Türk Dili Bayramı Yurdumuzda Türk dilinin ne kadar önemli olduğunu anlatmak için kutlanmaktadır. Nesiller eğer dil bilinci kaybederse bu büyük bir felaket olur. Bu Bayram iki tarihte kutlanmaktadır. 26 eylül 1932 yılında Atatürk’ün talimatıyla düzenlenen “Birinci Türk Dil Kurultayı”nın açılış günüdür. Kurultayda alınan kararla bu gün dil bayramı olarak kabul edilmiştir. Türk Dil Kurumu’nun önerisiyle Avrupa Konseyi de 2001 yılında bu tarihi Avrupa Diller Günü olarak ilan etmiştir. Bu tarih resmi olarak kutlanan Türk Dil Bayramı’dır.
13Mayıs ise, Bundan 748 sene önce bugün (13 Mayıs 1277) Karamanoğlu Mehmet Bey, bir ferman buyuruyordu. Fermanın başlangıcı şöyle idi: ‘’Bugünden itibaren sarayda, divanda, mecliste, Türkçeden başka dil kullanılmayacak.’’ Bu Ferman Tarihte Anadolu Selçuklu Hükümdarı Karamanoğlu Mehmet Beyin Türk Diline ne kadar önem verdiğinin tarihi bir belgesidir. Bu ferman o zamana kadar Türkçenin üvey evlat muamelesi gördüğünün de işaretiydi. Bu fermandan 200 sene sonra bile Âşık Paşa 14.yüz yılda şöyle diyordu:
Türk diline kimesne bakmaz idi,
Hergiz gönül Türk’e akmaz idi.
Türk dahi bilmez idi bu dilleri,
İnce yolu, ol ulu menzilleri.
Söylediği mısraları ile Anadolu topraklarındaki Türkçenin öz vatanında paryalığını dile getirmişti. Ama Âşık Paşa eserlerini Türkçe yazmakla adeta kendisinden iki asır önceki fermana uyarak Türk dil hazinesinin incileri ile Türk milletinin gönlünde bir taht kurmuştur. Bunun en belirgin delili de “Garipname” adlı eseridir.
Aynı yüz yılın Türk diline hizmet eden diğer bir sanatkârı da Yunus Emre’dir. Türk dilinin eski Anadolu Türkçesindeki vazgeçilmez sanatkârı Yunus Emre’nin şiirleri bugün bile hiçbir sözlüğe gerek duymadan anlaşılmaktadır.
Karamanoğlu Mehmet Bey’in fermanı aynı zamanda Türk Dili’nin hem resmiyetini hem de geçmişten gelen ve geleceğe uzanan hür sesinin haykırışıydı. Bu ferman o günden günümüze kadar Anadolu’da kurulan devlet geleneği içerisinde hep anıla gelmiş ve dilciler bugünü Türkçemizin bayramı kabul etmişlerdir.
Bugün yeryüzünde Türk dilini 220 milyondan fazla kişi konuşmaktadır. Türk dili Ural-Altay dilleri topluluğunun Altay koluna mensup olup, yapı bakımından eklemeli dillerdendir.
Türk yazı dilinin tarihi 7. Ve 8. Yüzyıllarda Orhun (Moğolistan sınırları içinde) vadisinde dikilmiş olan yazıtlarla başlar. Aslında anıtlardaki yazılı dil kendi döneminde bile Türk dilinin çok işlek olduğunun bir kanıtıdır. Hatta bu işleklik Türk dilinin yaşını da göstermektedir. Türkçeden, Sümerceye geçmiş olduğu bildirilen 168 Türkçe kökenli sözcük Türkçenin ne kadar yaşlı bir dil olduğunun diğer bir kanıtıdır. Bu ise Türk dilini M.Ö. 4. Yüzyıla kadar götürmektedir. Ancak edebi metin niteliğindeki ilk büyük belgeler Köl Tigin Anıtı 21 Ağustos 732 tarihinde Bilge Kağan tarafından; Bilge Kağan Anıtı ise 24 Eylül 735 tarihinde oğlu Tengri Kağan tarafından diktirilmiştir. Bu iki anıt bugünkü Moğolistan’da, Orhun Irmağı kıyısındadır. Tonyukuk Anıtı bizzat kendisi tarafından 725-726 yılları arasında dikilmiş olmalıdır. O da bugünkü Moğolistan’da başkenti Ulan Batur civarındadır. Köktürk anıtları denince ilk akla gelen bunlardır. Üç anıttaki metnin toplamı küçük boy kitaplarda 30-35 sayfa tutmaktadır. Anıtları diktirenler bu dört tarafı yazılı taşlara ‘’anıt’’ anlamında ‘’Bengü taş’’ demişlerdir.
Uygurlar 840 yılında Orhun vadisinden Tarım havzasına, yani bugünkü doğu Türkistan’a göçmüşlerdir. Köktürk harflerini az da olsa burada hem de kâğıt üzerine yazarak kullanmışlardır. Ancak bu bölgede en çok kullandıkları yazı Uygur yazısıdır. Uygur yazısı, bir Doğu İran kavmi olan Soğdaklar’ın yazısından geliştirilmiştir. Türkler tarafından yüzyıllarca kullanılmıştır. Uygurlar 9-14. Yüzyıllar arasında, çoğu Uygur yazısı bir kısmı başka yazılarla yazılmış yüzlerce eser ve belge bırakmışlardır.
Karahanlılar Dönemine ait iki eser çok önemlidir. 1069’da Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig 6645 beyitlik bir siyaset bilimi kitabıdır. Türklerin siyaset anlayışlarını, devletle halk arasında ilişkilerini, çeşitli siyaset ve meslek mensuplarının taşıması gereken özellikleri anlatan Kutadgu Bilig, daha 11. Yüzyılda Türkçe’nin bir bilim dili olarak kullanıldığını da göstermektedir.
1074’te bunu takip eden Kaşgarlı Mahmut’un kaleme aldığı Divan-ü Lügat-it- Türk, Türkçenin bilinen ilk sözlüğüdür. 8000’i aşkın Türkçe kelimenin Arapça karşılıklarını verir. Kelimelere örnekler de verdiği için yüzlerce atasözü-deyim ve pek çok şiir de eserde yer alır. Türklerin çeşitli inanç ve efsaneleri, oyunları, adetleri, yemekleri vb. hususlarda emsalsiz bilgileri içine alan Divan-ü Lügat ’it Türk, bu özelliğiyle ansiklopedik bir sözlük niteliği kazanmıştır.
Türk Dili, Kuzey Buz Deniz’inden başlayıp Hindistan’ın kuzeyine Çin Halk Cumhuriyeti’nin içlerinden Avrupa’nın en uç noktasına kadar uzanan, yaklaşık 12 milyon km karelik bir coğrafyada yer almış olup ve bu sahada en geçerli dildir. Günümüzde ise Türk Dili, Atlas Okyanusu’na kadar uzanmaktadır. Dünyanın hemen her bölgesinde Türk dili, Üniversitelerde Türkoloji bölümleri ile eğitim ve öğretimi sürdürülen, hem ilmi araştırmalara konu olan, hem de Türk Dili ile ilgili ilmi araştırmalar yapan büyük bir yapıya sahiptir. Bir kısım dil kaynakları yeryüzünde yaşamış ve yaşamakta olan dillerin sayısını bazen 2500 bazen de 5000 sayısı arasında göstermektedirler. Günümüz Dünyası’nda en fazla konuşuru bulunan diller arasında 1-Çin Cumhuriyeti 1,4 milyar konuşuru ile ve 8 lehçesi vardır. 2- İspanyolca 450 milyon konuşuru vardır 2-İngilizce 380 milyon konuşuru var. 4- Hintçe 200 milyona yakın konuşuru ile Urduca ’da tüm lehçeleri ile önemli bir yerdedir. 5- Türk dili, lehçeleriyle 200 milyon konuşuru vardır. . 6-Arapça 350 milyon konuşura ulaşmıştır. Bu tablodaki rakamlar, zamanla değişebilir. Bu da bize göstermektedir ki Türk dili, tarihi, coğrafyası, şive-lehçeleri ve konuşurları ile birlikte en köklü dünya dillerindendir. Böyle bir dilin bayramının olması çok normaldir, bu bayram Cumhuriyet’imizin ilanı ile Atatürk’ün Türk Dilini tetkik cemiyetini kurması ile (Daha sonra TDK olacaktır.) ve yeni alfabenin 1928’de kabul edilmesi ile daha da taçlandırılmıştır. Zaten Atatürk de şöyle demektedir: ‘’Dil ile milli has arasında çok yakın ve kuvvetli bir bağ vardır.’’ Bu söz Atatürk’ün dil düşüncesinin bir özetidir.
Aslında dil, insanlar arasındaki iletişimi yazılı ve sözlü olarak sağlayan en önemli bir kurumdur. Allah, Kur-an’ı Kerim’in Rum Suresi 22. Ayetinde buna şöyle işaret etmektedir: ’’ Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması onun ayetlerindendir. Bunda bilenler/âlimler için elbette ibretler vardır.’’ Yaratıcı burada dile ayet gözüyle bakmaktadır. Peygamber (SAS) efendimiz de şöyle diyor: ‘’ Bir dil bilen bir insan, iki dil bilen iki insandır.’’
Türkçe ’deki atasözü ve deyimlerde de dilin önemine vurgu yapılmıştır: ‘’ Kişi elbisesi ile ağırlanır dili ile uğurlanır.’’ ‘’Dil kılıçtan keskindir.’’ ‘’ Dilin kemiği yoktur.’’, ‘’Baş, dil ile anlatılır.’’ Bu atasözlerinin her biri dilin başka bir yönünü ifade etmektedir. Edebiyatımızda ise dilin çeşitli yönlerini anlatan veciz sözler ve şiirler vardır. Yunus Emre:
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı.
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz,
Diyerek dilin gücünü sanatkârane ifade etmiştir. Bugün aynı zamanda Yunus Emre’yi de Türkçeyi çok sade yazışından dolayı anma günüdür. Türk dilinin büyük ustasını Türk Dil bayramında anmadan geçemezdik. Ona rahmet ve minnetimizi iletiyoruz. Kaldı ki Türkçe’nin büyük dil ustaları, dilimizi, şiirleri ile hikâye ve romanlarıyla günümüze kadar çok hassas işlemişlerdir. Türk dilinde ilk sadeleşme hareketleri “1908. II. Meşrutiyetle”, başını Ziya Gökalp’ın Çektiği “Genç Kalemler” edebi hareketiyle başlamıştır diyebiliriz. Maalesef onların bu emeğine, günümüzde pek saygı duymuyoruz. Dili çok hor ve gelişi güzel kullanmaktayız. Belki de onun için Cemil Meriç: ‘’Kamus, namustur.’’ sözüyle Türk dilini korumayı namusu korumaya benzetmiştir. Türkçeyi korumak ve kollamak için tavizsiz kanunlara ihtiyaç vardır. Türkçeyi öğretenlerin bile yeterince faydalı olmadığını görmekteyiz. Öğretmenlerimizin Türk dili konusunda devamlılık arz eden seminer ve kurslarla takviye edilmesi gerekir. Merhum Mehmet Kaplan, üniversite öğrencilerinin sınav kâğıtlarındaki yazı dilinin çok yetersiz olduğunu üzülerek anlatmıştır. Öğrenciler bölge ağızlarıyla konuşmalarını sınav kâğıtlarına yansıtmaktadır diyor. Türkçe çok çirkin konuşuluyor. Türkçe ‘deki ses olaylarını, Türkçe’nin musikisini, Türkçe’nin vurgusunu buna bağlı olarak diksiyonunu maalesef bilmiyoruz. Ayrıca mahalli radyo ve televizyonların spikerliğini yapanlar adeta Türkçeyi katletmektedirler. Özel Radyo ve TV’ler spiker alınca çok seçkin davranmalıdırlar. Yani Türkçeyi titiz ve çok iyi kullananları almalıdırlar. Buna ulusal yayın yapanları da katmak durumundayız. Hele şov programları, ağız özellikli reklam konuşmaları “RTÜK ”ün gözü önünde yapılmaktadır. Güzel Türkçe’mizi şairin söylediği ses bayrağımızı, maalesef ses matemine çevirmiş durumdayız. Üniversite gençliği kötü bir sınav vermektedir. Hatta elimizden kayıp gitmektedirler. Bu çocuklarımızın cümle bilgisi çok zayıftır. Buna yazım/imla bilgisini de hiç korkmadan ekleyebiliriz. Bugün YÖK kanunun 51.maddesi ile Üniversitelerimizde zorunlu Türk dili dersleri okutulmakta böylece ilk ve orta öğretimdeki açığı kapatmaya çalışıyoruz. Bir yılda iki saatlik Türk dili dersleri ile ne yapılabilirse onu yapmaya gayret ediyorlar. Hatta dalı Türk dili olmayan (bazen Ziraatçı, bazen İktisatçı bazen de veteriner ) hocaların bu derslere girmesi bu konuya olan ilgisizliğin göstergesidir. Türk dili derslerinin lüzumsuzluğundan bahisle kaldırılması istenmektedir. Gerek uzaktan eğitim gerekse test sistemi bu yetersizlikleri kamçılamaktadır. Bence Türk dili dersleri yeniden gözden geçirilerek müfredatları ihtiyaca göre güncelleştirilmelidir ve acilen konuya eğilinmelidir. Üniversitelerimize Amerika ve Avrupa’da olduğu gibi hitabet/ konuşma kürsüleri kurulmalıdır. Öğrencilerimizde kelime bilgisi eksik. Türkçe fiillerdeki zaman ve şahıslar yanlış kullanılmaktadır. Birleşik Kelimelerde yazılım hatası çoktur. Türkçemizin anlatım gücünün kaynağı olan atasözü ve deyimler adeta unutulmuş veya yanlış kullanılmaktadır. Öğrencilerimiz Türkçenin söz varlığından haberdar değiller. Atasözleri, deyimler, özdeyişleri, fıkralar… Hem bilinmemekte hem de yerinde kullanılmamaktadır. Ağız özelliği taşıyan, konuşma dilimizi kullanma alışkanlığımızdan vazgeçilmelidir. Gençler, argo kelimelerle kendilerini ifade ediyorlar. Arkadaşına zilli diyor, onun da hoşuna gidiyor. Hayretlerini “ v a v” veya “s ü p e r” sözcükleriyle belirtiyorlar. Hastalandığında, h o s p i t i l a gidiyor. Hastanede “sağlık denetiminden” geçmiyor, “ç e k a p t a n” geçiyor. Dilimiz argoyu da aşarak kabalaşıyor. Dil değil, biz elden gidiyoruz. Bu kirlenmelerden dolayı öz değerlerimizi kaybediyoruz. Okuma alışkanlığının olmayışı gençlerde durumu daha korkunç hale sokuyor. Test usulü sınavlar maalesef öğrencilerimizin kendilerini yazılı olarak ifade etmelerine mani olmuştur. Bilgisayar teknolojilerinin getirmiş olduğu hazır yazılım programları öğrencileri ödev araştırma ve yazı yazma tembelliğine itmiştir. Hatta bilgisayar çıktılı ödevler artık hocalar tarafından da okunmamaktadır. Sokak ve caddelerimizde bile Türkçe levhalara rastlamıyoruz. Bunlara çocuklarımıza Türkçe konulmayan adlarımızı da eklemeliyiz. Unutmayalım insan, diliyle yaşar. Aslında sorun Türkçede değil, sorun Türklerdedir. Ne verdiysek onu alıyoruz. Bunların hiçbirinde Türkçenin suçu yoktur. Türkçenin eğitim ve öğretim yöntemini gerçekten yeniden ele almalıyız. Türkçenin matematiksel bir dili vardır ve müziği içindedir. Nedense yabancı kelimelere karşı aşırı özenti vardır. Ne yazık ki siyasilerimiz kullandığı yabancı kelimeyi sonunda Türkçe kelimelerle açıkladığının farkında bile değildir. Diğer büyük sorunlardan biri de yabancı dille eğitim yapmaktır. Yabancı dil öğretilmesin demiyoruz; onunla eğitim ve öğretim yapılmasın diyoruz. Zaten Türkler, İlkokuldan üniversiteye kadar yabancı dil eğitimi aldığı halde, yabancı dili öğrenemeyişinin altında yatan gerçek neden, kendi dilini bilmeyişindendir. Neye göre Türk’üz; elbette dilimize göre Türk’üz. Aramızdaki gizli bağ olan “gönüldaşlık” , aslında “dildaşlıktır ”.Sözcüklerin yazgısını kişiler değil, dil belirliyor. Eğitim dilimizi ana dilin söz değerlerine dayandırmalıyız. Güzel konuşup, yazmakta usta olanları ödüllendirmeliyiz. Maalesef piyasada yüz elliden fazla yazım kılavuzu var. Dil yanlışlarıyla gülerek eğlenmemeliyiz. Toplumsal tepki vermeliyiz. Bütün bunlar dilimizin felaketini hazırlayan unsurlardan birkaçıdır.
Iğdır’da asılı olan levhaları inceledim. Çok büyük bir çoğunluğu yabancı kelimedir, Türkçe olduğunu zannettiğimiz kelimeler bile Arapça ve Farsça kökenlidir. Bu arada ‘’etshoop’ un da kasap olduğunu öğrendim. Artık günümüzde batı kökenli kelimelerle levha yazıp asmanın arkasında güvenilir marka merakı oluşunu düşünürsek, elbette Türkçe arada kaynayıp gidecektir. Dil de sanat gibidir, sevilmediği yerden göç eder. O halde dilimizi kıskanmalıyız. Dilimizi kaide ve kurallarına uygun konuşup yazmalıyız. Türk dilini koruma, yaşatma ve geliştirme yasaları, tüzükleri, yönetmelikleri yapmakta gecikmemeliyiz. Devlet ve millet, mensup olduğu dili ile kültür ve sanat eserleriyle yücelir. Edebiyatıyla edebileşir ve ebedileşir. Atatürk de: ‘’Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.’’ dememiş mi? Kültüründe temeli dildir. Türkçe konuştuğumuz için Türk’üz. Toplumları birbirinden ayıran onları yığın olmaktan çıkarıp sosyal bir yapı haline sokan yegâne kültürel unsurları dilleridir. Dünyada artık kültürler savaşı başlamıştır. İş yeri, alış-verişteki yabancı paralar, mutfak kültürü ve ona ait sözler; eğitim dilimiz, musiki dilimiz bozulmuş olup, bu bozulmalar öncelikle dille geliyor. Dikkat ettiğimizde, göreceğiz ki ulusal kanal niteliğindeki kanalların yemek yarışması programlarında bile yemek kültürümüz ve sofra geleneklerimizin yerine kaba tartışmalar ve birbirlerine hakaretler yer almaktadır. Bu, tükendiğimizin başka işareti değil de nedir?
Atatürk’ün Türkçeye kendi yapısı içinde ulusal rengini vermek, egemenliğini kazandırmak, bağımsızlık savaşının sonunda hemen dil bağımsızlığına yönelerek, günümüzdeki Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumlarını kurmuş olmalarında ne kadar haklı olduğu ortaya çıkarmıştır.
Yüzyıllardan beri kullandığımız Arap alfabesi, ancak bu dilin kendi özelliklerine göre kurulmuş olup, Türk ses varlığına hiç uymayan bir yazı sistemiydi. Bu alfabe, kuruluşu bambaşka olan sözcükle ünlülerin (seslilerin) gösterilmesi idi; Arap alfabesiyle böyle bir yazım sağlanamıyordu. Bu nedenle bize ünlü harfleri gösteren, okunması, yazılması dilimizin yapısına uyan bir alfabe gerekti. Cumhuriyet, bu sorunu büyük ve başarılı bir devrim ile gerçekleştirdi.
İşte bütün bunlar için her millet, mensup olduğu dilini sevmelidir. Dil sevgisi kuru kuruya olmaz. Ancak onu iyi konuşup, iyi yazmakla olur.
Bu duygu ve düşüncelerle Türk Dili Bayramı, Türk Milletine kutlu olsun.
Kaynaklar
1-Zeynep Korkmaz, Türkiye Türkçesi Grameri (TDK Yayınları). Ankara, 2003
2-Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2005 10.Baskı.
3-Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, Ankara 1998.
4-Yazım Kılavuzu, Türk Dil Kurumları Yayınları, 25. Baskı, Ankara 2008.
5-Cengiz Özakıncı, Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din, İstanbul 2000.
6- Ahmet Bican Ercilasun, Tarih Boyu Türk Alfabeleri (Yazı Sitilleri ve Örnek Metinler.) Ank. 1985.
7-Ferit Devellioğlu, Türk Argosu. Ankara. 1980.
8- Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İst. 1990.