Mart ayında birinci yazımız İstiklal marşımızın 104. Yaşını idrak edişi ile ilgiliydi. 18 Mart Çanakkale zaferimizin ise 110.yıl dönümünü kutlamaktayız. 1.Cihan Harbi sonu, Osmanlı İmparatorluğunun tarih sahnesine vedaya hazırlandığı yıllardır. Asırlardır bize bağlı olan Arap Yarım Adasını, ayrılıp kopmaktan kurtarmak için birkaç çılgın Türk gayretli bir son hamleye hazırlanıyorlardı. Hicaz’da patlamak üzere olan isyana karşı İbni Suud, İbni Reşid ve geniş çölü dolduran bedevi kabilelerinin karşı hareketlerini sakinleştirmek acaba bu çılgın Türkler ile mümkün olacak mıydı? Her ne kadar Osmanlı’ya kefen biçenlere Mithat Cemal Kuntay:
Ölmez bu vatan farzı muhal ölse de hatta
Çekmez kürenin sırtı, bu tabutu cesimi
Diyorduysa da maalesef sonunda onların dediği oldu. Sene 1915 Teşkilatı Esasiye (Osmanlı İstihbarat Teşkilatı) başkanı Eşref Bey, Mehmet Akif’in onayını aldıktan sonra Enver Paşayı ziyaret etmiş. Baş Vezir Mümtaz Bey, Şeyh Şerif, Salih Eltunisi, Şair Mehmet Akif’le birlikte yola konulacakların izin onayını alıp sefere çıkarlar. Gerçi şairin dediği oldu, çünkü dünya Osmanlı tabutunu hala taşıyamamıştır o tabuttan geriye kanlı bir Orta Doğu kalmıştır. Akif Safahat’ın beşinci kitabı olan ‘’Hatıralar’’ bölümünde ‘’Necit çöllerinden Medine’ye’’ başlıklı 205 mısralık uzun manzumesini sırf bu olaya ayırmıştır. Ayrıca Cemal Kutay, Necit Çöllerinde Mehmet Akif adlı eseriyle kişiler arasındaki tüm konuşmalara varıncaya kadar yer verilmiştir. Bu heyet çölde ümitsiz seyahatlerine devam ederken bir ara Akif: ‘’-Eşref Beyefendi… Ne dersiniz? İngilizlerle Fransızlar Çanakkale’yi aşabilirler mi? Askerlik ilmine asla aklım ermiyor. Hissim ve imanım bu Türk Kalesi’nin aşılamayacağını söylüyor, ama karşımızdaki düşmanın kuvveti de müthiş. Siz ne dersiniz?’’
Eşref:
‘’-Üzülmeyin üstat! Sizin bu kadar samimiyetle bağlı olduğunuz milli şehamet, payitahtı (Başken-İstanbul) düşmandan koruyacaktır. Bu milletin tarihinde mantığı durdurmuş olan az mı destan vardır?’’
Akif, bir sır fısıldar gibi ilave eder: ‘’-İstanbul’un fethi bir ilahi müjdenin neticesi idi. İstanbul Türk kalacaktır.’’
Bu çöl çılgınlarının aralarındaki konuşmalar bize şunu göstermektedir. Hepsinin aklı fikri Çanakkale’de kalmıştır. Aslında bu heyetin görevi Arap Yarım Adası’ndaki fitneyi bastırmak olmakla beraber, daha yolda iken akılları İstanbul’un İşgalin ’de kalmıştır. Eğer Çanakkale Boğazı geçilirse bu harbin kaybedileceği işten bile değildi. Akif’in de içinde bulunduğu bu seçkin grup Şam-Medine demir yolunun Teyme’ye en yakın istasyonu olan basit ve küçük ‘Elmuazzam’’ istasyonuna vardılar.
Mesafenin çok uzak, haberleşmenin de çok kısıtlı olduğu bu dönem de ve çölün haşin kum fırtınalı coğrafyasında bile onlar ruhen Çanakkale’de idiler. Çünkü Çanakkale Türk için son vatan parçası idi. Dönemin önemli şairlerinden Necmettin Halil Onan da: ‘Bir Yolcuya’ adlı şiirinde:
Bu tümsek koparken büyük zelzele
Son vatan parçası geçerken ele
Mehmet’in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir
Diyordu. Bu mübarek kanın katıldığı yerden bir haber nasıl alınacaktı? Eşref Paşa, ıssız çöldeki Elmuazzam demir yolu istasyonu telgraf memurunu aradı ve buldu. Makine başına geçip telgrafla hem İstanbul hem Medine ile bağlantı kurup hemen haberleştiler. İstanbul’dan Çanakkale Zaferi’nin müjdesini almıştı Eşref Bey, Harbiye Nazırı ve Genel Kurmay Başkanı Enver Paşa’nın Çanakkale ile ilgili müjdeli haberini bir an önce Akif’e ulaştırmaya çalışıyordur. Akif, Eşref Bey’i gördüğü anda bir şeyler olduğunu anlamıştı. Eşref B ey: ‘’- Üstat… Aziz Üstat… Size hayatımın en büyük müjdesini vereceğim. Bana bu saadeti veren Allah’a nasıl şükredeceğimi bilmiyorum. Çanakkale’de muhteşem bir zafer kazandık. Sizin duanız makbul oldu. Düşman o muazzam donanmasını da beraberine alarak malum ve mahkûm, boğazı terk etti. İstanbul kurtuldu. Vatan’ın şeref ve haysiyeti halas oldu.’’ Akif bu konuşmayı sesi ve soluğu kesilmiş dinliyordu. Akif birden dostunun boynuna atıldı. Elmuazzam istasyonunda bir bayram havası oldu. Sabaha kadar konuşuldu. Teyme’den getirilmiş iki keçiyi zafer şerifine kurban ederek şükür secdesine kapandılar. El muazzam istasyonundaki o çöl gecesi, heyecan ve edebi kudretini vatanın ve milletin saadeti, istiklali, fazileti uğruna vakfetmiş büyük bir şairin cuşa gelişini seyrediyorduk. Akif adeta cezbe halinde idi. Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Galiçya’da, Filistin’de daha sonra İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, kahramanlık destanı yaratmış olan o bulunmaz nesil Akif’e göre Asım’ın nesli idi. Çanakkale Destanı’nı Mehmet Akif Hicaz yolculuğu devam ederken daha yolda yazdı ve ancak ondan sonra doğal hüvviyetine büründü. Akif’e göre Asım’ın nesli şu idi: Asım, Mehmet Akif’in babası ipekli Tahir Hoca’nın talebesi olan köse İmam’ın oğlu idi. Babasından maddi ve manevi fazilet duygularını alabilmiş, fakat bu cevherini kendi içinde saklamanın yeterliliğine sahip olan Anadolu’nun ve Rumeli’nin her yerinde ve her zaman rastlanabilen, biraz mahcup içine kapanık cenk tipidir. O coşan Fatih’te, Sarı Güzel’deki (baba evindeki) Akif değildi. Bu coşan ve Türk İstasyonundaki Mehmet Akif’tir. Şimdi Mehmet Akif o çöl ummanları için rüyasına giren aklı, mantığı, harp sanatını, tekniği, istatistiği, rakam ve mantık hakikatlerini şöylece iterek hepsini önüne mukaddes bir davaya gönül vermiş olmanın mucizesi çıkartan zaferi, çölün bir ucunda batmış el muazzam istasyonunda hıçkıra hıçkıra Çanakkale Destanını haykırıyordu.
İmparatorluklar dünyada ömrünü tamamlarken hiç şüphesiz Osmanlı İmparatorluğu ’da tarihe vedaya hazırlanıyordu. Bu hususta Kur’an şu ayeti çok düşündürücüdür: ‘’Biz hiçbir yurt ve medeniyeti belirlenmiş bir yazgısı olmadan ortadan kaldırmadık.’’ Demek ki yurt ve medeniyetlerinde belirlenmiş yazgıları vardır. Akif, hem Osmanlıyı, hem de Cumhuriyeti idrak etmiş çok seçkin aydınlarımızdan biri idi. Akif Elmuazzam istasyonunda hıçkırıklarla tamamladığı ve tamamlamadan önce ettiği duada: ‘’Ya Rabbi! Bana bu destanı bir aciz kulunun ifadesinin azamisi içinde yad edebilmenin saadet ve imanını bahşet. Bu ulvi vazifeyi bana nasip et. Sonra emanetini al. Ya Rabbi! Bana bu lütfu çok görme. İhsan ve ikramımın sonsuz hazinesinden bu aciz kulunun şu duasını kabul eyle.’’ Diyordu. Akif’in Necit Çöllerinden döndüğü günler… Köse İmam, Akif’e kendisini aramadığından dolayı sitem edecektir. Akif ise Safahat ta bu tok gözlü İmam’ı şöyle karşıları:
-Vay hocam… Vay gözümün nuru efendim, buyurun!
-Hangi rüzgâr atan sizleri, lütfen oturun diye ve devam eden mısraların nihayeti Çanakkale Destanına dayanır. Biz burada Türk Milleti’nin hafızasını yenilemek için tamamı 83 mısra olan bu destandan seçmeler sunmaya çalışacağız. (DEVAM EDECEK)