4- Türk Milletini ve Kültürünü Çağdaş Dünyanın Ötesine Taşımak
Atatürk Türk milletinin ve Türk Dünyasının milli varlığının ve bütünlüğünün devamı için milli kültürümüzün öğrenilmesi gerektiğine inanmıştır. Milli kültür ise en temelde ortak bir tarih şuuru ve kültürü yayan ve geliştiren ortak dil unsurlarının araştırılıp geliştirilmesini gerektiriyordu. Bu alanlarda yapılacak çalışmaların iki temel hedefe yönelik olması gerektiğini söylemiştir. 1-Türkiye dâhilinde milli şuurun ve beraberliğin sağlanması, 2-bütün Türk Dünyasında dil ve kültür birliğinin gerçekleştirilmesi. İşte bu açılardan Atatürk, Cumhuriyetin ilanından sonra yaptığı konuşmalarında Türk kültürüne kuvvetli vurgu yapmıştır.
Veciz ifadesiyle: “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” “Cumhuriyetimizin dayanağı Türk milletidir. Bu milletin fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o millete dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.”
Aslında Balkan Savaşlarından beri devam eden bir “Türk Birliği” çalışması vardı. Bu çalışmayı yürüten gruplardan birisi siyasi birlik fikrine ağırlık verilmesini ve bilhassa Rus işgalinde yaşayan Türklerin de bu birliğe dâhil edilmesini savunurken, başını Gaspıralı İsmail Bey’in çektiği diğer bir grup ise, Türk birliği fikrini “dilde birlik, kültürde birlik ve iş de birlik” olarak görüyordu.
İkinci grup Türkiye dışındaki Türklerle kültür birliği içerisinde bulunulmasının dönemin siyasi ortamına daha uygun olacağını düşünmüşlerdir. Atatürk’ün tercihi ikinci grup yönünde olmuştur.
Bu çerçeveden bakıldığında Atatürk’ün özellikle dil ve tarih alanındaki çalışmalara verdiği önemi tartışabiliriz. Atatürk, Cumhuriyet Türkiye’sinin en büyük görevlerinden birinin milli kültürümüzü teşkil eden dilimiz ile zengin tarihimizi ortaya koymak olarak gösteriyordu.
Diğer bir ifadeyle Türk milletinin ve Türk Dünyasının milli varlığının muhafazası ve birliğin temini için milli kültürün temelini teşkil eden ortak tarih ve ortak dil şuurunun gelişmesine dikkat çekiyordu.
Zaten Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) ile Türk Tarihi Tetkik Cemiyetlerinin (Türk Tarih Kurumu) kuruluşları da bu sebeplerle oluşturulmuştur.
Atatürk’ün Türk tarihinin araştırılıp en eski çağlardan beri ortaya çıkarılması isteği genel olarak iki temel amaca yöneliktir:
Birincisi, Türk tarihi, başlangıcından itibaren iyi bir şekilde araştırılacak ve Türklerin kültür ve medeniyet Dünyasına katkıları, yetiştirdiği büyük şahsiyetlerin insanlığa hizmetleri ortaya konulacaktır.
İkincisi ise Dünya, Türklerin şanlı tarihini öğrenecek ve Türk gençleri de bu tarih bilinci ile yetiştirilerek milli birlik bilincini Türk Dünyasına ve bütün dünyaya yayma fırsatı bulacaktır.
Türk Dili Tetkik Cemiyetinin de Türk dilinin kendi benliğine ve zenginliği ile beraber güzelliğine kavuşturulması için çalışmalar yapması planlanmıştır.
Atatürk’e göre milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin zenginliğinin ortaya çıkarılması, milli duygunun gelişmesinin de başlıca gerekliliğidir. Dil ile kültürün nesillere aktarılması ve geliştirilmesi noktasındaki bağları Atatürk’ün bu düşüncelerinin temelindedir.
5 -Avrasya’yı Dikkate Alan Bir Anlayışı Geliştirmek Gerekiyor.
Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken ortaya çıkabilecek boşluğun; “dil, din, tarih ve kültür” birliğine dayalı bir milletin oluşturabileceğini ve genelde birliği oluşturan bu unsurların devletlerin hayatında başrol oynadığını görmüştür.
Osmanlı’dan doğacak olan boşluğu, Anadolu Yarım Adasından Çin Seddi’ne kadar uzanan topraklar üzerinde (değişik adlar altında, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan gibi), aynı yaradılış kaderini: Kültür, dil, din, tarih olarak yaşayan toplumların, kolayca biraya gelebileceklerini ve boşluğu bu şekilde doldurabileceklerini anlamıştır.
Böylece ölümsüz bir devletin bu temeller üzerinde kurulabileceğini fark etmiştir. (Ruşen Eşref Ünaydın ile sohbetler, nakleden Bozdağ, 1999, s. 6). İsmet Bozdağ,
“Atatürk’ün Avrasya Devleti” isimli eserinde Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı sohbetlere dayanarak Atatürk’ün;
“Osmanlı Devleti içinde yaşayan çeşitli milletler, milliyetlerine sarılarak kendilerini kurtardılar; biz, ne olduğumuzu onlardan öğrendik! Kuvvetimizi yitirdiğimiz anda bizi aşağıladılar. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmamızmış” diyordu (bkz. Bozdağ, 1999, s.6).
Türk Birliği’nin bir gün mutlaka hakikat olacağına inanan Atatürk devlet adamı olarak, yıllar öncesinden Sovyetler Birliği’nin dağılacağını tahmin etmiş, Türkiye’yi yönetecek olanların o günlere hazırlıklı olmalarını istemiş ve kendinden sonraki devlet adamlarına siyasi vasiyet olarak şu sözleri söylemişti:
“Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.” (29 Ekim 1933, bkz., Bozdağ, a.g.e. s.31).
“Bu yaptıklarımız, hiçbir millete düşmanlık değildir; barıştan yanayız barıştan yana kalacağız! Ama durmadan değişen dünyada, yarına muhtemel dengeler için hazır olmalıyız” diyordu (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1959, cilt II, s. 238).
Atatürk Türk tarihini Osmanlılardan başlatan programlara karşı Osmanlılardan önceki tarihimizin büyüklüğünü ve Türklerin kökenlerinin Orta Asya’ya dayandığını gençlere öğretilmesi hususunda herkesin dikkatini çekmiştir. Türk tarihi kültürünün kaynakları hususunda Meclis kürsüsünden şöyle seslenmiştir:
“Efendiler, bu Dünya-yı beşeriyette en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan bir Türk milleti vardır ve bu milletin Dünya üzerinde kapladığı alan oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. En bariz ve en maddi tarih delillerine istinaden diyebiliriz ki, Türkler on beş asır önce Asya’nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetinin görüldüğü alanlar olmuştur. Sefirlerini Çin’e gönderen ve Bizans’ın sefirlerini kabul eden bir Türk devleti, ecdadımız olan Türk milletinin teşkil ettiği bir devlettir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1959, cilt I, s. 256 ).
6- Dil, Tarih, Coğrafyaya Önem Verilmesi
Atatürk icraat ve açıklamalarında dil, tarih ve coğrafya konusuna ayrı bir önem vermiştir. Nitekim Ankara’da kurulmasını sağladığı, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu bunun örnekleridir.
Ayrıca direktifleriyle oluşturulan ve Türkiye’de başka benzeri bulunmayan “Dil Tarih Coğrafya Fakültesi” de Atatürk’ün bu üç unsura önem verdiğinin göstergesidir..
1932–1933 yılları arasında, ABD büyükelçisi olarak Ankara’da görev yapan General Charles H. Sherrill, Orijinal adı ‘A Year's Embassy to Mustafa Kemal’ olan ve Türkçe ’ye Alp Ilgaz tarafından ‘Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal ’ ismiyle tercüme edilen eserinde Atatürk’le birkaç kez görüştüğünü belirterek kişilik yapısı ile ilgili olarak iki unsuru öne çıkarmıştır;
birincisi olayları belge, kroki ve çizelgelerle anlatması; ikincisi ise muhatapları ile Türkçe konuşmasıydı (Sherrill, 1934, çev: Alp Ilgaz, s. 34, bkz., Yıldırım, 2007, s 64).
“Gazi ilk görüşmesinde daima Türkçe konuşmak âdetindeydi” diyor. Fakat yaptığınız kısa konuşmanın herhangi bir noktasında dikkatini çeken bir şey olursa gayet güzel Fransızcası ile mukabele etmek gereği duyardı” (a.g.e.34).
Çok iyi Fransızca ve Almanca bilmesine rağmen devlet başkanı olarak muhataplarıyla Türkçe konuşmayı prensip haline getirmiştir.
Daima Türkçe konuştuğu gibi, Türkçe kelimeleri kullanmayı da tercih ettiğini belirtiyor.
Mesela,“Yunanlılardan daima Helen diye bahsediyordu”. Niçin Yunan değil Helen deyimini kullandıklarını sorduğunu ve bu soruya bir filolog gibi cevap verdiğini belirterek: “- Bu adı tercih ediyorum. Çünkü Helen, aslı Türk olan bir kelimedir” diyordu(a.g.e.126).
Anıtkabir Derneği tarafından 24 cilt halinde çıkarılan “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar” serisine bakıldığı zaman, dil ve tarihle ilgili olanların ağırlıkta olduğu anlaşılmaktadır. Atatürk’ün bu özelliğine işaret eden Sherrill; “…tarihe ve lisan ilimlerine çok meraklı bir devlet adamıydı” diyor (a.g.e.203).
“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir… Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır”(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1959, s.110).
Türkçe’nin Türk Milleti tarafından tek dil olarak konuşulması gerektiğini belirtiyordu. Çünkü “ Türk demek, dil demektir. Türklüğün en temel taşı Türkçedir Türk dilini, milli kurumların en başta geleni sayıyor, milli duygu, düşünce ve yönelişin, milli benlik ve şuurun Türk diline bağlı olduğu üzerinde önemle duruyordu.
Atatürk, dil ile birlikte tarih ve coğrafyaya da önem vermiştir. Zira “milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz” diyordu (Söylev ve Demeçler, 108). Coğrafyayı ise, hem vatani, hem de stratejik bakımdan önemsiyordu.
“Mustafa Kemal, tarihin başlangıcında Orta Asya’dan doğan ve batıya, müstakbel anayurda doğru gelişen Türk ilerleyişinin tarihini yeni baştan yazmak üzere, memleketin bütün tarihçilerini, fikir adamlarını toplamıştır. Gazi, bu ilim adamlarına, milli tarihin safhalarını açmalarını, uzak Asya yaylalarından başlayarak Akdeniz sahillerine giden yolları kahramanca açmış bulunan Türk Milletinin hakiki mefahirini (iftihar, gurur) bütün dünyanın gözü önüne sermelerini emrediyordu. Bu ilim adamları, o milli yürüyüşü o kadar açık göstermeleri lazımdır ki, “Türkçe bilen bir insan bu tarihi okuyunca, Akdeniz’den başlayarak yalnız Orta Asya’da Altay Dağları değil Moğolistan sınırlarına kadar, Türklerin kahramanlıklarla dolu mazisini görsün, anlasın…” istiyordu(a.g.e.214).
Sonuç
Milli mücadele hareketi gerçekleştirilirken, siyaset bilimin verilerinden de faydalanarak, Türk milletinin özgür yaşama gücünü harekete geçirmek için temellerini yukarıda özetlediğimiz Cumhuriyet ilan edilmiştir. Türk milletinin özgür yaşama gücünü gerçekleştirebilmek için milli egemenliği ve tam bağımsızlığı temel ilke ve hedef olarak seçmiştir. Türk Dünyası ve İslam âlemindeki birlik-beraberlik çabaları, ülkelerin birbirleri ile en hızlı ve en yakın ilişkiler kurabileceği alanlar üzerinden yürütülmesi gerektiğine inanılmıştır. Cumhuriyetle birlikte milletleşmek temel felsefe olmuştur. Çünkü güçlü ülkeler milletleşmeyi başarabilen ülkelerdir.
Temelleri 1920’lerde bizzat Atatürk tarafından atılan ve Türk milletine dayalı Türkiye Cumhuriyeti Devleti günümüzde, cumhuriyet ve demokrasiyi dengeleyen, birini diğerine ezdirmeyen bir anlayışa sahip olarak, seçkin milletler arasında üstün yer alma gayretindedir.
Bugün, başta Türk dünyasının (Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Afganistan, Kosova ve diğer bütün Balkan ülkelerinin, Kafkas Türklerinin), İslam âleminin ve hatta mazlum milletlerin buna ihtiyaç duyduğu kanaatindeyim.
Cumhuriyetin 102. yılında Cumhuriyeti bizlere armağan eden başta Atatürk olmak üzere kurucularını minnet, şükran ve saygıyla anıyorum.
Kaynaklar
Bozdağ, İsmet(1999), Atatürk’ün Avrasya Devleti, Tekin yayınevi, İstanbul.
Dura, Cihan(1994) Atatürk Devriminin Aydınlanmacı Temelleri, Kayseri
Eroğlu, Hamza(1995) Atatürk Yolu Atatürk Dil ve Tarih Kurumu Yayını, Ankara
Atatürk (1932) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri
Atatürk, Nutuk, (Orijinal Tam Metin), Yeditepe Üniversitesi Kültür Yayını, İst.
Sherrill, H. Charles(1934), A Year's Embassy to Mustafa Kemal, New York, London, C. Scribner's Sons. (Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal). Çev: Alp Ilgaz. Tercüman 1001 Temel Eser 23 kitap, İst.
Yıldırım, Neşide (2007), “General Charles H. Sherrill’in Yorumuyla Atatürk”, sakarya üniversitesi Fen Edebiyat Dergisi, Sakarya Üniversitesi Basımevi, Sakarya.
4- Türk Milletini ve Kültürünü Çağdaş Dünyanın Ötesine Taşımak
Atatürk Türk milletinin ve Türk Dünyasının milli varlığının ve bütünlüğünün devamı için milli kültürümüzün öğrenilmesi gerektiğine inanmıştır. Milli kültür ise en temelde ortak bir tarih şuuru ve kültürü yayan ve geliştiren ortak dil unsurlarının araştırılıp geliştirilmesini gerektiriyordu. Bu alanlarda yapılacak çalışmaların iki temel hedefe yönelik olması gerektiğini söylemiştir. 1-Türkiye dâhilinde milli şuurun ve beraberliğin sağlanması, 2-bütün Türk Dünyasında dil ve kültür birliğinin gerçekleştirilmesi. İşte bu açılardan Atatürk, Cumhuriyetin ilanından sonra yaptığı konuşmalarında Türk kültürüne kuvvetli vurgu yapmıştır.
Veciz ifadesiyle: “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” “Cumhuriyetimizin dayanağı Türk milletidir. Bu milletin fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o millete dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.”
Aslında Balkan Savaşlarından beri devam eden bir “Türk Birliği” çalışması vardı. Bu çalışmayı yürüten gruplardan birisi siyasi birlik fikrine ağırlık verilmesini ve bilhassa Rus işgalinde yaşayan Türklerin de bu birliğe dâhil edilmesini savunurken, başını Gaspıralı İsmail Bey’in çektiği diğer bir grup ise, Türk birliği fikrini “dilde birlik, kültürde birlik ve iş de birlik” olarak görüyordu.
İkinci grup Türkiye dışındaki Türklerle kültür birliği içerisinde bulunulmasının dönemin siyasi ortamına daha uygun olacağını düşünmüşlerdir. Atatürk’ün tercihi ikinci grup yönünde olmuştur.
Bu çerçeveden bakıldığında Atatürk’ün özellikle dil ve tarih alanındaki çalışmalara verdiği önemi tartışabiliriz. Atatürk, Cumhuriyet Türkiye’sinin en büyük görevlerinden birinin milli kültürümüzü teşkil eden dilimiz ile zengin tarihimizi ortaya koymak olarak gösteriyordu.
Diğer bir ifadeyle Türk milletinin ve Türk Dünyasının milli varlığının muhafazası ve birliğin temini için milli kültürün temelini teşkil eden ortak tarih ve ortak dil şuurunun gelişmesine dikkat çekiyordu.
Zaten Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) ile Türk Tarihi Tetkik Cemiyetlerinin (Türk Tarih Kurumu) kuruluşları da bu sebeplerle oluşturulmuştur.
Atatürk’ün Türk tarihinin araştırılıp en eski çağlardan beri ortaya çıkarılması isteği genel olarak iki temel amaca yöneliktir:
Birincisi, Türk tarihi, başlangıcından itibaren iyi bir şekilde araştırılacak ve Türklerin kültür ve medeniyet Dünyasına katkıları, yetiştirdiği büyük şahsiyetlerin insanlığa hizmetleri ortaya konulacaktır.
İkincisi ise Dünya, Türklerin şanlı tarihini öğrenecek ve Türk gençleri de bu tarih bilinci ile yetiştirilerek milli birlik bilincini Türk Dünyasına ve bütün dünyaya yayma fırsatı bulacaktır.
Türk Dili Tetkik Cemiyetinin de Türk dilinin kendi benliğine ve zenginliği ile beraber güzelliğine kavuşturulması için çalışmalar yapması planlanmıştır.
Atatürk’e göre milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin zenginliğinin ortaya çıkarılması, milli duygunun gelişmesinin de başlıca gerekliliğidir. Dil ile kültürün nesillere aktarılması ve geliştirilmesi noktasındaki bağları Atatürk’ün bu düşüncelerinin temelindedir.
5 -Avrasya’yı Dikkate Alan Bir Anlayışı Geliştirmek Gerekiyor.
Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken ortaya çıkabilecek boşluğun; “dil, din, tarih ve kültür” birliğine dayalı bir milletin oluşturabileceğini ve genelde birliği oluşturan bu unsurların devletlerin hayatında başrol oynadığını görmüştür.
Osmanlı’dan doğacak olan boşluğu, Anadolu Yarım Adasından Çin Seddi’ne kadar uzanan topraklar üzerinde (değişik adlar altında, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan gibi), aynı yaradılış kaderini: Kültür, dil, din, tarih olarak yaşayan toplumların, kolayca biraya gelebileceklerini ve boşluğu bu şekilde doldurabileceklerini anlamıştır.
Böylece ölümsüz bir devletin bu temeller üzerinde kurulabileceğini fark etmiştir. (Ruşen Eşref Ünaydın ile sohbetler, nakleden Bozdağ, 1999, s. 6). İsmet Bozdağ,
“Atatürk’ün Avrasya Devleti” isimli eserinde Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı sohbetlere dayanarak Atatürk’ün;
“Osmanlı Devleti içinde yaşayan çeşitli milletler, milliyetlerine sarılarak kendilerini kurtardılar; biz, ne olduğumuzu onlardan öğrendik! Kuvvetimizi yitirdiğimiz anda bizi aşağıladılar. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmamızmış” diyordu (bkz. Bozdağ, 1999, s.6).
Türk Birliği’nin bir gün mutlaka hakikat olacağına inanan Atatürk devlet adamı olarak, yıllar öncesinden Sovyetler Birliği’nin dağılacağını tahmin etmiş, Türkiye’yi yönetecek olanların o günlere hazırlıklı olmalarını istemiş ve kendinden sonraki devlet adamlarına siyasi vasiyet olarak şu sözleri söylemişti:
“Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.” (29 Ekim 1933, bkz., Bozdağ, a.g.e. s.31).
“Bu yaptıklarımız, hiçbir millete düşmanlık değildir; barıştan yanayız barıştan yana kalacağız! Ama durmadan değişen dünyada, yarına muhtemel dengeler için hazır olmalıyız” diyordu (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1959, cilt II, s. 238).
Atatürk Türk tarihini Osmanlılardan başlatan programlara karşı Osmanlılardan önceki tarihimizin büyüklüğünü ve Türklerin kökenlerinin Orta Asya’ya dayandığını gençlere öğretilmesi hususunda herkesin dikkatini çekmiştir. Türk tarihi kültürünün kaynakları hususunda Meclis kürsüsünden şöyle seslenmiştir:
“Efendiler, bu Dünya-yı beşeriyette en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan bir Türk milleti vardır ve bu milletin Dünya üzerinde kapladığı alan oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. En bariz ve en maddi tarih delillerine istinaden diyebiliriz ki, Türkler on beş asır önce Asya’nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetinin görüldüğü alanlar olmuştur. Sefirlerini Çin’e gönderen ve Bizans’ın sefirlerini kabul eden bir Türk devleti, ecdadımız olan Türk milletinin teşkil ettiği bir devlettir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1959, cilt I, s. 256 ).
6- Dil, Tarih, Coğrafyaya Önem Verilmesi
Atatürk icraat ve açıklamalarında dil, tarih ve coğrafya konusuna ayrı bir önem vermiştir. Nitekim Ankara’da kurulmasını sağladığı, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu bunun örnekleridir.
Ayrıca direktifleriyle oluşturulan ve Türkiye’de başka benzeri bulunmayan “Dil Tarih Coğrafya Fakültesi” de Atatürk’ün bu üç unsura önem verdiğinin göstergesidir..
1932–1933 yılları arasında, ABD büyükelçisi olarak Ankara’da görev yapan General Charles H. Sherrill, Orijinal adı ‘A Year's Embassy to Mustafa Kemal’ olan ve Türkçe ’ye Alp Ilgaz tarafından ‘Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal ’ ismiyle tercüme edilen eserinde Atatürk’le birkaç kez görüştüğünü belirterek kişilik yapısı ile ilgili olarak iki unsuru öne çıkarmıştır;
birincisi olayları belge, kroki ve çizelgelerle anlatması; ikincisi ise muhatapları ile Türkçe konuşmasıydı (Sherrill, 1934, çev: Alp Ilgaz, s. 34, bkz., Yıldırım, 2007, s 64).
“Gazi ilk görüşmesinde daima Türkçe konuşmak âdetindeydi” diyor. Fakat yaptığınız kısa konuşmanın herhangi bir noktasında dikkatini çeken bir şey olursa gayet güzel Fransızcası ile mukabele etmek gereği duyardı” (a.g.e.34).
Çok iyi Fransızca ve Almanca bilmesine rağmen devlet başkanı olarak muhataplarıyla Türkçe konuşmayı prensip haline getirmiştir.
Daima Türkçe konuştuğu gibi, Türkçe kelimeleri kullanmayı da tercih ettiğini belirtiyor.
Mesela,“Yunanlılardan daima Helen diye bahsediyordu”. Niçin Yunan değil Helen deyimini kullandıklarını sorduğunu ve bu soruya bir filolog gibi cevap verdiğini belirterek: “- Bu adı tercih ediyorum. Çünkü Helen, aslı Türk olan bir kelimedir” diyordu(a.g.e.126).
Anıtkabir Derneği tarafından 24 cilt halinde çıkarılan “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar” serisine bakıldığı zaman, dil ve tarihle ilgili olanların ağırlıkta olduğu anlaşılmaktadır. Atatürk’ün bu özelliğine işaret eden Sherrill; “…tarihe ve lisan ilimlerine çok meraklı bir devlet adamıydı” diyor (a.g.e.203).
“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir… Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır”(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1959, s.110).
Türkçe’nin Türk Milleti tarafından tek dil olarak konuşulması gerektiğini belirtiyordu. Çünkü “ Türk demek, dil demektir. Türklüğün en temel taşı Türkçedir Türk dilini, milli kurumların en başta geleni sayıyor, milli duygu, düşünce ve yönelişin, milli benlik ve şuurun Türk diline bağlı olduğu üzerinde önemle duruyordu.
Atatürk, dil ile birlikte tarih ve coğrafyaya da önem vermiştir. Zira “milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz” diyordu (Söylev ve Demeçler, 108). Coğrafyayı ise, hem vatani, hem de stratejik bakımdan önemsiyordu.
“Mustafa Kemal, tarihin başlangıcında Orta Asya’dan doğan ve batıya, müstakbel anayurda doğru gelişen Türk ilerleyişinin tarihini yeni baştan yazmak üzere, memleketin bütün tarihçilerini, fikir adamlarını toplamıştır. Gazi, bu ilim adamlarına, milli tarihin safhalarını açmalarını, uzak Asya yaylalarından başlayarak Akdeniz sahillerine giden yolları kahramanca açmış bulunan Türk Milletinin hakiki mefahirini (iftihar, gurur) bütün dünyanın gözü önüne sermelerini emrediyordu. Bu ilim adamları, o milli yürüyüşü o kadar açık göstermeleri lazımdır ki, “Türkçe bilen bir insan bu tarihi okuyunca, Akdeniz’den başlayarak yalnız Orta Asya’da Altay Dağları değil Moğolistan sınırlarına kadar, Türklerin kahramanlıklarla dolu mazisini görsün, anlasın…” istiyordu(a.g.e.214).
Sonuç
Milli mücadele hareketi gerçekleştirilirken, siyaset bilimin verilerinden de faydalanarak, Türk milletinin özgür yaşama gücünü harekete geçirmek için temellerini yukarıda özetlediğimiz Cumhuriyet ilan edilmiştir. Türk milletinin özgür yaşama gücünü gerçekleştirebilmek için milli egemenliği ve tam bağımsızlığı temel ilke ve hedef olarak seçmiştir. Türk Dünyası ve İslam âlemindeki birlik-beraberlik çabaları, ülkelerin birbirleri ile en hızlı ve en yakın ilişkiler kurabileceği alanlar üzerinden yürütülmesi gerektiğine inanılmıştır. Cumhuriyetle birlikte milletleşmek temel felsefe olmuştur. Çünkü güçlü ülkeler milletleşmeyi başarabilen ülkelerdir.
Temelleri 1920’lerde bizzat Atatürk tarafından atılan ve Türk milletine dayalı Türkiye Cumhuriyeti Devleti günümüzde, cumhuriyet ve demokrasiyi dengeleyen, birini diğerine ezdirmeyen bir anlayışa sahip olarak, seçkin milletler arasında üstün yer alma gayretindedir.
Bugün, başta Türk dünyasının (Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Afganistan, Kosova ve diğer bütün Balkan ülkelerinin, Kafkas Türklerinin), İslam âleminin ve hatta mazlum milletlerin buna ihtiyaç duyduğu kanaatindeyim.
Cumhuriyetin 102. yılında Cumhuriyeti bizlere armağan eden başta Atatürk olmak üzere kurucularını minnet, şükran ve saygıyla anıyorum.
Kaynaklar
Bozdağ, İsmet(1999), Atatürk’ün Avrasya Devleti, Tekin yayınevi, İstanbul.
Dura, Cihan(1994) Atatürk Devriminin Aydınlanmacı Temelleri, Kayseri
Eroğlu, Hamza(1995) Atatürk Yolu Atatürk Dil ve Tarih Kurumu Yayını, Ankara
Atatürk (1932) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri
Atatürk, Nutuk, (Orijinal Tam Metin), Yeditepe Üniversitesi Kültür Yayını, İst.
Sherrill, H. Charles(1934), A Year's Embassy to Mustafa Kemal, New York, London, C. Scribner's Sons. (Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal). Çev: Alp Ilgaz. Tercüman 1001 Temel Eser 23 kitap, İst.
Yıldırım, Neşide (2007), “General Charles H. Sherrill’in Yorumuyla Atatürk”, sakarya üniversitesi Fen Edebiyat Dergisi, Sakarya Üniversitesi Basımevi, Sakarya.











