında 2547 sayılı Kanunla Eğitim Fakültelerine dönüştürülmüş ve üniversite çatısı altına alınmıştır. Bu düzenleme ile bölümlerde ihtisaslaşma iyice derinleşmiş ve zaman içinde yan alanlardan vazgeçilerek tamamıyla tek bir alanda öğretmen yetiştirilmeye çalışılmıştır. Bunun sonucu olarak ortaokulların öğretmen ihtiyacı liseye özgü derslerle yetişmiş Eğitim Fakültesi mezunları tarafında karşılanmaya başlanmış ancak, bu uygulama da çeşitli güçlükleri beraberinde getirmiştir. Mesela Fizik, Kimya ve Biyoloji Öğretmenliği Programlarından mezun öğretmenlerin ortaokuldaki Fen Bilgisi dersini öğretmekte güçlük çektikleri gözlenmiştir. Ayrıca yeni düzenlemenin getirdiği branşlarda ihtisaslaşma ile “yan alanda yetişme”nin yok edilmesi, kırsal kesimde az sayıda öğrenciye sahip ortaokulların öğretmen ihtiyacının karşılanmasında önemli güçlüklere sebep olunmuştur. Sadece bir branşta yetişen öğretmenin ortaokulda öğretebildiği ders sayısı düşük düzeyde kalmış ve her ders için ayrı öğretmene ihtiyaç duyulmuştur. Böylece gerek sayısal, gerekse ortaokul seviyesindeki öğrencilere ve derslere uygun nitelikli öğretmen yetiştirme açısından, Eğitim Enstitülerinde 1978’deki düzenleme ile başlayan ve 1982’deki düzenleme ile iyice belirgin hâle gelen yeniden yapılandırma çalışmalarının bazı olumsuz sonuçlara yol açtığı görülmüştür. Ortaokullardaki öğretmen açığı zaman içinde Eğitim Fakültelerinin lise branşlarına öğretmen yetiştiren bölümlerinden ve Fen-Edebiyat Fakülteleri mezunu sertifikalı öğretmenlerle karşılanmaya çalışılmış ise de gerek öğretmenlerin aldıkları lisans eğitimi, gerekse bu kademenin ilköğretim içinde yer alması nedeniyle lise öğretmenleri bu kademede öğretmenlik yapmaya pek istekli olmamışlardır. Ortaokul çağındaki öğrencilerle çeşitli sıkıntılar yaşayan ve lisedeki daha akademik ve üniversiteye yönelik olan öğretimi tercih eden bu öğretmenler ortaokullarda öğretmenlik yapmaktan genellikle kaçınmışlardır.
Sınıf öğretmenliği bölümü ise ilköğretimin ilk beş yılına öğretmen yetiştirdiği için İlköğretimin II. Kademesindeki (ortaokul) öğretmen açığının kapatılmasına bir katkıda bulunamamıştır. Eğitim Fakültelerinin yeniden yapılanmasında en önemli sebeplerden biri de bu kademede öğretmen yetiştirilmemesi olmuştur. Eğitim Fakültelerine Fen-Edebiyat Fakültelerinden gelen öğretim elemanları lise branşlarını kendi çalışma alanlarına daha yakın gördükleri için lise öğretmenliğine yönelik programların açılması için çaba gösterirlerken ortaokul İlköğretim II. Kademe öğretmeni yetiştirme ihtiyacını göz ardı etmişlerdir. Bunun sonucunda, 1990’lı yılların başlarından itibaren ortaya çıkan ilk ve ortaokul (İlköğretim II. Kademe) öğretmeni ihtiyacı Milli Eğitim Bakanlığı’nı (MEB), ileride olumsuz sonuçlar doğurabilecek önlemler (branşa bakmaksızın üniversite mezunlarının ilkokul öğretmeni olarak istihdamı gibi) almaya zorlamıştır. Yeniden yapılanma süreciyle birlikte MEB’in ihtiyaçları doğrultusunda bu kademeye öğretmen yetiştirilmeye başlanmıştır. Birçok Eğitim Fakültesi çok yakın geçmişte sadece “Sınıf Öğretmenliği” programını yürütürken; kapasitelerini hızla artırarak, ilköğretimin ikinci kademesine öğretmen yetiştiren lisans programlarını açmaya ve yürütmeye başlamışlardır. Artık, Eğitim Fakültelerinin çoğunluğunda bu programlar açılmış bulunmaktadır. 2018 yılı itibariyle Eğitim Fakültelerinde ilköğretim ikinci kademeye öğretmen yetiştiren Eğitim Fakültelerinin sayısı devlet üniversitelerinde 64 olup; bu sayı, Vakıf Üniversitelerinde açılan Eğitim Fakülteleri ile birlikte 72’ye yükselmiştir. Vakıf üniversiteleri (Başkent, Bilkent, Gazikent (Hasan Kalyoncu), İstanbul Aydın, Maltepe, Ufuk, Yeditepe) Eğitim Fakültelerini açarak bu konuda önemli adımlar atmışlardır.
İlköğretim ikinci kademeye öğretmen yetiştirmede geçmiş yıllarda önemli ihmaller görülse de, çok kısa bir sürede, nicelik sorunları önemli oranda halledilmiştir. Nitelik sorunlarının giderilmesi konusunda da çok önemli çalışmalar yapılmış ve yapılmaya da devam edilmektedir. Türkiye´de öğretmen yetiştirme alanında önemli tarihlere baktığımızda öğretmen yetiştirme konusunda dünyanın pek çok ülkesinden çok daha derin bir tecrübeye sahip olduğumuz anlaşılıyor. İlk öğretmen okulu günümüzden 177 (16 Mart 1848) yıl kadar önce kuruldu. Zaman içinde öğretmen yetiştirmeye dönük 30´dan fazla farklı ad altında okul açılmıştır. Bugün itibarıyla temel kaynak, Eğitim Fakülteleridir. Öğretmen yetiştirme, 1981´e kadar MEB´in tasarrufundayken, 1981´den sonra YÖK´e devredilmiştir. 7528 sayılı ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ KANUNU ile tekrar MEB’in bünyesine geçmiş bulunmaktadır.
TARİHİ YÜKSEKÖĞRETMEN OKULLARI
Yüksek Öğretmen Okulları, lise ve dengi okullara öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarıdır. Okulun tarihi, Dârülmuallimîn adlı okulun açılış tarihi olan 16 Mart 1848’e kadar uzandığı kabul edilmektedir. 1839’da Tanzimat’la başlayan batılılaşma hareketi en çok eğitime ihtiyaç gösteriyordu. Çünkü çeşitli alanlarda düşünülen köklü değişimler Türk toplumuna getirilecek yeni dünya görüşü ancak eğitim yoluyla sağlanabilirdi. Bu bakımdan eğitime araştırıcı ve akılcı bir anlayışın kazandırılması, açılacak ve çağdaş eğitim yapacak batı modeli okullarına, bu anlayışta öğretmen yetiştirilmesi gerekiyordu. 16 Mart 1848’de açılan Dârülmuallimîn açılış sebebi budur. O zamana kadar var olan ve çoğu din kaynaklı medreselerin bu işi başarması mümkün değildi. Dârülmuallimîn zaman içinde geliştirilerek, bünyesinde ilk, orta ve liselere öğretmen yetiştiren kısımları da içine alan sırasıyla Darülmuallimin-i Sıbyan (1870), Darülmuallimin-i İdâdî (1877) ve Darülmuallimin-î Âli açılmıştır. Böylece Türkiye'de öğretmenlik, orta öğretimin ilk basamağından sonra ilköğretim basamağı ile ortaöğretimin ikinci basamağında da çağdaş anlamda meslekleşme sürecine girmiştir. Bu girişimde Darülmuallimin-i Rüşdî bahsi geçen öğretmen okullarının öncüsü olmuştur. Zamanla “Dârülmuallimîn-i Âliye” adlı kuruma dönüşmüş, 1891 yılında bu kurumun içinde yer alan ‘Âli’ kısmı bugünkü lise düzeyindeki okullar olan idâdilere öğretmen yetiştiren yüksekokul haline getirilmiştir. Yüksek Öğretmen Okulları’nın asıl çekirdeği olan bu kurum, Cumhuriyete kadar sık sık yapı değiştirmiş ve 1915 yılında şekillenen yapısıyla Cumhuriyet dönemine devrolunmuştur. Cumhuriyetten önceki yapısı ile devralınan Dârülmuallimin-i Âliye’nin durumu, Cumhuriyet henüz kurulmadan, 15 Temmuz 1923 tarihinde toplanan Birinci Heyet-i İlmiye (Milli Eğitim Şurası, Bilim Kurulu) toplantısında ele alınmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan bu çalışmayla, “Yüksek Muallim Mektebi” adını alan okul, “Ecole Normale de Superieure” adlı Fransız Yüksek Öğretmen Okulu’nu kendine model olarak almıştır. Cumhuriyet döneminde bu okulların öğrenci kaynağı “ilk öğretmen Okullarıydı”. İlk Öğretmen okullarının başarılı öğrencileri kontenjanlar dâhilinde Yüksek öğretmen okuluna seçilirler oradan mezun olanlar liselerde öğretmenlik yaparlardı. O dönemde prestiji en yüksek okullardı.
16 Ağustos 1934 tarihinde, Yüksek Muallim Mektebi’nin, Cumhuriyet dönemindeki yapılanması başlangıç düşünülerek onuncu kuruluş yıl dönümü kutlanmıştır. Bu tarihte okulun adındaki Arapça kökenli sözcükler değiştirilerek artık okul; “Yüksek Öğretmen Okulu” olarak isimlendirilmiştir. Ancak okul, bir kaç on yıl daha, eski adıyla anılmaya devam etmiştir.
Yüksek Öğretmen Okulu 1930’lu yılların ortalarında, okulun hedefi olan Fransız Yüksek Öğretmen Okulu niteliğindeki yapıya çok yaklaşmıştır. 1930 ve 40’lı yıllarda, tıp fakülteleri dâhil, üniversitelerin pek çok bölümüne sınavsız öğrenci alınırken, Yüksek Öğretmen Okulu, sınavla öğrenci alan bir-kaç okuldan biri durumundadır. Dahası, okulun bu niteliği o yıllarda liselerin başarısının, Yüksek Öğretmen Okuluna sokabildikleri öğrenci sayısı ile ölçülmekteydi. Okulun bu başarısında şüphesiz öğretim kadrosunun etkisi büyüktü. Lisans derslerini İstanbul Üniversitesi’nde gören öğrenciler, akşamları dönemin en seçkin eğitimcilerinden meslekleriyle ilgili ek dersler almışlardır. Prof..Z. Fahri Fındıkoğlu, Sadrettin Celal Antel, Prof. Cemil Bilsel, Prof. .Mazhar Osman, Prof. Besim Darkot, bu kadroda yer alanlardan ilk akla gelen isimlerdendir. Sonraki yıllarda Prof. Dr. Nihat Keklik, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu gibi isimler İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda ders veren hocalar olmuşlardır.
Giderek gelişen ve yıldızı parlayan Yüksek Öğretmen Okulu, 1946 yılında kötü bir gelişme ile yüz yüze kalmıştır. 12 Haziran 1946 tarihinde çıkarılan Üniversiteler Kanunu, öğretim üyelerinin dışarıda görev almasını yasaklamıştır. Bu gelişme, Yüksek Öğretmen Okulu için bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü bu yasa ile okulda eğitimin niteliğinin artmasında önemli rolü bulunan müzakereci akademik kadronun okulla ilişkisi kesilmiştir. Okul, bu gelişmenin ardından bir öğrenci yurduna dönüşme sürecine girmiştir. Gelişen olumsuzluklar, 1949-1950 yılı başında okulun kapatılmasına kadar uzanmıştır. Okul, 2 yıl sonra, 1 Mart 1951’de, tarihi mekân olan İstanbul Çapa’daki binasında eğitime yeniden başlamıştır. Ancak kapalı kaldığı iki yıl içinde, önemli ölçüde prestij kaybetmiştir. 1940’lı yıllarda lise mezunlarının, öğrencisi olmaya can attığı okul 1950’li yıllarda eski çekiciliğini yitirmiş, her yıl verebildiği 3-5 mezunla öğretmen ihtiyacını gidermede yetersiz bir duruma gelmiştir. 1951-152 de 4, 1952-1953 te sıfır, 1953-154 3, 1954-1955 7, 1955-1956 4, 1956-1957 5, 1957-1958 de ise sadece 7 öğrenci mezun olabilmiştir. Lise Öğretmeni yetiştiren tek kaynak durumundaki Yüksek Öğretmen Okulu’nun verdiği mezun sayısındaki gerilemenin tersine, 1950’li yıllarda, sanayileşmenin hız kazanmasıyla köyden kente göçün başlaması, lise ve lise dengi öğrenci sayısında önemli artışın olması sağlanmıştır. Öte yandan, Türkiye’de bu yıllarda mühendislik dallarının gözde meslek olmaya başlaması, Yüksek Öğretmen Okulunun çekiciliğini olumsuz yönde etkilemiş, sonuçta okul nitelikli öğrenci bulmada eski gücünü yakalayamamıştır. Bu gelişme, dönemin eğitimcilerini lise öğretmeni yetiştirmede yeni bir öğrenci kaynağı aramaya yöneltmiştir.
1950’li yılların ortalarında ülke genelindeki 42 İlk Öğretmen Okulu aynı yılın sonuna doğru 52’ye yükselmiştir. Bu okulların 21’i Köy Enstitülerinin devamı niteliğinde olup eğitim süresi 6 yıldır. Köy Enstitülerinin kuruluş amaçlarının da bir gereği olarak tüm ülkeye neredeyse eşit aralıklarla serpiştirilmiş bir şekilde kurulmuştur. Amaç, tüm ülkenin köy çocuklarına okumada fırsat eşitliği sağlamak, okulların ışığından ülkenin tüm köylerini aydınlatmaktır. O tarihlerde İlk Öğretmen Okulları, askeri okullar gibi parasız yatılılık imkânları en geniş olan eğitim kurumlarıydı. Bunun sonucu olarak öğretmenlik mesleği Cumhuriyet döneminden 1960’lı yılların sonlarına kadar özellikle köy çocuklarının okuması için tek seçenektir. Dolayısıyla her köy çocuğunun gönlünde öğretmenlik büyük bir ideal olarak yaşamıştır. Ancak bu ideale erişilmesi o kadar kolay değildir. Çünkü her ilçe bünyesindeki köylerden ancak bir iki kişi okullara girebilmekteydi. 52 öğretmen okulunda eğitim gören, üstün meslek motivasyonu kazandırılmış, yetenekli daha da önemlisi öğretmenlik mesleğinin erdemlerini küçük yaşlarda kavratılmış heyecanlı ve gür gençler, Yüksek Öğretmen Okullarının yeni öğrenci kaynağıydı. Böylece o dönemde % 80 i köylerde yaşayan zeki ve fakat maddi imkânları kısıtlı köy çocuklarına yatılı olarak üniversitenin kapıları geniş bir şekilde açılmış oluyordu.
İstanbul Yüksek Öğretmen Okulundan sonra 03.07.1959 tarih ve 209 Sayılı Talim Terbiye Kurulu Kararı ile Ankara Yüksek Öğretmen Okulu fiilen açılmıştır. 4562 sayılı genelge ile üç ve altı yıllık İlk Öğretmen Okullarını 1959 Haziran ayında bitirenlerden, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na aday olarak adları gönderilenlere Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna kayıt yaptırmak üzere tebligat yapılmıştır. 76 genç, Bakanlığın (MEB) çektiği telgraflarla, açılacak hazırlık kursuna katılmak üzere Başkente gelmeleri sağlanmıştır. Köy okullarına atama beklerken kendilerine bambaşka bir geleceğin kapısı açılan başarılı gençlere yeni bir ufuk aralanmıştır. O yıl Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna ilk öğrencilerin seçilme biçimi, zamandan kazanılmak için düşünülen geçici bir çözümdü ve modelin ilk adımıydı. Öğrenciler nitelikli de olsa, üç aylık bir kursla lise olgunluk sınavlarına hazırlanmalarında güçlükler oluşmuştu. Bundan sonra model tartışılmıştır. İlk öğretmen Okulunun mezun öğrencileri yerine son sınıfa geçen başarılı öğrencilerin aday olarak seçilmesi ve seçilen adayların Yüksek Öğretmen Okulu bünyesinde açılacak bir yıllık hazırlık sınıfı eğitimi ile lise fen kolu bitirme sınavlarına hazırlanması esas alınmıştır.
Böylece 1959-1960 yılında ilk Öğretmen Okullarının son sınıfına geçen başarılı öğrenciler arasından seçim yapılmıştır. İlk öğretmen okullarının öğretmen kurulları, Haziran ayının ilk yarısında son sınıfa geçen zekâ, yetenek, bilgi, çalışkanlık ve kişilik bakımından üstün nitelikli, disiplin cezası almamış öğrenciler arasından Bakanlıkça belirlenen kontenjana uygun sayıda öğrencinin listesini Bakanlığa göndermişlerdir. Bakanlık ve Yüksek Öğretmen Okulu gönderilen listelerdeki adaylardan bir eleme yaparak ve her ilk Öğretmen okulunun ilk üçe girme başarısı göstereni, hazırlık sınıfına kabul etmişlerdir. Ankara Yüksek Öğretmen Okulundaki başarılı uygulama, 2025 yılı itibarıyla 177 yılı aşan geçmişe sahip İstanbul Yüksek Öğretmen Okuluna da uygulanmıştır. İstanbul Yüksek öğretmen Okulu da 1964- 65 öğretim yılında yeni modelle öğrenci almaya başlamış, aynı yıl İzmir Yüksek Öğretmen Okulu da açılarak Yüksek Öğretmen Okullarının sayısı üçe çıkarılmıştır.
1959-1960 Eğitim öğretim yılından itibaren Ankara Yüksek Öğretmen Okulu öğrencilerinin Fakültelerdeki başarıları kısa zamanda kendini göstermiştir. Model tutmuştur. Köylerden, kasabalardan sınavla seçilen zeki, yetenekli ve idealist gençler bu yeni modelle üniversite ortamına dâhil edilmişlerdir. İşte Cumhuriyet döneminin Yüksek Öğretmen Okulu modelinin temeli budur ve böyle atılmıştır. Önemli bir proje olarak tarihe geçmiştir.
KAPATILMASI
24 Haziran 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile öğretmen yetiştirmede de köklü değişikliklere gidilmiştir. İlköğretimin sekiz yıla çıkarılması ve her seviyede öğretmenin yetiştirilmesinde yükseköğrenim şartını getirmiştir. Bunun sonucunda İlk Öğretmen okulları kapatılarak Öğretmen Liselerine dönüştürülmüştür. İlk Öğretmen okullarının öğretmen liselerine dönüştürülmesi ile Yüksek Öğretmen Okullarının kaynağı da kurutulmuştur. Artık hazırlık sınıfı da işlerliğini yitirmiştir. Dahası bu durum, birkaç yıl sonra bu okulların kapatılmasına gerekçe olarak gösterilmiş ve nihayet 1974-1975 öğretim yılından itibaren hazırlık sınıfı uygulamasına son verilmiştir. 1975-1976 yılından itibaren Yüksek Öğretmen Okulları, üniversite sınavını kazanan lise mezunları arasından sınavla öğrenci almaya başlamış ve lise Öğretmenliği mesleği çekiciliğini yitirmiş, 1980 yılında da bu okullar (Ankara, İstanbul, İzmir) kapatılmıştır. Yüksek Öğretmen Okullarının kapanışı yalnız bu kurumların sonu değildir. Bu karar, ülkemize nitelikli lise öğretmeni yetiştirilmesinde, 1959 yılında keşfedilen kaynağın Türk Millî Eğitimine kazandırılmasına da son verilmiştir.
SONUÇ
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ideal öğretmeni yetiştirmek için ciddi Çabaların ve denemelerin içerisine girilmiştir. Köy Enstitüleri’nden ilk Öğretmen Okulları’na oradan Yüksek Öğretmen Okulları’na uzanan milli projeler hayata geçirilmiş ve tamamında başarılı olunmuştur. Zeki, yetenekli ve başarılı çocuklarımız tespit edilerek bu okullara yönlendirilmiştir. Köy Enstitüleri, İlk Öğretmen Okulları ve Yüksek Öğretmen Okulları parasız yatılı olarak kurulmuş okullardı. Bu okullarda okuyan zeki ve yetenekli çocuklarımız Türkiye’nin her tarafında; il, ilçe ve köylerinde ideal öğretmenlik yapmışlardır. 1981 yılından sonra Eğitim Fakülteleri öğretmen yetiştirmede yetkili ve tek kaynak olarak kalmıştır. Fakat ihtiyacı karşılamaktan uzak kaldığı gibi önceki modeller kadar başarılı olup olmadığı da tartışma konusu olmuştur. Özellikle 1973’lerden sonra ilk Öğretmen Okullarının liseler dönüştürülmesi, Yüksek Öğretmen Okullarının kaynağının kurutulması ve sonrasında kapatılmasına zemin hazırlanması, olumsuz gelişmeler olarak değerlendirilmiş ve tartışılmıştır. Bu arada öğretmenlik kurumlarından yetişmemiş öğretmenlerin atanması da ayrı bir tartışma konusu olmuştur.
Bu gelişmeler ve sık sık değişikliler öğretmenlik mesleğinin önemini sıkıntıya sokmuştur. Çocuklarımızı teslim ettiğimiz öğretmenlerimizin en güzel şekilde yetişmesini sağladığımız gibi mesleklerinde itibar sahibi olmalarını da mutlak anlamda sağlamamız gerekiyor. Nitelikli öğretmen yetiştirme amacının unutulması, zaman zaman işsiz üniversite mezunlarının istihdam alanı olarak öğretmenliğin görülmesi, toplumda “en azından öğretmen olursun” yargısının gelişmesine yol açmıştır. Ancak son yıllarda mesleğe itibar kazandırmak için önemli çabalar gösterilmiş ve Öğretmenlik Meslek Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla çıkarılan (Bkz. 7528 sayılı Kanun; Resmi Gazete Yayın Tarih ve Sayısı: 18.10.2024; 32696) ve hayata geçirilen Öğretmen Akademilerinin olumlu sonuç vereceğini umuyor ve ümit ediyoruz.











