Bildiğiniz gibi kış BÜYÜK ÇİLLE VE KÜÇÜK ÇİLLE olarak ikiye ayrılır. Büyük çille gecenin en uzun olduğu 21 Aralık’ta başlar 40 gün sürer, küçük çille ise onu takip eder ve 20 gün sürer ve daha çetin geçer.
Küçük Çillenin çıktığı güne ‘ XIDIR NEBİ’ deniyordu.( Xıdır Nebî Bayramı Azerbaycan’ın bütün bölgelerinde büyük etkinliklerle kutlanır)
(Aslında çok geniş bir konu olan ‘Xıdır Nebi ‘ bayramının, Iğdırdan hatırladığım kadarına kısaca değinmek isterim.)
O gün bereketin bolluğun temsili olarak buğday… vs kavrulur ( gavurga).
Bu kavrulan buğday… vs el değirmeninde öğütülerek un haline getirildikten sonra, şekerli suyla karıştırılarak, ‘gavut’ dediğimiz küçük toplar hazırlanırdı. Yapılan gavutlar eşe dosta dağıtılarak bir bayram havası içinde yenirdi.
‘KOSA KOSA ‘
Bayram günlerinde gençler toplanır, kosa kosa veya kosa gelin oyunu yaparlardı. Çeşitli versiyonu olan bu oyundan hatırladığım kadarıyla siz değerli dostlarımızla paylaşmak istedim.
Kosa kosa oyununda; bir gelin, bir kosa, bir de keçel vardı, diye hatırlıyorum.
Köy gençlerinden birisi KOSA olurdu. Kosaya kambur yaparlardı, kafasına da koyun postu geçirilirdi.
Diğer bir delikanlı da gelin kıyafeti giydirip, GELİN olurdu.
Gelinin başına kırmızı örtü, alnına da ayna takarlardı.
Hatırladığım kadarıyla bir de keçel vardı. Boyunlarına çıngırak, zil gibi şeyler takarlardı.
Ellerindeki iki tane ağacı bir birine vurarak, çeşitli oyunlar yaparak,
etraftakileri korkutmaya çalışırlardı.
Kosa gelin gurubu ellerinde tefler çalarak , maniler okuyarak, kapı dolaşır, ve çeşitli gösteriler yaparlarlardı.
Sonunda; kışı, çileyi , soğuğu temsil eden kosa ölürdü.
Baharı temsil eden gelin yaşardı.
Kosayı diriltmek için ev sahibinden yiyecek …vs alarak oradan ayrılırlardı.
Kosanın dirilişi, baharın gelişini temsil ederdi.
Kosa gelin gittikleri evlerden, yolda gördüklerinden çeşitli oyunlar yaparak yiyecek ve para toplarlardı.
( Tabiiki kosa gelin oynunun çeşitli versiyonları vardır, ben kendi hatırladıklarımı paylaşmak istedim )
‘DODU DODU ‘
(Azerbaycanda HODU HODU veya GODU GODU dendiğini duymuştum )
Navruz şenlikleri arasında ‘DODU DOLANDIRMAX’ da vardı.
Soğuk kış günlerinin kovup, baharı gelmesi için bir ağaç parçasını, kırmızıya boyar ve kukla şeklinde süslerlerdi.
Gurup halinde tanırlardı. Guruptan bir kişi değişik kıyafetler giyip, yüzünü gözünü boyayarak kendini tanınmaz hale getirirdi.
Bu kişi hazırlanan kuklayı eline alır, gurupla beraber maniler söyleyerek köyü dolaşırlardı.
Buna ‘DODU DOLAŞTIRMA ‘deniyordu.
Dodu doduyu gördün mü?
Doduya salam verdin mi?
Dodu buradan gidenden.
Gırmızı gün gördün mü?
Melehliye gidende( değişik köy adları da kullanılıyordu)
Ayağımı it daladı.
Yağ getirin yağlıyax.
İp getirin bağlıyax.
Verenin oğlu olsun.
Vermiyenin gızı olsun.
Başı keçel olsun, gözü de kör olsun.
Bu şekilde köyü dolaşır, birşeyler isterlerdi.
İstediklerini alırlarsa, getirdikleri küçük semeniyi vererek dua ederek neşe içinde ayrılırlardı. Eğer bir şeyler alamazlarsa beddua ederek, başka kapıya giderlerdi.
( Ev sahipleri hazırladıklar çerezlerden, boyanmış yumurta, meyve …vs verirlerdi. )
Bu törene isteyen her kes katılabilirdi ve çok da eğlenceli olurdu.
SEMENİ
Bolluk bereket olsun diye niyetler edilir, rengarenk, boy boy tabaklara, saksılara doldurulan buğday, mercimek, nohut gibi bakliyatlar yeşertilirdi.
Ayrıca yıkanıp, büyük tahtalara serildikten sonra, üzeri ıslak bezlerle örtülerek yeşertilen ‘semeni ‘ de suyu sıkılarak kaynatılır ‘Semeni’ pişirilirdi.
Olağanüstü bir lezzet olan semeniyi de tüm çocuklar severek yerlerdi.
Burada bir noktayı belirtmeden geçemeyeceğim.
Büyüklerimiz semeni yeşertip pişirmenin de düşeri, düşmezi, var derlerdi .
Bazı kimselere uğursuzluk getirip, kayıplar yaşamalarına sebep olurmuş, derlerdi.
Ve kesinlikle semeni yapmazlardı.
Ne kadar doğrudur bilemem, belki de sadece tesadüf ediyordu.
Benim annem rahmetli hiç yapmazdı
“ Bize tüşmür “ derdi.
Toplu halde ve büyük bir neşe içinde maniler okunarak pişirilen semeniden eş, dost, akraba her kes payını alırdı.
GEBİR ÜSTÜ
21 Mart Navruz bayramından önce ‘GEBİR ÜSTÜNE ‘ çıkılır ( ölü bayramı da dediğimiz mezar ziyaretleri).
Mezarlıklar temizlenir, ölmüşlerimiz yad edilirdi .
Gebir üstü, hatırladığım kadarıyla Salı ve Perşembe günü yapılırdı.
Narıcoğlunun bağı dedikleri bu günkü Asri mezarlığa ,Salı günü çıkılırdı.
İğdirmava mezarlığına da Perşembe günü çıkarlardı( giderlerdi)
Ayrıca köyler de kendi aralarında gün belirleyip topluca o gün ‘ Gebir üstüne ‘ çıkarlardı (ziyarette bulunurlardı.)
Mezarlıkta kuranlar okunur, dualar edilirdi.
Bir yılı doldurmayan kayıplar için ‘GARA BAYRAMI’ diyorlardı.
Önce o mezarlar ziyaret edilir, ailelerine destekte bulunulurdu.
Bu konuda Iğdırlı kadınlarımızın da hakkı ödenmez( Acısı olan evleri teker teker dolaşıp, taziyede bulunur,
acılarını paylaşırlardı.)
Mezar ziyaretinin sonunda getirdikleri şeker, çerez, bisküvi, gofret …vs mezarlıkta karşılıklı olarak dağıtırlardı.
Böylece herkes, kaybettiklerinin acısını yürekte hissettiklerini, asla unutmadıklarını dile getirirlerdi.
Allah hepsinin mekanlarını cennet etsin.
YEDDİ LEVİN ve ALAV ALAV
‘AXIR ÇERŞEMBE’ dediğimiz, 21 Marttan önceki son Çarşamba YEDDİ LEVİN yapılıyordu.
(Salı günü ( Axır tek) diyen de vardı )
( Yedi çeşit çerez ve ek olarak meyveler alınırdı)
Günlerce önceden toplanan yumurtalar, soğan kabuğu veya samanla boyanır, ve verilecek çocukları beklerdi.
Bahçesi olan bahçesinde, olmayan da evine yakın bir meydanda gündüzden çalı çırpı, toplayarak hazırlar, akşam karanlık bastırınca yakarlardı.( Alav Alav)
Bütün ev halkı ateşin etrafında toplanır; “Ağırlığım, uğurluğum bu odun üstüne tüşsün “ diyerek, teker teker ateşin üzerinden atlanırdı.
Böylece bütün dert, bela, kötülükleri ateşe atıp yaktıklarına inanılırdı.
Baca baca büyük bir heyecan ve neşe içinde geçerdi.
Hele çocuklar için ayrı bir heyecandı.
Ayrıca pamuktan yapılan küçük küçük toplar da gazyağına batırılarak yakılır, havaya fırlatılırdı( Tabiiki çok tehlikeli olduğunu kimse düşünmez, yada tedbirini alırlardı).
Birde yabanın ucuna geçirdikleri çalı çırpıyı yakarak, yabayı yukarı aşağı indirip oyunlar yapan gençlerde vardı.
ALAV ALAV dediğimiz bu fasıl bitikten sonra, heyecana içeriye koşardık.
Yere büyük bir sofra bezi serilir veya büyük bir sini konurdu.
Gündüzden alınan YEDDİ LEVİN çuvalı açılır ( Genellikle irili ufaklı çuval şeklindeki torbalara doldurulup getirilirdi, yedi levin)
Çuvaldaki kağıt torbalar birer birer açılıp sofra bezine veya siniye boşaltılırdı.
Bütün çocuklar heyecanla beklerdik.
Evin büyüğü ‘YEDDİ LEVİNi ‘özenle karıştırır, pay bölümüne geçilirdi.
Yeni evlenen kızlarının, nışanlı gelinlerinin paylarında özel olarak hazırlanıp ‘XONÇA’ yapılırdı.
Her xonçaya da herkes durumuna göre bir hediye koyardı.
Pay bölümü bitikten sonra herkes neşe ile yedi levinini yerdi.
‘Şal atma ‘ veya ‘mendil atma ‘ yapılırdı.
Ev sahibi atılan şalın, veya mendilin içerisine, çerez, elma, mandalina veya boyadığı yumurtadan koyup bağlardı .
Kapıyı açık bıraktıklarından şal veya mendil atanın kim olduğunu bilmezlerdi.
( Bunu bildikleri için, herkes kendi durumuna göre mendil veya şallara
ne koyacağın hazırlar, özellikle de kapı açık bırakılırdı.)
YEDDİ LEVİN günü Kapı dinlemeğe de gelenlerin olacağını bildiklerinden, büyüklerimiz bizi uyarır, güzel şeyler konuşmamızı
sıkı sıkı tembih ederlerdi.
Kap dinlemeye gelenler güzel şeyler duyup, mutlu olsunlar diye.
Güzel maniler de söylenirdi.
“ Dediğin demiş olsun.
Yendiğin yemiş olsun.
Dayandığın gapının,
Yanovu gümüş olsun.”
Çünkü iyi şey konuşulduysa, kapı dinlemeye gelenler, niyetleri olacak diye sevinirlerdi.
Aksi halde hayal kırıklığına uğrayarak bunalıma girenler bile oluyordu.
Büyüklerimiz anlatıyordu.
Tanıdıklardan bir genç kapı dinlemeye gitmiş.
Evin kızı “Bir bulmaca sorayım “
demiş
“Sor” demişler
“ Bir belece midili, vurdu yıxdı güdülü “
Diye sormuş.
Tabii ki cevabı “ Kurşun”
Bir sene sonra kapıyı dinleyen genç hayatını kaybetmiş ( Nurlar içinde yatsın)
Bunu çok üzülerek , ve çeşitli örnekler vererek anlatırlardı.
Ve ağızdan kötü ve olumsuz bir şey çıkacak diye çok korkarlardı.
Her kes güzel şeyler söylemeğe gayret ederlerdi.
Tabii inanç meselesi.
Büyükler tecrübe ettiklerini anlatırlardı.
Olumlu yada olumsuz.
SUYA İĞNE SALMA
Genç kızlar, hatta evlenecek yaşta oğlu olan annelerin bile yaptığı ‘Suya iğne salmayı’ hatırlayalım.
Bir kovaya veya leğene su doldurulurdu.
İki tane dikiş iğnesi alınır, iğne deliğine pamuk geçirilerek hazırlardı.
Birini kızı, diğeri de niyet ettikleri genci temsil ediyordu.
Sonra iğneleri karşılıklı olarak suya bırakır, beklerlerdi.
Suyun üzerindeki pamuk geçirilmiş iğneler, bir birlerine yaklaşırsa iki gencin evleneceklerine inanırlardı.
Büyük bir heyecan ve neşe içinde yapılan bu işlem, eğer iğneler farklı yönlere giderse, niyet edenlerin hayal kırıklıkları ile sonuçlanırdı.
‘DUZDU GİLİH’ ( tuzlu ekmek)
Mutlaka bilenleriniz vardır. Biraz da Navruz güzelliklerinden olan ‘Duzdu gilih’ üzerine hatırlatmada bulunmak istiyorum.
Aynen iğnede olduğu gibi, duzdu gilih de , evlenme çağındaki kızların sıklıkla yaptığı şeydi( Genç erkeklerin yapıp yapmadığını bilmiyorum)
Çok tuzlu küçük küçük ekmekler yapılırdı.
Gece yatmadan önce bu ekmeklerden yiyen genç kızlar ( Ekmeği yedikten sonra su içilmemesi lazımdı)
Kiminle evleneceklerine niyet eder uyurlardı.
Çok susadıklarından herhalde, rüyalarında birilerinin su verdiğini, yada “ Sen bununla evleneceksin” dendiğini, veya ima edildiğini gördüklerini söylerlerdi.
Büyüklerimiz rüyalarının çıktığını anlatırlardı.
Çok değer verdiğimiz bir teyzemiz anlatmıştı.
“Ekmeği ( duzdu gilih) yedim, niyet edip uyudum” diye başlamıştı.
Evlerinin yakınında ‘arx’ varmış.
Sonra şöyle devam etmişti.
“ Arxın stündeki köprüde, asker elbiseli birini gördüm.
Dediler, bu genç senin kısmetindi.
O zamana kadar heç görmediğim birisiydi.
Aradan epey zaman geçti.
“ Seni filankesin oğlu istiyir. “Dediler.
Kim olduğunu bilmirdim.
Meye uzağdan görsettiler, hayretler içinde galdım.
Yuxuda gördüğüm asker elbiseli gençti meni isteğen”
Bunu bize anlattığında, evlenmiş, bizden büyük çocuğu olan bir teyzemizdi.
Kendisi de eşi de rahmetli olmuşlar. Nurlar içinde yatsınlar.
Çok sevip saydığım bir teyzemizdi.
Birde suya ‘ üzük - yüzük atma ‘ vardı.
Su dolu bir kovaya yüzükler atılır, sonra görevlendirilen birileri maniler eşliğinde sudan yüzüğü çıkarılandı.
Çıkan yüzük kime aitse onun sırlarının açığa çıkacağı ( değişik sorular sorularak) heyecanlı bir oyundu.
NEVRUZ BAYRAMI
Günlerce yapılan eğlence ve etkinliklerin sonunda, kültürümüzde büyük bir yer tutan ve yöremiz için büyük bir önem taşıyan 21.Mart Nevruz Bayramı büyük bir coşkuyla kutlanırdı.
Dostluk, paylaşım, muhabbet, hoşgörü üst düzeyde olurdu.
Küs olanlar barışır, sevgi ile kucaklaşırdı.
Kimsesizler, yalnızlar, hastalar ziyaret edilir, gönülleri alınırdı.
Herkes elindeki imkanları ölçüsünde unutulan kimsenin kalmamasına özen gösterirdi.
Hazırlıklar günlerce önceden yapılmış olurdu.
Evlerde bahar temizliyi yapılmış, yumurtalar boyanmış , semeniler yeşertirmiş, ‘BAYRAMÇLIXLAR’ hazırlanmış olurdu.
Ayrıca ‘yerddi levin’ den ayrılan bir tepsi de gelen misafirler için masada yerini almış olurdu.
Sabahın erken saatlerinde çocuklar bayramlıklarını giymiş, ellerinde torbalar, kapı kapı dolaşarak;
“Bayramçalığımı istiyirem” yada
“ Bacabaca payımı istiyirem “ der, paylarını alırlardı.
Her çocuk kırmızı yumurtasını da mutlaka alırdı.
Burada bir parantez açmak istiyorum( Çarşıda veya mahalle aralarındaki da boyanmış yumurta satanlar oluyordu.)
Ayrıca çerez ve meyve verenlerde oluyordu.
Her gün yumurta yense de Nevruzda yenen yumurtanın lezzeti başka olurdu.
Şeker, çerez ve meyve de aynı şekilde.
Bayram sevinci, lezzete lezzet katardı.
Evlere mutlaka pilav pişerdi( Sebzili pilav.)
Ayrıca ‘balıx çöreği’ de sıklıkla yapılırdı.
Semaverler yakılıp, çaylar demlenmiş olurdu.
Aile büyükleri ziyaret edilir, nışanlı gelin varsa ‘Bayram xonçası ‘götürülürdü.
Ayrıca yakınları için ayrılan paylar da ziyaret sırasında verilir veya gönderilirdi.
Xonçayı veya hediyeyi götürene de bahşiş verilirdi.
Bir taraftan bayramlaşmalar yapılır, diğer taraftan toplanan yumurtalar ‘ döğüştürülür-tokuşturulurdu.
‘YUMURTA DÖĞÜŞTÜRME’
( Yumurta tokuşturma )
Çocuklar olduğu kadar, büyükler de yumurta döğüştürür- tokuştururdu.
Kimin yumurtası kırılırsa, kırılan yumurtayı karşısındakine verirdi.
Ayrıca çarşıda boyanmış yumurta satanların önünde de kuyruklar oluşurdu.
Oradan yumurtayı alıp döğüştürüyorlardı.
Kimin yumurtası kırılırsa hem kırılıran yumurtanın parasını ödüyordu, hemde dönüştürdüğü kişinin yumurtasını ( Bu yumurta satıcısıyla yapılan anlaşmaya bağlıydı)
Bayram akşama kadar neşe içinde kutlanır, akşam da ziyaretler devam ederdi.
Ayrıca bayram ziyaretleri bayramı takip eden günlerde de devam ederdi.
Can yürekli dostlar; elimden geldiği, dilimin döndüğü ve hatırladığım kadarıyla Iğdırımızda kutlanan eski NEVRUZ BAYRMLARIMIZI siz değerli dostlarla birlikte hatırlamak ve siz değerli dostlara hatırlatmak istedim.
Unuttuklarım ve hatalarım olduysa affola.
Şimdiden hepinizin BEVRUZ BAYRAMINI bayramınızı bütün yüreğimle kutluyor, bütün ömrünüzün bayram güzelliklerinde geçmesi dileklerimle yürek dolusu sevgiler ve saygılar gönderiyorum.
Sağlıkla kalın, mutlu kalın, umutla kalın…