Değerli dostlar; öncelikle hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
Bu günkü anılara yolculuğumuz Iğdırda eski bir İlkbahar gününe.
Bu gün hava çok güzel, pırıl pırıl güneşe rağmen hafif bir esintiyle gelen ayaz kendini belli ettiriyor.
Güneşe aldanıp, ince kıyafetlerle çıkanların gözlerinden akan yaş ve kıpkırmızı burunları ne kadar üşüdüklerini belli ediyor.
Sonra soğuğa aldırmadan koşup oynayan çocuklar dikkatimi çekiyor. Günlerden de Cuma olması; okulu, ödevleri düşünmeden gönüllerince güneşin tadını çıkarmalarına neden oluyor.
Soğuk ise onları asla etkilemiyor.
O an büyüklerimizin söyledikleri çınlıyor kulaklarımda;
“ Ay bala eyniyi galın gey! Gün ışarır göz yaşarır”
“ Gara yazın güneşine allanma”
“ Gan oynuyan zamanıdı.”
“ Üşüdüp zökem olacaksan!”
Bu gibi uyarıları, bizim de çocuklarımıza söylediğimizi düşünüp , gülümseyerek geçiyorum.
Sonra kendimi Iğdırımızın doğasının bozulmadığı, sevdiklerimizin yanımızda olduğu, arkadaşlarımızın, arkadaşlıklarımızın üst düzeyde olduğu yıllarda buluyorum.
Hava güneşli, bahçeler yeşermeye ağaçlar tomurcuklanmaya, hatta bazıları çiçek açmaya başlamış.
Baharın müjdecisi olan leyleklerin havada görülmesi ise ayrı bir sevinçle karşılanıyor.
Yuvaları bozulmayan leylekler kendi yuvalarına dönmüş, yuvası bozulan leyleklerde yuvalarını yapma çabasında.
Leylekleri gören çocuklar hep bir ağızdan;
“ Hacı leylek havada,
Yumurtası tavada,
Çağırın gelsin et yesin.
Et yemese ot yesin. “ diye tempo tutuyorlar.
Tabiiki “ ot yesin , yeriine başına vurun dert yesin “ diyenler de oluyordu.
Yoldan geçmekte olan iki tane kadından birisi;
“ Uşaxlığ ne gözel şeydi, dert yox gem yox.”
“ Allah dert vermesin .”
“Birde men
Doldur içim bir de men.
Vaxt geldi, evde geçir.
Cavan olmam bir de men.”
Diye bir mani söyleyerek derinden bir ah çeker.
“Ay gız, gij gij danışma, men özümü min cavana değişmenem. “
“ Cavannığ hardadı, yeri gidek. “
Konuyu değiştirmek isteyen diğer arkadaşı;
“ Gören Zileyxa geliip? “
“Niye Zileyxa hara getmişti?”
“ İçerilerde bir şeher dediler eme bilmirem hansıdı. “
“Kefi olmuş hacı leyleği havada görüptü, gezmediyi yer galmadı.”
“Yaxcı eliyir , gezmey ömürden değil.
( Bildiğiniz gibi çok gezenler için;
“ leyleyi havada görüp”
Yada leyleği havada görenin için, o yıl çok gezeceği;
“Bu il çox gezesen Leyleği havada gördün”…
Evinin üstüne leylek konana;
“Tezze ev alasan”
yada,
Leyleyi havada tek görene;
“ Uzaxdan gonağın gelecek! “
“Sevdiğin gelecek!” diye telkinlerde bulunulurdu.
Bu ve buna benzer şeyler çok konuşulur, leyleğin her durumundan manalar çıkarılırdı. )
O arada gözü telgraf direğine takılan kadınlardan bir tanesi;
“ Biyyy vallah leyleyi gördüm, inşallah uşaxların yanına gidecem.”
“ Direyin üstüne yuva yapır neyniyir, diyesen ağzında ot var.”
“ Amaan Allah’ın heyvanı o da öz yuvasını özü yapır; garayazda ( ilkbahar) gelip, yazın sonunda da isti yerlere gediller, adam metel galır. “
“ İnsan oğlu da bir kuş kimin değiiill, böyün burda, saba orda.”
“ Ay bacı birez ziriyh ziriyh yeri , söypete gızıştığ, eve gej galacığ, nevelerim, meytepten çığıp bize geleceyhler. “
“ Ay arxeyin be niye demirsen, uşax kimi durup hacı leyleylere baxırıh. “
Adımlarını biraz sıklaştırarak evin yolunu tutan iki kafadar eve yaklaştıklarında okuldan çıkan çocukların güle oynaya geldiklerini görürler.
Havaların ısınıp karların erimesiyle çamurlaşan yola aldırmadan neşe içinde koşan çocuklardan bir tanesi havada gördüğü leyleyi takip edeyim derken, ayağı kayarak düşüyor.
Üstü başı çamur içinde kalan çocuğun yardımına arkadaşları koşup ve kitap ve defterlerini kurtarmaya çalışırlar.
“ Ay bacı o gede nece pis yıxıldı, inşallah bir yeri gırılmadı.”
“ Gel göreyh hele, kimin uşağıdı.”
“ Ay bala, anan ölsün yaxçısan mı?”
“ Kimin balasısan, dur ayağa görüüm, bir yerin ağırmır ki .”
Ağlayarak kadınlarında yardımıyla ayağa kalkan çocuk, aksayarak bir iki adım atar ve durur.
“ Ayağım ağrıyır, yeriyebilmirem.”
Adı Kemal olan çocuğun annesine haber uçuran çocuklar, annesinin telaş ve korku içinde gelmesine sebep olurlar.
Oğlunun ayakta olduğunu görünce de söylenmeye başlar.
“ Allah gabul elemesin, tozunnan ayrı çekiriyh, çamurunnan ayrı çekitiyh.”
Annesini gören Kemal iyice yaygarayı basar.
“ Ay bala niye yeke yol seye geheddi gedip çamırın içinnen yeriyirsen. “
“ Anaaa ayağımı yere basabilmirem çoğ ağrıyır !”
Sonra kadınlar müdahale ederler.
“ Körpe pis yıxıldıı, yaxcı ki ayağ
mayağı gırılmadı. “
“ Yox bele olmaz, aparağ sınıxcı Kerem emi bir bağsın.”
O anda yoldan geçen komşu Nusret, çocukların ve kadınların toplandığını görünce merakla yanlarına yaklaşıp , ne olduğunu sorar;
“ Fatma bacı xeyirdi ?”
“ Kamal yıxılıp, yeriyemmir.”
“ Ede yeke kişisen bağırma, kişi de ağlıyar mı, dur bir baxım. “
“ Diyesen şişipdi, bele yeriyemmez, eve geder nen daşıyaram.”
“ Nusret gardaş, seni Allah gönderdi, sağol varol. “
Çocuğu kucağına alıp eve kadar bırakan komşu Nusret, çıkıkçıya gitmeleri için de sıkı sıkı tembih ederek, komşuluk dayanışmasının en iyi örneğini göstererek oradan ayrılır.
Kemâlin ağlamasına dayanamayan annesi;
“ Ayağıyı oynatma, indi baban gelsin sınıxçıya gidek.”
deyip, Kemâlin ayağını bir baş örtüsüyle sarıp büyüklerinden öğrendiği metotları uygulayarak ilk yardımı yapmaya çalışır.
Fayda sağlamayınca, çaresizlik içinde eşinin eve gelmesini bekler.
Çünkü o zamanlar telefon olayı yok denecek kadar azdı, dolayısıyla da birine haber ulaştırmak için ya bir kişi gönderilir, yada sabırla eve gelmesi beklenirdi.
Tabiiki; komşu Nusret, bu teklifi yapmış, nazikçe teşekkür edilerek geriye çevrilmişti.
Eşinin eve gelmesiyle soluğu “sınıxçı”
Kerem eminin evinde alırlar.
Kemâlin ayağını kontrol eden Kerem emi;
“ Gorxmayın inciyipdi, okivarınca da ezilipdi.” der, rendelediği sabun ve yumurta sarısı karışımını sürdüğü şerit şeklindeki bezi Kemâlin ayağına sarar. Kemale, sakın ayağının üzerine basmamasını tembih eder.
Ayağının acısı hafifleyen Kemal’ı alıp, Kerem emiye teşekkür ve dualar ederek evlerinin yolunu tutarlar.
O gün Kemal’ın havada gördüğü ilkbaharın habercisi olan leyleklere bakmak için koşması ve ayağını incitmesi bir anı olarak kalır.
Ayağında kırık yada çıkık olmadığına sevinileeek o günkü heyecan ve endişe yerini, tatlı bir sohbet eşliğinde içilen semaver çayına ve Kemâlin annesinin o gün tanıştığı bizim iki kafadar; Zehra ve Gızbes ile attıkları yıllar sürecek dostluk köprüsünün kurulmasına sebep olmuştur.
Can dostlar çoğunuzun da bildiği gibi o zamanlar ‘sınıxçı- çıkıkçı ‘ olayı çok yaygındı.
Kolunu bacağını kıran, veya çıkan tedavi için “sınıxçıların” kapısını çalardı.
Sınıxçılar çoğunlukla yardımcı olurlardı, fakat aksi durumlar da oluyordu.
Kırığı yanlış kaynayan, yanlış tedaviden sakat kalan da az değildi.
Çünkü tıbbi hiç bir eğitim almadan bizim deyimimizle “dede baba “ metotlarıyla kırık ve çıkıkları tedavi etmeye çalışırlardı.
Ellerinden geldiği kadarıyla yardımcı da olurlardı.
Halk da başka bir çare bilmediğinden soluğu sınıxçılara koşarlardı.
O zamanlar Iğdırımızdaki sınıxçılarımızı da anmadan geçemeyeceğim.
Bildiğim ve duyduklarım;
1- Komşumuz ve aile dostumuz rahmetli Kerem Polat emi ( Kerem usta olarak tanınırdı, asıl mesleği terzilikti.)Karakoyunlu köyündendi.
2- Faytoncu, Bilal emi vardı herhalde ( soy adı, İdem olması lazım)
3- Karakoyunlu köyünden Bayram Ali emi.
4- Pirili emi diye bir sınıxçı da vardı, duyduğum kadarıyla.
Rabbi aramızdan ayrılanların mekanlarını cennet etsin inşallah.
Köylerimizde de çok “sınıxçılarımız” vardı…
hatırlayamadıklarım beni bağışlasınlar.
Değerli dostlar; Eski İlkbaharlara özlemle çıktığımız yolculukta karşılaştığımız, IĞDIRIMIZIN sembollerinden ve ilkbaharın habercisi olan leyleklerden başlayarak yaptığımız yolculukta beni yalnız bırakmadığınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum.
Hatalarım veya unuttuklarım olursa affola.
Hayatlarınız her daim ilkbahar güzelliklerinde, yuvalarınız her daim mutluluk şenliklerinde olsun.
Doğan güneş umutlarınız, batan güneş kederleriniz, dertleriniz olsun.
Ağız şirinliği diliyor;
Sevgiler ve saygılar gönderiyorum