Egemenlik, bir milletin kendi geleceğine yön verme hakkını ve kendi iradesiyle yönetilme idealini ifade eder. Bu kavram, halkın hiçbir baskı ve zorlama olmadan yöneticilerini seçmesi ve karar mekanizmalarında söz sahibi olması anlamına gelir. Egemenliğin bir kişiye, zümreye ya da dış bir güce değil, doğrudan millete ait olması, bağımsızlığın ve demokrasinin temel taşıdır. Dünya genelinde milli egemenlik düşüncesi, 18. yüzyılda Fransız Devrimi ile birlikte yükselen milliyetçilik ve halk iradesi fikirleriyle yaygınlık kazanmıştır. Türkiye’de ise bu anlayış, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde filizlenmiş; ancak asıl olarak I. Dünya Savaşı sonrasında, merkezi otoritenin zayıfladığı bir dönemde güçlenmiştir.
Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının öncülüğünde başlatılan Millî Mücadele, yalnızca bir bağımsızlık savaşı değil, aynı zamanda halkın kendi kaderini belirleyeceği, milli egemenliğe dayalı yeni bir yönetim anlayışının doğum süreci olmuştur. Bu büyük dönüşüm, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla kurumsal bir nitelik kazanmıştır. Böylece "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi güvence altına alınmıştır. TBMM’nin açılması, milli egemenliğin somut bir tezahürüdür ve milletin temsilcileri aracılığıyla egemenlik hakkını doğrudan kullanmaya başladığı dönemin başlangıcını temsil eder. Bu ilke, önce 1921 Anayasası ile hukuki güvence altına alınmış, ardından 1924 Anayasası ile daha da ayrıntılı ve kesin bir şekilde pekiştirilmiştir.
Atatürk için milli egemenlik, yalnızca bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bir ulusun bağımsızlığının ve onurunun temel dayanağıdır. Onun şu sözü, bu anlayışın özünü açıkça ortaya koyar:
“Egemenlik, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa verilemez. Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”
Türkiye Cumhuriyeti, böylece tek kişinin mutlak otoritesine dayalı bir sistemden, halk iradesine dayalı parlamenter bir rejime geçmiştir. Bu köklü değişim, yalnızca siyasal alanda değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel yapıda da derin dönüşümler yaratmıştır. Milli egemenlik, bugün de demokrasinin, özgürlüğün ve toplumsal katılımın temelini oluşturmaktadır. Bu nedenle bu ilkenin korunması ve gelecek nesillere aktarılması hem tarihsel bir sorumluluk hem de çağdaş bir vatandaşlık görevidir. Milli egemenlik, sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bir milletin onurudur. Çünkü milletin söz sahibi olduğu bir düzende özgürlükler gelişir, adalet güçlenir ve toplumsal barış sağlanır. Bu nedenle milli egemenlik, korunması ve yaşatılması gereken en kıymetli değerlerden biridir. Bugün bizlere düşen görev; milli egemenliğin anlamını kavramak, demokrasinin gereklerini yerine getirmek ve bu mirası gelecek nesillere en güçlü şekilde aktarmaktır. Çünkü milletin iradesi varsa, bağımsızlık vardır; bağımsızlık varsa, umut vardır.