Bir yavru kediye araba çarpmış yolun kenarında soluksuz yatıyor. Bir köpek çöp konteynerinde yiyecek arıyor akşamın geç saatinde. Tek kollu adam sokak sokak karton ve kâğıt topluyor. Yaşlı teyzeler pazar yerinin çarık çürüğüne talip. Gazze’den arşa yükselen ses kulaklarımızı tırmalıyor. Doğu Türkistan’dan yükselen çığlığa kulak tıkamış gibiyiz.
Biz ise yaşıyoruz yaşamasına…
Sonradan görme biri, alın teriyle kazanılmamış parayla aldığı kocaman arabasını insanların gözünün içine sokarcasına daracık kaldırımın üzerine bırakmış. Yasağı uygulayan yok, yasaktan korkan da. Kimi kime şikâyet edeceksin?... Biri, tekerlekli sandalyedeki yaşlı babasını kan ter içinde bir kaldırımdan diğerine geçirmeye çalışırken, “Allah belanızı versin!” diyor, “Böyle kaldırım mı olur?” Köşede duran biri, “Allah rızası için,” diyor. Önünden geçen biri, “Allah versin,” diyor.
Biri isyan ediyor, diğeri, Allah’ına şükret, diyor.
Biz ise, isyankârla itaatkâr arasında yaşıyoruz, yaşamasına…
Yine on beş bıçak darbesiyle bir kadın öldürülüyor sokak ortasında; insanların gözü önünde. Yine bir bina çöküyor durup dururken. Bilmem kaç kişi enkaz altında. Yine araba çarpıyor birine yaya geçidinde…O da asfalt üzerinde soluksuz yatan kediyle aynı kaderi paylaşıyor. İnsanlar üşüşüyor olay yerine. “Kaza,” diyorlar, “Kaza işte...”
Bir anne “Yavruum!” diye çığlık atıyor, kanlar içinde yatan kızına. Bir anne kendini paralıyor arabanın savurduğu oğluna. Enkaz yığınına dönmüş binanın önünde ak sakallı dede, “Ocağım söndü; oğlum, gelinim, torunlarım!” diye feryat ediyor.
Biz ise yaşıyoruz, buna yaşamak denirse…
Buzullar çözülüyor, Ozon tabakasındaki delik büyüyor, verimli topraklarımız çölleşiyor, akarsularımız kuruyor, göller yok oluyor, Jüpiter’de hayat aranıyor, bu yılın kuantum fiziği Nobel ödülleri paylaşılıyor.
Bizde “bilim insanı”; kırmızı plakalı makam aracıyla protokolden protokole koşuyor, yükselişi diplomasından dolayı değil, sadakatindendir.
Biz, “vatana ihanetten”, falancaya “hakaretten”, bilmem kaçıncı maddeye “muhalefetten” yargılananlar ve “ihaleye fesat karıştıranlar” la öylesine bir didişme içiresindeyiz ki, küresel fesatçılar bile bize hayranlıkla bakıyor.
Dışarıya kaçanlar ve kaçırılanlar, göçle gelen belirsizlik ve göçle giden beyinler… Kafalar karışık, düşünce sürgünde.
Gel de şimdi konuş, konuşabilirsen…
Derler ya; “İsviçre’de insanlar tesadüfen ölür, bizde ise tesadüfen yaşar.” Çünkü hep bizim arabamızın freni patlar, insanımızın öfke patlaması gibi. Ve hep bizim arabamız kontrolden çıkar, toplumumuzun kontrolden çıktığı gibi. Çünkü hep bizim insanımız kazılmış çukura düşer, ahlaksızlık batağına düştüğümüz gibi.
Hep Müslüman biz, gavurun siyaset, ticaret ve ilim ahlâkını kendimize örnek gösteririz ama ders almayız. Hep onların aklına hayran kalırız da, kendi aklımızla alay ederiz. Sadece bizim yazar-çizer takımımız her Allah’ın günü bir kesime methiyeler dizerken, diğer kesime veryansın eder.
Şimdi gel de bu ortamda yaşayabilirsen yaşa…
Evet, her devrin adamlarının ve inandırılmış cehaletin baskın çıkması, sadece benim hayatımı etkilemekle kalmıyor, bir sonraki kuşağın geleceğini karartıyor. Din adına ahkâm keserken, vatan adına yüksek perdeden nutuk atarken, konuşulan dil; insanı yola getiren değil, yoldan çıkaran dildir. A. Merkel, “Önce konuştuğunuz dile dikkat edin, zira dil yapılacak eylemin habercisidir,” diyor. Çünkü, “Dil bir kez yoldan çıktı mı yapılmak istenen eylem de yoldan çıkar.” Siz ise bu dille bir toplumu topyekûn yoldan çıkardınız.
Biz de bu şartlarda yaşıyoruz, şayet buna yaşamak denirse.











