Köye gideceğiz diye gece heyecandan uyuyamıyorum.
Bir taraftan da ya nenem beni götürmezse diye ödüm kopuyor.
Korktuğum gibi olmuyor, sabah erkenden kalkıp, hazırlanıyoruz.
Aceleyle kahvaltımızı yapıp faytonun gelmesini bekliyoruz.
Nenem;
“Ne fırnığırsan otu yeriye başım gicellendi” diyor.
(Fırnığma: Yerinde duramamak, huzursuz, dolaşıp durmak )
(Başım gicellendi: Başım döndü )
Tabiiki ben hemen itaat ediyorum.
O arda hayat kapısının hızlı hızlı çalınmasıyla sevinçten havalara uçuyorum.
(Hayat kapısı: Bahçe kapısı)
Fayton geldiii, fayton geldiii. Faytona binip yola koyuluyoruz.
Yolculuğumuz çok bana göre eğlenceli geçiyor.
Yolda rastladığımız köylülerimizin tarlalarındaki hummalı çalışmalarına şahit oluyoruz.
Ayrıca at arabasına yada kağnı arabasına yükledikleri domates, salatalık gibi sebzeleri IĞDIRA satmaya götürenleri görüyoruz.
Ellerinde kerantı, kerki, kadınlı erkekli daşka ile tarlaya gidenler de dikkatimizi çekiyor.
(Kerantı: Uzun saplı orak)
(Kerki: Çapa)
Daşga: Atlatın çektiği araba)
Faytonun arkasından koşan bir kaç sokak köpeği….
Yolda rastladığımız o güzellikleri seyrederken faytunçu eminin arada bir kamçı sesini yada yolda hoşuna gitmeyen bir şeye sinirlenip homurdandığını duyuyoruz.
Arada bir nenem faytoncuyu;
“ Ay bala birez asda sür da, bağrımızı çatdattıın“ diye uyarıyor.
(Assa: Yavaş )
(Bağrımızı çatdattın: Ödümüzü kopardın )
Faytonçu emi;
“ Gorxma nene, heç dat olmaz” diye cevap veriyor ve yola devam ediyoruz.
Köye vardığımızda kapıda karşılanıyoruz.
Köydeki akraba çocukları hemen etrafımızı sarıyorlar.
İlk soruları “Bizde galasıyız ele ?“
“ Nolar bizde galın bizde galın”
Nenem çıkardığı şekerlemeleri çocuklara dağıtıyor.
Büyükler sohbet ederken, biz bağın yolunu tutuyoruz.
ESKİDEN KÖYLERİMİZDE YAZ
Artık bazı meyveler olgunlaşmaya başlamış.
Beyaz Dutlar olgunlaşmış
“Haydi çarşaf gerin dallarımızı silkeleyin tam yenecek zamanımız”der gibi iştah kabartarak bakıyorlar.
Kara dutların daha zamana ihtiyaçları var.
Şalağı ERİHLER ( KAYISI) sulanmaya başlamış.
ORDUBAT ve TEBERZELER geç olgunlaştığı için daha bekleme safhasında.
Kırmızısı, sarısıyla ALÇALAR ( erikler ) de olgunlaşmaya yüz tutmuş.
Bakanların ağzını sulandıran kütür kütür GÖYCELERİN tam yenecek zamanı.
(Göyce: Can eriyi)
Sarı kirazlar( o zamanlar Iğdır’ın tadına doyulmaz kirazıydı)
Az da olsa NAPOLYON cinsi kirazlarda olgunlaşmış.
Dallarında salkım salkım sallanan vişnelerin olgunlaşmasına daha bir ay kadar zamanları var.
MALAÇA ARMUTLAR küçük yaz armutları ve KEPEĞ ELMALAR da oldu olacak.
GARALILAR, SARALILAR
“ Bekleyin bizde geliyoruz” der gibi dallarında sallanıyorlar.
(Garalı: Mürdüm eriği )
Diğer tarafta zefranıyla, yarmasıyla ŞEFTALİLER
“ Sakın bizi unutmayın, biz de varız “ der gibi nazlı nazlı bakıyorlar.
Tadına doyulmaz iğdeler de onlara eşlik ediyorlar.
ÜZÜMLER ise GORA PİŞİREN ayı dedikleri AĞUSTOSTA olmaya başlıyordu.
Aynı şekilde NAR ve ELMA da üzüm gibi yazın sonuna doğru olgunlaşmaya başlıyordu.
Bahçelerdeki meyve ağaçlarının altına kilimlerini yayıp semaver çayı içenler.
Hem sohbet edip hem de güle oynaya meyve toplayanlar.
Iğdır’dan gelen misafirlerini pişirdikleri tadına doyulmaz tavuk BOZBAŞI ( cüce BOZBAŞI) veya kestikleri kuzularla ağırlayanlarda yok değildi.
Herkes gücüne göre; yeterki ağız tadı olsun.
Tarlalarda ekilen domatesler, salatalıklar, biberler, patlıcanlar da yavaş yavaş olmaya başlamışlar.
Ayrıca tarlaların içinde doğal olarak yetişen bizim kuş üzümü dediğimiz küçük kırmızı üzümler çocukların vazgeçemedikleriydi .
Bağlar bahçeler cıvıl cıvıl kuş seslerine karışan çocuk sesleri ile dolup taşıyor.
Salıncaklar kurulmuş, bir birimizi sallamak için sabırsızlandığımız güzel günlerdi.
(Salıncak; Küflen)
EVLERDEKİ İŞLER DAHA DA ARTMIŞTIR
Sabah daha erkenden kalkılıyor.
Evin kadınları ev ve tarlalar arasında mekik dokudukları için işleri daha da zorlaşmıştır.
Elektrik olmadığı için akşamın karanlığında lamba ışığında veya FENER ışığında işlerini yaparlardı.
Böylece sabaha fazla iş bırakmamaya gayret ederlerdi.
Bazan akşamdan hamurlarını yoğurup sabah karanlığında tandıra ateş atarlardı.
Çöle götürecekleri ekmeklerin de vaktinde hazır olması için.
(Çöle: Tarlaya)
Ayrıca yağlı GALIN da yapmayı ihmal etmezlerdi.
PEYEYE deki ( ahırdaki ) malların ( hayvanların) altını temizlemek yemlerini vermek ise genellikle varsa evin NÖKERİNİN( hayvan bakıcısı) yoksa evin erkeğinin işiydi .
Sonra kadınlar hayvanları sağar ve ekmekleri pişirmeğe başlarlardı.
Her gün pişirdikleri günlük ekmekleri iki defa pişirmek zorunda kalanlar da az değildi.
Çünkü işçileri olanlar işçiler için de ekmek ve yemek pişiriyorlardı.
Akşam lamba ışığında tandır yakıp ekmek pişirenler de çoktu.
Çocukların en çok sevdikleri şeylerden bir tanesi de olgunlaşan buğday başaklarından deste deste bağlaıp, tandırda yada yanan odun ateşinde pişirmekti.
SÜTÜL dedikleri buğday közlemesini her kes severdi.
Buğday başaklarının odun ateşiyle birleştiğinde çıkardığı güzel koku etrafa yayılırdı.
Közlenen buğday tanelerinin tadına da doyum olmazdı.
Bu arada çocukların veya hodağın otlatmaya götürdüğü yada
yada naxıra gönderilen hayvanlar gelirdi.
Gelen hayvanlar sağılıp, sütler pişirilirdi.
Yoğurtlar mayalanır, tereyağı ve peynir yapmak için de biriktirme yapılırdı.
Akşam yemeği için sofralar kurulur.
Semavere ateş atılır, yada çaydanlık odun ocağına oturtulup çay hazır edilirdi.
Hayat kapısı açılır.
Çölden gelen evin erkeklerinin yorgun sesleri duyulurdu.
- Beh beh beh diyesen çay demlenipti.
- Gızım o suyu töh bir elimi üzümü yuyum.
evin yaşlı ninesinin sesi duyulur;
- Ay oğul günün gabağına su goymuştuğ, ele gözel gızıp ki, başıya bir gaşığ su tökerdin da.
- Sağol ana, birez yemeğ yeyip çay içecem, üreğim yanır.
- Su sırası bizde di, gece su suvarmağa gidecik.
- Birez yatıp gözüyün acısını alaydın da.
Gece daha serin olduğundan sırası gelen genellikle gece su suvarmağa
( tarlaları sulamaya) giderlerdi.
Evin çocukları daha koşuşturmaktan yorulmamış, oyun peşinde olurlardı .
Ay ışığı olduğu için GiZDEMPAÇ ( saklambaç oynuyorlar. )
Köy kahvesinden dönenlerin yüksek sesle konuşmaları duyulurdu.
Uzaktan gelen köpek havlamaları karanlıkla birleşince insana ürperti veriyordu.
Yemekler yenip çaylar içildikten sonra hava çok sıcak olduğu için HAYATTA ( Bahçede) yada DAMIN üzerinde yataklar açılırdı.
Serinde uyuyalım derken bu seferde MIĞMIĞLARIN (sivrisineklerin ) taaruzuna maruz kalınırdı.
O yüzden genellikle cibinlik kuruluyordu.
Tabiiki DAMIN üzerinde uyumakta gece inip tuvalete gitmek de büyük problemdi.
Ayrıca düşüp kolunu bacağını kıranlar da yok değildi.
Evdeki kadınlar, hele yaşlı anneler çok tedirgin olurlardı.
Anneler oğlu su suvarmaktan gelinceye kadar uyku uyuyamaz, tesbih çekip dua eder beklerlerdi.
Artık bostanlarda kavun karpuz da olgunlaşmaya başlamış.
Bostan kenarına ekilen mısırlar(MEKE) püskül vermiş.
Koçak’lar oluşmaya başlamış, ayçiçekleri ( GÜNEBAĞAN),ÇITTAMA) çiçek açmıştır.
Bostana kurulan çardaklar tekrar gözden geçirip, gece de uyunulabilecek hale getirilirdi.
Çardağın üzerine çıkmak için küçük bir merdiven yapmak da ihmal edilmezdi.
Bazı yerlerde de çardaklar iki katlı yapılırdı yukarının kenarlarını hasırlarla kapatanlar da vardı.
Gündüz de yukarıya çıkıp güneşe maruz kalmadan dinlenmek için.
Gece ise bostan bekleyenler hem serin olduğu için hem de yılan ve diğer hayvanlardan korunmak için yukarıda uyurlardı.
Her bostanda çardak olduğu için gece BOSTAN GÖZDÜYENLER birbirlerine ses vermek amacıyla ıslık çalarlardı.
Nanay diyer ( türkü söylerdi)
Hayvanlar bostana zarar vermesin diye teneke çalarlardı.
Kavun karpuz tam yetiştiği( olgunlaştığı) zaman hırsızlık olmasın diye de bostan beklenirdi.
Erkek çocuklar gece bostanda uyumaya bayılırlardı.
Gündüzler kızlar da bostana giderlerdi.
Hele topladıkları domates, patlıcan biber ve diğer sebzelerden odun ateşinde pişirdikleri yemeğin tadına doyum olmazdı.
Zaman geçtikçe kavun karpuz olgunlaşmış, mısır koçanları dolmuş, günebaxan ( ayçiçeği) çiçeklerini dökülmeğe başlamış, çekirdekler( çıttama) yenecek duruma gelmiş olurdu ….
Bostanda yatanlar gece odun yakıp mısırda közlerlerlerdi.
Küçük karpuzları elma gibi soyar, kavun keser, afiyetle yerlerdi.
Birbirlerine öğrendikleri masallardan anlatır, oyunlar oynarlardı.
Böylece doya doya çocukluklarını yaşayarak, tadını çıkarırlardı.
Bu arada MELEHLİNİN şalağı kavunu, şekerden çatlayan diğer kavunları da olgunlaşmış olurdu.
Ve diğer köylerimizin yetiştirdiği kavun ve karpuzlar da olgunlaşmış toplanmayı bekledi.
ALGIZILIN meşhur karpuzu ise biraz daha geç olgunlaşıyordu.
Eğer kavun, karpuz toplanacaksa sabahtan toplanmaya başlanırdı.
Kavun ve karpuzlar büyüklüklerine göre kümelenir, öğlenden sonra da arabalara yüklenirdi.
Gece yarısını biraz geçtikten sonra Iğdırda satmak üzere yola koyulurlardı.
Genellikle öküz arabalarıyla götürdüklerinden, her kes bir birini duyar akşamdan doldurup hazırladığı arabasıyla diğer arabalara katılırdı. Böylece sabah erkenden IĞDIRA varırlardı.
Iğdırdaki yakınlarına da kavun, karpuz, domates…. vs götürmeği de ihmal etmezlerdi.
Götürdükleri kavun karpuz ve diğer meyve ve sebzelerini satıp, yüklerini boşalttıktan sonra, IĞDIRDAN alacakları ihtiyaçlarını alıp tekrar köyün yolunu tutarlardı.
Tabiiki ki çocukların ufak tefek ihtiyaçlarını da almayı ihmal etmezlerdi.
Bu, yaz boyu devam ederdi.
Bostan bozumu zamanı geldiğinde de , orta boy karpuz, sarı karpuz, SİNEYVAZ, ŞAMAMA toplanırdı.
Kavun ve karpuzlar serin bir yerde samana gömülerek kışa ( Çille garpuzu)saklanırdı.
ŞAMAMA ise unun içine gömülerek kızarması ve bozulmadan kalması sağlanırdı.
Yazın okul tatil olduğu için bostanda uyumak ve şamataya katılmak için Iğdır’dan köydeki akrabalarının yanına giden çoçuklar da az değildi.
Iğdırda da bostan ekenlerdi.
Aynı güzellikleri yaşıyorlardı fakat Iğdırda yaşayan çocuklar için köyün zevki başkaydı.
Gönüllerince koşup oynuyor, sevdikleri hayvanlarla haşır neşir olurlardı.
Kanalda yüzer ( arxda çimer) akrabalarıyla vakit geçirirlerdi.
Şimdi tekrar BUĞDAY biçimine dönüyorum.
PİÇİNÇİLER
Sararan buğday başaklarını kuşlardan korumak için yapılan insan şeklindeki korkuluklar (Bostan korkuluğu) hem kuşların hemde küçük çocukların korkulu rüyası olurdu.
Artık buğdayların biçilme zamanı gelmiştir.
O zamanlar biçer döver olmadığı için, buğdaylar KERANTI dediğimiz uzun saplı oraklarla biçiliyordu.
PİÇİNÇİLER genellikle TUZLUCADAN geliyorlardı.
Buğdayları KERANTIYLA biçip XORUMLADIKTAN sonra anlaştıkları diğer tarlara geçerlerdi.
(Xorumlamağ: Biçilen buğdayları kümeler halinde toplamak) )
PİÇİN işleri bitikten sonra ücretlerini alıp evlerine dönerlerdi.
Tabii ki PİÇİNÇİLERİN yeme içmeleri buğday biçtikleri ev sahibine aitti.
O yüzden köydeki kadınların işi de zorlaşıyordu.
Ekmeği de yemeği de hem ev için hemde PİÇİNÇİLER için yapıyorlar, bunun yanında çöl işlerini de beraber yürütüyorlardı.
Buna bir de yazın kavurucu sıcağı da eklenince….
PİÇİNÇİLER akşam tarladan gelip çalışmış oldukları evde yemeklerini yer çaylarını içer giderler, sabah tekrar KERANTILARINI alıp işe koyulurlardı.
Ekin sahibi aynı gün buğday HORUMLARINI traktör yok denecek kadar az olduğundan, daşka yada kağnı arabasıyla taşıyorlardı.
Bahçeleri büyükse bahçeye değilse köyün orta yerlerinde bulunan Hermen yerlerine taşırlardı.
Daha sonraki yıllarda traktörler yaygınlaşınca işleri de biraz koylaştı.)
Şimdi HIRMENE dönelim.
Bahçeye veya xirmene taşınan buğday xorumları xermene yayılır.
Önce sığırların veya atların çektiği tekerlek gibi dönen demir dişleri olan CARCAR la KÜLEŞ dedikleri saplı buğdayların üzerinden geçerek başaklarla sapları küçük parçalara ayırırdı.
Sonra GEM denilen yine at veya sığırların çektiği alt tarafı dişli büyük tahtalarla KÜLEŞİN üzerinden tekrar geçerek buğday tanelerinin sap ve başaklardan iyice ayrılması sağlanırdı.
Çocukların en çok sevdiği havanların çektiği GEMİM üzerine oturup sürmekti.
Sonra tahta YABALARLA savrularak sap ve saman buğday tanelerinden ayrılırdı.
Tabii ki bahçenin veya harman yerinin toz duman içinde kaldığını da unutmayalım.
Buğdaylar tenekelerle ölçülerek sayılırdı ( ortaksa da tenekeyle sayılarak bölünürdü)
Tabii çocuklara da birer kova pay verilirdi.
Kova dolusu buğdayını alan çocuklar köy dükkanına gidip istediği şeyleri alıp buğdayla değişirlerdi. (Aslında bunu kadınlar da yaparlardı, köye gelen çerçilerden aldıkları şeyler karşısında, buğday, pamuk zamanında da pamuk verirlerdi. )
Sonra tohumluk buğday ayrılırdı.
Evin un ihtiyacını karşılayacak kadar hesaplanan buğday çuvalları arabalara atılarak değirmenin yolunu tutardı.
Bulgur yapılmak için ayrılan buğdaylar büyük kazanlarda haşlanarak şişmesi sağlanırdı.
Serilip kurutulduktan sonra büyük DİBEK lerde ( havan) ,tokmaklarla dövülerek bulgur yapılırdı.
Bu bulgurdan da dost akraba payı ayrılırdı.
Aynen maş( kuru börülce),
lepe ( nohut kırığı), alça (kuru erik),erih gağı ( çekirdeği çıkarılmış kayısı kurusu), küncüt ( susam) fasulye, nohut…vs olduğu gibi.
Salçalar yapılıp kavanozlara doldurulur.
PATLICAN biber, yeşil fasulyeler büyük temiz bezlere serilip kurutulmaya başlanırdı.
Küncüt bitkileri( susam) kesilip kurutularak kışlık küncütlerin hazırlanmasına da başlarlardı.
Değerli dostlar, o yıllardan hatırladığım kadarıyla sizlerle paylaşmak istedim, inşallah sıkılmadınız.
Ağız tadı, gönül huzuru, bol bereketli günler diliyorum.
Her şey gönlünüzce olsun inşallah.
Saygı ve sevgilerimle.