Bir bardak çay ikramı buluşmaya vesile olur, muhabbetin kapısını aralar, dostluğa zemin hazırlar. Semaverde su fokurdar, masada laf kaynar. Demlikteki çay demlenir, mecliste sohbet derinleşir. En âlâsından mertlikler kadar entrikalar ve politik taktikler çay masalarında konuşulur.
Epey zamandır görüşmediğimiz bir dost, “Gel de iki lafın belini kıralım,” dedi. Bu ifade tarzı; bir çay masasında buluşarak hasbihâl etmek demektir. İçki masasındaki sohbet bir müddet sonra zıvanadan çıkar. Lâkin çay demini aldıkça, sohbet de belli bir kıvama gelir.
Yazar ve şairler de yazdıklarını okuyucuya sunmadan önce demlenmeye bırakırlar. Bizim de her makale ya da kitap çalışmamız, demlenmeden görücüye çıkmaz.
Bir çay içseydiniz…
Bazı lokantalarda yediğiniz yemeğin parasını vermek üzere kasaya yaklaştığınızda, “Bir çayımızı içseydiniz,” gibi buram buram Şark kurnazlığı kokan teklife, bir müşteri olarak siz nasıl bir karşılık veriyorsunuz, bilemem… Önceleri, müşteriyi aptal yerine koyan bu teklifi teşekkürle geçiştiriyordum. Yine masadan kalkıp kasada hesap öderken, “Bir çayımızı içseydiniz…” diyen zat-ı muhtereme çıkıştım: “Bu teklif masadan kalkmadan önce yapılmalıydı. Siz de biliyorsunuz ki, gitmek üzere olan müşteri, bir bardak çay için tekrar masaya dönmeyecek.” Derler ya, laf ola beri gele.
Bunun adı, bedeli ödenmemiş, havadan bir teklifle cömertlik taslamak veya çay içirirmiş gibi yapmaktır. Çay teklifinin yerine gelmeyeceği bir ortam veya zamanda çay ikram edermiş gibi tavır takınmak; tıpkı eyleme dönüşmeyecek bir havaî vatanseverlik ya da dindarlık yeltenmesi gibidir. Sözün eyleme dönüşmesi, bedel ödemektir. “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır,” diyenlerin belli bir kesiminin aslında, kendi çıkarları, şahsî ikballeri söz konusu olduğunda vatanın teferruat olduğunu yaşayarak gördüm.
Söz çaydan açılmışken…
Kahvehanede muhabbete içilen çay, “Çayın öte yüzünde ceylan gezer düzünde,” veya “Çayda çıra yanıyor,” gibi türkülerimizde sevdaya şahitlik yapan çaydan çok daha farklıdır. Bazen delidolu akan çaydan medet umanlara, “Akan çay her zaman kütük getirmez,” diye ikazda bulunmuş atalarımız.
Köroğlu ile Kiziroğlu Mustafa Bey kapışmasını anlatan türküde, “Hay edende haya teper/Huy edende huya teper/Köroğlu’nu çaya teper” dizelerini hemen herkes bilir. Çoğu yerde çay yerine su sözcüğü geçse de, biz yöre âşıklarından “…çaya teper” olarak dinlerdik.
Kaybedeni olmayan döğüş
Sözün burasında çay’dan ziyade, çaya/suya tepilen Köroğlu ve tepen Kiziroğlu Mustafa Bey devreye girer. Bu gökkubbenin altında keşfedilmeyi, yaşadığımız çağa taşınmayı bekleyen birçok örnek şahsiyetin, rol modelinin yanı sıra, Köroğlu ve Kiziroğlu gibi iki farklı kahramanımız var. Ozanlarımızın anlattığına göre, Köroğlu ile kapışan Kiziroğlu, Köroğlu’yu alt ettikten sonra onun elinden tutarak kaldırır ve kucaklaşarak ayrılırlar. Kiziroğlu, kavganın nasıl bittiğini soranlara, Köroğlu gibi bir yiğitle yenişemediklerini, eşit şekilde kavga edip ayrıldıklarını söyleyerek bir erdemlilik ve alçakgönüllülük örneği gösterir.
Köroğlu da, Kiziroğlu Mustafa Bey’le tutuştuğu kavgada yenildiğini itiraf etmekle kalmayıp, bileğini bükemediği rakibine methiyeler düzer. Ne korku, ne çıkar, ne de herhangi bir dünyevî beklentinin söz konusu olduğu bir durumda ancak hak teslim edilir.
Batı’lı düşünürler kendi kültür dünyalarına ait efsanelerden, masallardan yaşadığımız zamana uyarlamalar yapabiliyor, onlardan ilham alarak yeni bir düşünce sistematiği çıkarabiliyorken, biz bu tür kültürel mirasımızı halk âşıklarına havale etmekle yetiniyoruz.
Bir tarafta rakibinin hakkını teslim edecek kadar kendini aşmış Köroğlu karakteri, diğer tarafta yere düşürdüğü rakibinin elinden tutup kaldıracak, hatta kucaklayacak kadar alçakgönüllü ve asil Kiziroğlu Mustafa Bey tiplemesi. Hangisinin izini sürsek, içimizdeki ruh kirliliğini çayın berrak sularında temizleriz.