İnsanın kim olduğunu bilmesi, en büyük yolculuktur. Bu yolculuğun rehberi bazen bir söz, bazen bir hikâye, bazen de bir destandır. Türk milleti için bu rehberlerin başında Dede Korkut gelir. O, bir anlatıcı değil sadece; hafızamızın bekçisi, töremizin dili, geleceğe mirasımızdır.
Iğdır Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ekrem Gürel’in öncülüğünde düzenlenen Dede Korkut Sempozyumu, işte bu mirasın yeniden hatırlanmasına vesile oldu. Salona adım attığımda, yıllar önce Iğdır’da düzenlenen akademik şölenleri anımsadım. Hocalar kürsüye çıkıyor, birer birer Dede Korkut hikâyelerini aktarıyor, salondaki herkes tarihin içinden gelen bir sese kulak veriyordu. Sanki yüzyıllar öncesinden Oğuz obaları Iğdır’ın o salonunda yeniden kurulmuştu.
Tepegöz’ün hikâyesi ile başladı yolculuk. Oğuz’un yiğitlerini birer birer yiyen, hiçbir silahın işlemediği, annesi peri, babası insandan doğma bir dev… Tepegöz aslında insanın kendi elleriyle büyüttüğü felaketin simgesi değil mi? Açgözlülük, hoyratlık, töresizliğin çocuğu… Ama Basat çıkar ortaya. Korkmaz, yılmaz, aklıyla, sabrıyla Tepegöz’ü yener. İşte burada verilen ders açıktır: Her çağın kendi Tepegözleri vardır. Bugünün Tepegözleri cehalettir, yozlaşmadır, değerlerimizi unutmaktır. Ve onları yenecek olan da aklın, bilginin ve cesaretin Basat’ıdır.
Sonra söz Bamsı Beyrek’in hikâyesine geldi. Beyrek, çocukluğundan itibaren yiğitliğiyle tanınır. On altı yiğidiyle beraber ilk etapta yenilir gibi gözükse de kısa süre içinde toparlanır ve yeniden ayağa kalkar. Çünkü o da sadakatinden, sözünden dönmez. Esaret yılları boyunca sevgisini, inancını, yoldaşlarını unutmadan bekler. Onun hikâyesi bize sabrı, sadakati ve vefayı öğretir. Bugün gençlerimizin kulağına o güzel töresinde sancağın yere düşmeyeceğini, yenilgiye yer olmadığını bilmektedir. Günümüzden takiben 500 yıl önce vuku bulan bu hikâyeyi dinlerken hayli düşünceye daldım. Meğer günümüzde Salur Kazan’a ne kadar ihtiyacımız varmış… Küpe olacak bir hikâye varsa, o da Bamsı Beyrek’in sözünden dönmeyen duruşudur.
Ardından Salur Kazan’ın Evini Yağmalanması anlatıldı. Kazan Bey’in otağı basılır, ailesi ve malı elinden alınır. Ama Kazan diz çökmez. Yenilse de toparlanır, yeniden ayağa kalkar. Çünkü bilir ki Oğuz’un töresi yere düşmez. Bu hikâyeyi dinlerken düşündüm: Ne çok Kazan Bey’e ihtiyacımız var bugün… Toplum olarak defalarca yıkıldık, yaralar aldık, kayıplar yaşadık. Ama her defasında ayağa kalkmasını bildik. Salur Kazan, bu milletin yeniden dirilme gücünü simgeliyor.
Bir başka hoca, Dirse Han’ın Oğlu Boğaç Han’ın hikâyesini aktardı. Henüz çocuk yaşta büyük kahramanlıklar gösteren Boğaç Han, kendi babasının yanlış kararlarıyla bile sınanır. Oğuz töresini, adaleti ve yiğitliği sırtında taşır. Bu hikâye bize şunu anlatır: Gençler, küçük yaşta bile büyük sorumluluklar üstlenebilir. Bugün gençlerimizi köşeye sıkıştıran umutsuzluğa karşı en güzel cevabı Boğaç Han veriyor.
Sonra sıra geldi Deli Dumrul’un hikâyesine. Dumrul, köprüsünden geçenlerden akçe isteyen, yiğitliğini böbürlenerek anlatan bir delikanlıdır. Ama Azrail karşısına dikildiğinde bütün gücünün bir hiç olduğunu anlar. Canını kurtarmak için annesine, babasına koşar; kimse onun yerine ölmeyi kabul etmez. En sonunda eşi çıkar ve “Onun için ölmeye razıyım” der. İşte o anda Deli Dumrul hayatın anlamını öğrenir. Gururun, kibirin boş; sevginin, fedakârlığın ise gerçek güç olduğunu kavrar. Bu hikâyeyi dinlerken salonda sessizlik hâkim oldu. Çünkü hepimiz anladık ki hayat, paylaşınca değerli.
Bir başka hikâye ise Kan Turalı’nın hikâyesiydi. Kan Turalı, sevdalısı uğruna canını ortaya koyar. Yiğitliğin sadece kılıçla değil, sevdayla da sınandığını gösterir. Onun hikâyesi, aşkın ve bağlılığın millet hayatındaki yerini hatırlatır.
Ve nihayet Dede Korkut’un hikâyelerinin hepsinde ortak bir ses yükseldi: “Birlik olun, törenizi unutmayın, kimliğinizi koruyun.”
O an düşündüm: Dede Korkut sadece bir ozan değil, her çağda yeniden konuşan bir bilgedir. Bugün bizim önümüzdeki Tepegözleri yenecek olan da, Boğaç Han gibi gençlerimizin yiğitliği, Bamsı Beyrek gibi sadakatimiz, Kazan Bey gibi dirilişimiz, Dumrul gibi sevgiyi öğrenişimizdir.
Sempozyumdan çıkarken yüzümde bir tebessüm vardı. Çünkü anladım ki Dede Korkut hâlâ bizimle konuşuyor. Yeter ki biz kulak verelim. Ve Iğdır’da bu sesi yeniden duyurmak için çaba gösteren Prof. Dr. Ekrem Gürel hocayı kutlamak gerek.
Çünkü milletin hafızasını diri tutmak, ekmek kadar, su kadar önemlidir. Dede Korkut’un sesi kesilirse, biz de kim olduğumuzu unuturuz. Ama bu ses yankılanmaya devam ettikçe, bu topraklarda umudumuz, yolumuz, ışığımız hep var olacaktır.











