Hatırlarsınız; mal ve can kaybına sebep olan trafik kazalarını önlemek amacıyla bir zamanlar, yol kenarlarına karikatürize edilmiş korkutucu bir hayalet resmin altına, “trafik canavarı olmayın” yazılı levhalar asılmıştı. Azrail’e kafa tutan bu milleti böylesi “çocuksu” şeyler elbette ki korkutamazdı, çünkü biz, “korkunun ecele faydası yok” sözünü kendisine şiar edinmiş bir anlayışa sahibiz. O günden bugüne giderek canavarlaşan bir toplum hâline geldiğimizi gören yetkililer, bu sefer daha “caydırıcı” tedbirler aldılar. Sıkı denetimlere ilaveten trafik kurallarına uymayanlara çok ağır cezalar kesilmeye başlansa da yine onlarca ölü ve binlerce yaralıyla bir bayram tatili sona ermiş oldu.
Aynı trafik kurallarının ve cezai müeyyidelerin geçerli olduğu bir Hollanda veya Avusturya’da sürücü hatasından dolayı meydana gelen kazalar, bizim ülkemizdekinden neden çok daha az olabiliyor? Eğitim, illâ da eğitim! Bir tarafta eğitilerek öğretilen onlar, diğer tarafta eğitilmeden öğretilen bizler… Onları bizden farklı kılan aldıkları eğitimdir. Keşke araba kullanmaya ehil olmayan, bunun eğitimini almadan ehliyet sahibi olan insanlara bu “sürücü belgesi” verilmeseydi! Çünkü bu yolla alınan/verilen ehliyet olmasaydı bu insanlar kazalara sebebiyet vermeyecek ve başkalarını hayattan koparmayacaklardı.
İsyanlardayım…
Hak edilmeyen bir belge, diploma, makam veya unvanla iyilik değil kötülük, faydalı değil zararlı işler yapılabildiğini hâlâ göremeyenler, etrafındakilere bir daha bu gözle baksınlar. Tıpkı, “Eğer ibadetler takvanızı artırıyorsa amacını gerçekleştiriyor demektir.” Şayet yaptığınız ibadet, “Takvanızı artırmıyor da kibrinizi artırıyorsa, belanızı buluyorsunuz demektir. (M. İslamoğlu)” Yani, iyilik yerine kötülük etmiş oluyorsunuz. Çünkü siz, bulunduğunuz mevki kadar, taşıdığınız etiketi, yaptığınız ibadeti bir baskı aracı, toplumda hak etmediğiniz bir konum elde etme gayesi için kullanıyorsunuz.
Bunca cami, imam, ilahiyatçı ve “İslamcılara” rağmen din ve dindar algılamasının toplumdaki karşılığının niçin dip noktaya vurduğunu hâlâ anlayamadınız mı?
Pıtrak gibi biten bunca “üniversiteye” ve üniversiteliye rağmen ilim dünyamızda giderek kaybedilen irtifanın sebebini hiç düşündünüz mü? İbadette takva (sorumluluk bilinci) sahibi olmak gibi, üniversitede ilim yapmak; sadece bir etiket sahibi olmak veya bir makam işgal etmek için değil, ilim dünyasına ve içinde bulunduğu topluma karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmektir.
Bunca noter, tasdik, imza, kefil ve şahide rağmen sahtekârlık bu toplumu kasıp kavuruyorsa, ahlâk eğitimi almamış yönetici ve idarecilerin iş başında olmalarındandır.
Bu ülkede din-iman vaazlarını, Atatürkçülük nutuklarını ve milliyetçilik-vatanseverlik haykırışlarını dilinden düşürmeyenler kadar savunduğu değerlere zarar veren olmadığını hâlâ anlayamadınız mı? Hâlâ anlayamadınız mı, işin ehli olmayanların iş başında olduğunu… Ve siz, hâlâ sorumluluk bilinciyle hareket etmeyenlerin takvasızlıklarının farkına varmadınız mı?
Ehil olmak; liyakatsizlerin elinden alınan “ehliyet” belgesi/diploma taşımanın ötesinde bir özelliktir. Tıpkı siyasette omurgalı olmak ve bedeli ödenmiş/eğitimden geçmiş bilgi gibi…
Eğer taşıdığınız etiketin, oturduğunuz makamın, temsil ettiğiniz kitlenin hakkını şahsî kibir ve ikbalinize feda ediyorsanız, bu milletin hem başına bela hem de başındaki belasınız.
İsyanım; eğitimsiz öğretime, bütün “omurgasızlara” ve oportünistleredir.