Belki de insanlık tarihinde en hızlı gelişme ve değişmeler, bizim yaşadığımız bu çağda gerçekleşiyor. Buna bağlı olarak insan da hem gelişiyor hem de değişiyor. Özellikle fikir/ideoloji boyutunda değişmeyen, gelişmeyen ve üstelik bunu bir gurur vesikası olarak takdim eden insanların sayısı az değil. “Muhafazakâr” kavramı her ne kadar belli bir kesim için kullanılsa da, ideolojik saplantılı “devrimci”, “ilerici” kesimlerdeki muhafazakârlık (korumacılık) diğerlerinden daha keskindir.
Karl Marks, Ebu Hanife veya Atatürk bugün yaşamış olsaydı, mutlaka günün şartlarına göre yeni şeyler söyler, yani düşünce ve tespitlerinde değişiklik olurdu. İzinde yürüdüğümüz büyük şahsiyetler veya taraftarı olduğumuz dünyevî ve uhrevî fikirlerin üzerine ilaveler yapamayan, günü şartlarına göre onları yenileyemeyenler, gelişmelerin gerisinde kalır. Özellikle siyasî ve dinî konularda arzu edilen ilerlemeye ayak bağı olanlar, değişimi ihanetlik gibi algılayan ve “Dünya değişse de ben değişmezem!” diyenlerdir.
Ülke olarak değişen ve gelişen dünyaya ayak uyduramamamızın başlıca sebeplerinden birisi de, fikri ve zikriyle dünde kalan değişmez bir zihniyetin hâlâ siyasî ve sosyo-kültürel hayatta etkili olmasıdır.
Dil ahlâkı
Halkçılığımız kadar Atatürkçülüğümüz, milliyetçiliğimiz kadar dindarlığımız söylemden öteye geçmeyince dil ahlâkını kaybetti; sözde kaldı: Sözde halkçı, sözde Atatürkçü, sözde milliyetçi veya sözde dindar... Siyasetçinin en gözdesi, iyi nutuk atan olduğu gibi, hocanın en tutulanı da iyi mevlit, mersiye ya da Kuran okuyanıdır. Akla ve kalbe hitap eden değil, göze ve kulağa hoş gelen rağbet görünce, dil ahlâkı bozuldu. Hâlbuki dilde ahlâk; sözün eyleme dönüşerek karşılık bulmasıdır. Halkına tepeden bakan aydının, daha çok kazanmak için yalandan yemin billâh eden esnafın, sırf daha fazla oy almak için karşılıksız çek-senet misâli, karşılığı olmayan vaatlerde bulunan siyasetçinin, hikâyeden dindarın ve de vatanseverin söyledikleri inandırıcılığını ve sahiciliğini yitirdiğinde, dil ahlâksızlaşır. Söz cazibesini kaybedince, kişiye itibar edilmez ve böylece fertten topluma doğru ahlâkî çöküntü başlar.
Bazılarına çok iddialı, yani kabullenmesi zor, bazılarına da “önemsiz” bir konu gibi gelse de, biz Konfiçyus’a gönderme yaparak, bir milletin çöküşü kadar dirilişi de dil’dedir diyoruz.
Aydınların öncülüğü
İçine düştüğümüz bu fasit daireden, önyargılarımız, günlük çıkarlarımız ve cehaletimizin mahkûmu olduğumuz bu “kale”den çıkabilmenin yolunu yordamını bulmak için aydınlarımız öncülük etmeli. Kalkınmış her toplumun başarı hikâyesinin altında o toplumun aydınlarının imzası var. Toplumun ilerlemesi kadar uzlaşması da, aydınların ürkeklik ve ideolojik bağnazlık prangasından kurtulmasıyla doğru orantılıdır. Toplumun üst katmanlarındaki zıtlaşmalar, alt tabakada kavgalara vesile olur. Bir toplumun önüne açan kadar, geleceğe giden yolda önüne engel olarak çıkan da, o toplumun önünü açması gereken aydınlarıdır. Aydınların farklı fikirlere sahip olması, işin doğası gereğidir. Fakat bu farklılığı düşmanlığa dönüştürürse, bunun adı aydınlık değil bağnazlık, hatta aydın cehaleti olur.
Millet olarak olağanüstü zor günler geçirdiğimiz bugünlerde aydınlarımız aydın olmanın gereğini yerine getirmelidir. Aydınların devre dışı bırakıldığı, liyakat yerine itaatin öncelik kazandığı, ilmi olanın değil, parası ya da siyasî yaptırım gücüne sahip olanların itibar gördüğü bir toplumun iki yakası bir araya gelmez.
Devlet neyse biz oyuz
Bazen kendi yanlışlarımızın tutsağı oluyoruz. Bunlardan birisi de, biz neysek devlet de odur, türünden bir deyimdir. Bu son derece yanlış ve yersiz bir saplantıdır. Kanun koyan, kuralları işleten, güç kullanan, düzenin sahibi, bir vatandaş olarak benim kırmızıçizgilerimi belirleyen devlet, fertler kadar toplumu da şekillendirir. Tersi mümkün değildir. Yani ben devleti sevk ve idare etmiyor, şekillendirmiyorum. Devlet bana ölçüler getiriyor, kurallar koyuyor ve ben de ona göre hayatımı şekillendiriyorum. Kendi başıma bir eylemde bulunduğumda ise, devlet buna müdahale ediyor.
“Ama toplum bozulmuş!” diyorsunuz haklı olarak. Ki ben de sizinle aynı kanaatteyim fakat toplumun niçin bozulduğunu anlayabilmek için devlete bakmak lazım.